17 Şubat 2016 Çarşamba

TOPRAK SORUNUN ÇÖZÜMÜ VE KAPİTALİZMİN ÇÖKÜŞÜ

Yaşadığımız coğrafyanın öylesine yoğun gündemleri var ki bu gündemlerin temel nedeni kapitalizmdir. Yani kapitalizm kendiliğinden bu sorunları çözmeyeceğine göre ve bu sorunun kaynağı da kapitalizmse kapitalizmle mücadele ve savaşım (bir zamanlar bu iki kelime için ne kavgalar olmuş, ne yazık ki kimse ikisini bir arada yazarak sorunu çözmeyi düşünmemişler) olmaksızın bu sorunlar çözümlenmeyecek.

Mevcut sistemin yaratmış olduğu sorunların pek çok çoğunun nedeni ve bu sorunlara neden olan temel sorun toprak sorunudur. Evet, sadece düşünsel, inançsal, etnik, ulusal, kültürel, vs sorunlar değil pek çok sorunun kaynaklarından biri de toprak sorunudur. Nedense pek fazla kimse bu sorunlara değinmez hatta yanından yöresinden bile geçmez.

Alevilik sorunu, sadece eşit yurttaşlık, cemevi, müze, din dersleri, diyanet vs yüzünden mi çözülmüyor?

Kürt sorunu, sadece anadil, anayasal statü, özerklik vs yüzünden mi çözülmüyor?

Ermeni, Süryani, Rum vs sorunu, sadece çeşitli okul, kilise, vs yüzünden çözülmüyor?

Hidroelektrik santraller sorunu,  sadece elektrik üretimi yüzünden mi çözülmüyor?

Nükleer santral sorunu, sadece daha çok enerji ihtiyacını karşılaması yüzünden mi çözülmüyor?

Daha pek çok sorun sayılabilir. Bu sorunlar sanıldığının aksine sadece iddia edilen sorunlar yüzünden çözümsüz değil. Hemen hemen hepsinin arkasında toprak sorunu var.

Bilinmelidir ki toprak mülkiyeti, her türlü servetin, sermayenin ilk kaynağıdır. Üretici güçlerin geleceğinin toprak sorunun çözümüne bağlı olduğu en önemli ve büyük sorundur.  Toprak sorunu denince birkaç çakıl taşı ya da bir avuç toprak anlaşılmasın. Bir zamanlar “tek bir çakıl taşı bile vermeyiz” diyenler sanmayın ki saflıklarına gelerek bu sözleri söylüyor, hayır bu sözler bilerek ve bilinçli olarak söylenmiştir.

Öncelikle egemen sınıflar ve özel mülkiyeti savunanlar onların hukukçuları, ekonomistleri, politikacıları, filozofları, ideologları toprak sorunuyla ilgili ne kadar “doğal hakkımız” diye bir uydurmanın arkasına saklansalar da, toprak sorununa yaklaşımları istilacı, işgalci, gaspçı bir anlayıştadır ve bu böyle devam etmektedir. Bu doğal hakkımız dediği toprak mülkiyetini zorla ele geçirmiştir ve zorla da elinde tutmaktadır. Dolayısıyla istila, işgal, gasp hakkı küçük bir azınlık için “doğal hak” ise büyük çoğunluk olan üretici güçler içinse “en doğal haktır”

Başlangıçtan günümüze kadar bakıldığında klan ve aşiret toplumuna geçildiği günden itibaren barbarist bir yaklaşımlar istilacılar, işgalciler, gaspçılar şiddet kullanarak, zorla ele geçirdikleri ve kendi uydurdukları yasalarla da bu işgallerini perçinlemişlerdir. Bu gasp edilen topraklar günümüze kadar sömürgeci ve barbarist anlayışın devamı olan burjuvaziye ve onun işbirlikçilerine kadar gelmiştir. Sözde çıkardıkları yasalarla ve kâğıt parçalarıyla kendi özel mülkiyetleri olarak saydıkları ve sermayenin temel kaynaklardan sayılan istila edilmiş milyarlarca metre kare toprağın da üzerinde oturuyorlar. Kendi özel mülkiyetlerinin dışında kurmuş oldukları devlet mekanizmasıyla da kalan toprakları devlet mülkü, kamu mülkü, hazine mülkü vs gibi adlarla işgale devam etmektedir.

Öte yandan milyonlarca insan bir metre kare bile toprağa sahip değildir. Kendisine ait yüz metre kare barınma ihtiyacını karşılayacağı ne bir evi ne de o evi yapabileceği elli metre kare toprağı yoktur. Oysa sadece tek başına yüzlerce toprak sahibi milyonlarca metrekare toprağa sahip üstelik çoğu da tek başına bu toprağa sahip. Bugün bu coğrafya da tek bir kişiye ait kaç tane binlerce metrekarelik toprak var biliyor musunuz?

Toprağı elinde tutmak serveti ve sermayeyi elinde tutmak demektir. Bu sorun çözümlenmediği sürece üretici güçlerin üzerindeki sömürü sorunu da çözümlenemez.

Her gelen hükümetin her gelen iktidarların her gelen muhalefetin dikkat edilirse en sessiz, en derinden, en kavgasız gürültüsüz çıkardığı yasalar toprakla ilgili yasalardır. Tapu kadastro, milli emlak, maden yatakları, baraj alanları, köprü, yol güzergâhları, imar alanları, vs vs daha pek çok toprağı ilgilendiren alanda yasalara adeta neredeyse iktidarının da muhalefetinde alkışlar eşliğinde yaptığı yasalardır. Toprakla ilgili mevzuat, toprakla ilgili yasa, kanun, toprakla ilgili bakanlık neredeyse tüm devlet idaresinde en fazla yer işgal eden bölümdür. Bu boşuna değildir. Yapılan düzenlemelerle, değişikliklerle her dönem daha çok toprak sahibi ve daha çok yeni servet sahibi üretilmesi toprak sorunuyla ilgili iktidarlarında muhalefetinde işbirliğiyle gerçekleşmiştir. Geçmiş bugüne sadece cumhuriyet dönemi kaçıncı cumhuriyet olduğuna bakılmaksızın görülecektir ki milletvekili olmadan da olduktan sonrada daha fazla toprak sahibi olunmuştur ya da yeni toprak sahiplerinin oluşmasına ön ayak olunmuştur. Nedense köylünün toprak sorunu gündeme geldiğinde yıllarca süren zilliyet davaları, veraset davaları, tapu kayıtlarının tespit davaları vs vs devam eder. Özellikle de incelendiğinde egemen sınıflar için değerli bölgelerdeki köylülerin topraklarının davaları ya hiç çözülmez ya da bu davalar öylesine çözülür ki apaçık bir şekilde yeni toprak sahiplerine peşkeş çekilir. Çok değil son otuz yıl içinde sadece üç dört güney ilinde yapılan otel, golf sahası, tatil köyü, site vs alanlarının nasıl gasp, istila, işgal yoluyla ele geçirildiği incelensin de toprak sorunu neymiş görelim. Binler metre kare toprağın nasıl tek kişilere ait olduğunun hiçbir açıklaması olamaz. Bu topraklar on yıllarca oraları ekip biçen hayvanları besleyen köylüye aittir. Bunları ellerinden almak için işgal etmek için kendi uyduruk toprak yasalarınızla üzerine oturdunuz. Belediye yasalarındaki imarla ilgili bölümü özellikle inceleyin. Pek çok şehir planlamacı, mühendis, yönetici olduğu iddia edilenler imar dedikleri şeyin ne olduğunun gerçekliği açıklasın da görelim. İmar denilen sistem kaç yeni toprak sahibini nasıl servet ve sermaye sahibi yapmak için yapılırmış açıklasınlar bakalım. Belediyecilik adı altında sadece üç park yapmak, çöpleri toplamak mı yapılıyor yoksa imar daireleri aracılığıyla yeni toprak sahipleri yeni servet sahipleri mi yaratılıyor. Milyonlarca metre kare hazine, kamu, milli arazi adı altındaki toprak on yıllardır kimlere peşkeş çekilmiş kimler ne kadar buralarda tapu sahibi olmuş, kimler bu topraklar üzerinde yükselen fabrika, otel, konut aracılığıyla nasıl servetlerine servet katmış hadi bakalım açın bakalım başbakanlık denetlemeyi, cumhurbaşkanlığı denetlemeyi. Kaç milyon metre kare toprak su kaynakları, maden kaynakları, orman kaynakları, tarımsal alan kaynakları, konut kaynakları amaçlı hazine, kamu milli arazi adı altında kaydedilip sonrada neredeyse değerinin binde birine hatta pek çok yerde bedavaya nasıl gasp edildiği, işgal edildiği, istila edildiğini bilen varsa bir adım öne çıksın. Bugün sadece burjuvazinin değil kamu kurum ve kuruluşlarda çalışan üst düzey bürokratlarına kadar hatta hatta üretici güçler adına mücadele ettiğinin iddia eden sendikalar, çeşitli odalar, dernekler, vakıflar, bu gasptan bu istiladan ne kadar nemalandı bilen varsa iki adım öne çıksın. Çıkmazsınız biliyorum hepinizin neredeyse elleri bu gasp bu işgal bu istila ile yıkanmış ne de olsa.

Hadi çözelim mi Alevi, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum vs sorunlarını ne dersiniz, dilerseniz deneyelim çözmeyi bakalım kimin elinde kaç metre kare toprak kalıyor. Toprak sorunu basit sıradan bir sorun değil. Hele hele bu coğrafya en temel sorunların başında geliyor. Yukarıda sayılan pek çok kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik sorun un çözümlenmesi mevcut koşullarda asla mümkün değil. Mevcut tapuların sahipleri asla bu sorunların çözümünü istemez. Çünkü toprak sorunun el atıldığı anda üretici güçlerin sorununa da el atılmış olacak ki işte o zaman sömürü sorununa da el atılmış olunacak. Dolasıyla hiçbir kapitalist sistem devlet sınıf asla toprak sorunun çözümünü istemez.  Diyelim ki çözmek istedi adı geçen halkların kendi kurum kuruluş, dernek, vakıf, ibadethanelerine ait kaç milyon metre kare toprağın kendilerine ait olduğunu devlet çok iyi biliyor. Şu anda binlerce kamu ve özel binanın üzerinde oturdu binlerde yerdeki toprağın kime ait olduğunu biliyor.

Sözde barınma sorunu çözmek için toplu konutlar yapılıyor üretici güçler böylece konut edinmiş olacak güya ne hikmetse bu toplum konutlarda elde edilen kar öylesine yüksek ki birkaç yıl içinde yeni sermaye güçleri yaratabiliyor ayrıca da doğru düzgün üretici güçler konut sahibi de olamıyor neredeyse. Yine birilerine en lüks konutlar sunuluyor yine birileri yüksek rantlar elde ediyor.

Tarım ve hayvancılığı yok etmek sadece basit bir sorun gibi görülemez. Bu yok etme çok önemli bir projenin ayaklarından biridir. İşgal ettikleri, istila ettikleri, gasp ettikleri topraklar yetmezmiş gibi köylünün elinde kalan birkaç metrekarelik toprağı da ele geçirmek adına mazota, gübreye habire zam yaparak, elindeki ürünün aracılılar ve diğer kurumlar aracılığıyla neredeyse sadaka verircesine bir fiyatla almasıyla zamanla tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüde hayatından bezer hale getirilerek elinde toprağı neredeyse öldüm fiyatına satmak zorunda kalmaktadır. Ne için belki bir bir araba çocukların düğünü yapmak ya da ufaktan bir dükkân açıp böylece geçimi sağlamak amacıyla. Peki, sonuç tarım da hayvancılıkta bitiyor mu? Elbette hayır daha çok sömürü adına daha çok toprak sahibi olma adına daha çok servet sahibi olma adına tarım ve hayvancılık daha makinalaşmış bir hale dönüştürülerek tarım ve hayvancılık işçilerinin sömürüsüyle devam ediyor ya da otel motel, tatil köyü, fabrika vs yapılarak aynı topraklar üzerinde yeni sömürülecek işçilerle sömürüyle devam ediyor. Hepsini de bir güzel kendi çıkar ve menfaatlerine uygun yasalarla koruma altına alıyor bu haksızlığa, bu işgale, bu sömürüye karşı çıkan üretici güçlere de kendi paralı askeri polisiyle önce işkencesini, baskısını, zulmünü yapıyor o da yetmiyor kimilerini yine kendi çıkar ve menfaatlerini savunan ki “adalet mülkün temelidir” denilen mahkemelerde yargılıyor atıyor yıllarca çürüyeceği cezaevlerine. Bu arada o cümledeki “…mülkü…” işte o mülkün en çok ve en başındaki mülk toprak mülkiyetidir.

Çevre kirlenmiş, ormanlar, nehirler, denizler, göller yaşanmaz hale gelmiş insanın ve doğanın yaşam alanları kısıtlanmış, yok edilmiş hidroelektrik santral yapılmış, nükleer santral yapılmış, yol, baraj, köprü, site, villalar, konaklar, oteller, fabrikalar yapılmış bunlardan rant elde ediliyormuş, bunlar insaların, diğer canlıların, doğanın yaşamını tehdit ediyormuş hatta ölümlere sebep veriyormuş bu asla bir toprak sahibinin ve onu savunan koruyan kollayan askerin, polisin, mahkemelerin sorunu değildir. Onlarca belgeye, bilgiye, delile rağmen halen toprak sorunuyla ilgili ortaya konulan hiçbir soruna duyarlı olmayan yönetenler üstelik bu sorunları dile getirenlere de en ağır uygulamalarda bulunmaktadır. Acaba neden? Hiç merak edeniniz var mı? Mülk ortaklığında kastedilen nedir? Ortak yaşamdan kastedilen nedir? Toprak sorunu neden önemlidir? Sorunu sadece eşitlik, adalet, özgürlük sorunu gibi sadece çeşitli haklar ve özgürlükler olarak görmek eksiktir. Temel sorunun mülkiyet sorunudur. Bu da öncelikli olarak toprak sorununa bağlıdır. Özel mülkiyeti anlamadan onu besleyen ve belirleyen toprak sorununu anlamadan hiçbir soruna ne anlaşılır ne de çözümlene bilir.

Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin sorunun arkasında olmasında onlara ait tapular bakın nasıl çözülüyor. Geçen yıldı galiba bir yanlışlık ya da işi bilmemiz biri kalkıp tapu kadastroda arşiv düzenlemesi yapılacağını söylemişti de hemen askeri makamlardan bir yetkili “ ne yapıyorsun bırakın uğraşmayın bu işlerle Ermenileri, Rumları başımıza sarmayın” demişti. Sanıldığı gibi sadece bir okul aç kapa meselesi değildir bu meseleler. Alevilerin geçmişte sahip oldukları bizzat kendilerinin yaptığı dergâhların, ocakların, arazileri olmasında bakın sorun nasıl çözülüyor. En son neydi alevi açılımında ne dedi hükümet yetkilisi “alevi sorunu çözdük, pek çok konuda mutabakata vardık ama statü konusunda hukuksal boyutta henüz bir yere gelemedik” neden bir yere gelemediler çünkü toprak sorunu çözemediler. Mülkiyet hakları sorunu çözülemedi. Barajların, nükleer santrallerin, köprülerin, yolların vs yapıldığı sahalar sadece çevre sorunumu yaratıyor sadece doğaya mı zarar veriyor acaba bu yapıların yapıların yapılacağı yerlerdeki toprak sahiplerinin böyle dertleri var mı, elbette yok. Bu yapıların yapıldığı yerlerdeki toprak sahiplerinin kim olduklarının listesini tapu kadastro yetkililerinden istesek verirler mi sizce. Hadi verdiler ne diyeceksin iktidarıyla muhalefetiyle sermaye güçleriyle tapu sahipleri olduğunu öğrendiğinizde ne olacak. “pardon iyi de buralar bana dedemden kaldı” dediğinde, “oğlanın sünnet düğünde gelen altınlarla aldım” dediğinde, “emekli ikramiyemle aldım” dediğinde ne yapacaksınız bu yalanlara inanacak mısınız?

Tarımın hayvancılığın geliştirilmesi ve bunu komünal mülkiyet temelinde organize etmek şarttır. Tarımsal ve hayvansal üretimin hem daha teknolojik, hem daha sağlıklı, hem daha eşitlikçi temelde yapılması insanın ve doğanın faydasına olandır. Bunu içinde toprağın halklaştırılması şarttır. Aksi halde hem insanlık hem de doğa yokolmaya mahkûmdur. Toprağın halklaştırılması hem insanların daha sağlıklı ve eşitlikçi bir şekilde ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacaktır hem de doğanın korunmasını ona zarar vermeden toprağın değerlendirilmesi sağlanacaktır. Tarımsal üretimde bireysel kötü kullanım yerine toplumsal kullanımla daha iyi sonuçlar elde edilecektir. Halkın kendi denetimde olan üretim her zaman daha sağlıklı sonuçlar verecektir.

Toprak sorunun çözümüyle hem temel ihtiyaçların eşit şekilde karşılanması sağlanacaktır, hem doğanın katledilmesi başlangıçta en asgari seviye çekilecektir daha sonrada durdurularak, doğanın kendini yenilemesi sağlanacaktır, konut sorunu çözülecektir bu da burjuvazinin servetinin ve sermayesinin yok olması demek olacaktır.

Toprak toplum mülkü haline getirilmelidir. Tek başına ne köylülüğe ne de diğer kesimlere bırakmak zamanla başa bir ayrımcılığı yaratacaktır dolayısıyla toprak tüm üretici güçlerin ortak mülkiyeti olmalıdır.


Toprağın halklaştırılması ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, emek-sermaye arasındaki ilişkileri kökünden temelden değiştirecektir. Sanayide, kırsalda, üretimin her alanında kapitalizme son verecektir. Sınıflar arasındaki farklılık, ayrıcalıklar, imtiyazlar, her türlü ekonomik dayanağıyla birlikte ortadan kalkacaktır. Parazit gibi asalak gibi üretici güçlerin sırtından geçinen burjuvazi ortadan kalkacaktır. Toplumun kendi komünal yapısından başka ne bir hükümet ne bir devlet olmayacaktır. Tarım, imalat, endüstri, maden üretiminde artık en elverişli komünal örgütlenmeler sağlanacaktır. Üretim araçlarının ve mülkiyetin toplumun kendi komünal yapılarının elinde eşit ve özgürce ortak yaşam içinde toplumsallaşması sağlanmış olacaktır. Üretici güçlerin yönelmesi gereken en büyük hedef bu olmalıdır.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
29.09.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder