TOPRAK SORUNUN ÇÖZÜMÜ VE KAPİTALİZMİN
ÇÖKÜŞÜ
Yaşadığımız
coğrafyanın öylesine yoğun gündemleri var ki bu gündemlerin temel nedeni
kapitalizmdir. Yani kapitalizm kendiliğinden bu sorunları çözmeyeceğine göre ve
bu sorunun kaynağı da kapitalizmse kapitalizmle mücadele ve savaşım (bir
zamanlar bu iki kelime için ne kavgalar olmuş, ne yazık ki kimse ikisini bir
arada yazarak sorunu çözmeyi düşünmemişler) olmaksızın bu sorunlar
çözümlenmeyecek.
Mevcut
sistemin yaratmış olduğu sorunların pek çok çoğunun nedeni ve bu sorunlara
neden olan temel sorun toprak sorunudur. Evet, sadece düşünsel, inançsal,
etnik, ulusal, kültürel, vs sorunlar değil pek çok sorunun kaynaklarından biri
de toprak sorunudur. Nedense pek fazla kimse bu sorunlara değinmez hatta
yanından yöresinden bile geçmez.
Alevilik
sorunu, sadece eşit yurttaşlık, cemevi, müze, din dersleri, diyanet vs yüzünden
mi çözülmüyor?
Kürt
sorunu, sadece anadil, anayasal statü, özerklik vs yüzünden mi çözülmüyor?
Ermeni,
Süryani, Rum vs sorunu, sadece çeşitli okul, kilise, vs yüzünden çözülmüyor?
Hidroelektrik
santraller sorunu, sadece elektrik
üretimi yüzünden mi çözülmüyor?
Nükleer
santral sorunu, sadece daha çok enerji ihtiyacını karşılaması yüzünden mi
çözülmüyor?
Daha
pek çok sorun sayılabilir. Bu sorunlar sanıldığının aksine sadece iddia edilen
sorunlar yüzünden çözümsüz değil. Hemen hemen hepsinin arkasında toprak sorunu
var.
Bilinmelidir
ki toprak mülkiyeti, her türlü servetin, sermayenin ilk kaynağıdır. Üretici
güçlerin geleceğinin toprak sorunun çözümüne bağlı olduğu en önemli ve büyük
sorundur. Toprak sorunu denince birkaç
çakıl taşı ya da bir avuç toprak anlaşılmasın. Bir zamanlar “tek bir çakıl taşı
bile vermeyiz” diyenler sanmayın ki saflıklarına gelerek bu sözleri söylüyor,
hayır bu sözler bilerek ve bilinçli olarak söylenmiştir.
Öncelikle
egemen sınıflar ve özel mülkiyeti savunanlar onların hukukçuları,
ekonomistleri, politikacıları, filozofları, ideologları toprak sorunuyla ilgili
ne kadar “doğal hakkımız” diye bir uydurmanın arkasına saklansalar da, toprak
sorununa yaklaşımları istilacı, işgalci, gaspçı bir anlayıştadır ve bu böyle
devam etmektedir. Bu doğal hakkımız dediği toprak mülkiyetini zorla ele
geçirmiştir ve zorla da elinde tutmaktadır. Dolayısıyla istila, işgal, gasp
hakkı küçük bir azınlık için “doğal hak” ise büyük çoğunluk olan üretici güçler
içinse “en doğal haktır”
Başlangıçtan
günümüze kadar bakıldığında klan ve aşiret toplumuna geçildiği günden itibaren
barbarist bir yaklaşımlar istilacılar, işgalciler, gaspçılar şiddet kullanarak,
zorla ele geçirdikleri ve kendi uydurdukları yasalarla da bu işgallerini
perçinlemişlerdir. Bu gasp edilen topraklar günümüze kadar sömürgeci ve
barbarist anlayışın devamı olan burjuvaziye ve onun işbirlikçilerine kadar
gelmiştir. Sözde çıkardıkları yasalarla ve kâğıt parçalarıyla kendi özel
mülkiyetleri olarak saydıkları ve sermayenin temel kaynaklardan sayılan istila
edilmiş milyarlarca metre kare toprağın da üzerinde oturuyorlar. Kendi özel
mülkiyetlerinin dışında kurmuş oldukları devlet mekanizmasıyla da kalan
toprakları devlet mülkü, kamu mülkü, hazine mülkü vs gibi adlarla işgale devam
etmektedir.
Öte
yandan milyonlarca insan bir metre kare bile toprağa sahip değildir. Kendisine
ait yüz metre kare barınma ihtiyacını karşılayacağı ne bir evi ne de o evi
yapabileceği elli metre kare toprağı yoktur. Oysa sadece tek başına yüzlerce
toprak sahibi milyonlarca metrekare toprağa sahip üstelik çoğu da tek başına bu
toprağa sahip. Bugün bu coğrafya da tek bir kişiye ait kaç tane binlerce metrekarelik
toprak var biliyor musunuz?
Toprağı
elinde tutmak serveti ve sermayeyi elinde tutmak demektir. Bu sorun
çözümlenmediği sürece üretici güçlerin üzerindeki sömürü sorunu da
çözümlenemez.
Her
gelen hükümetin her gelen iktidarların her gelen muhalefetin dikkat edilirse en
sessiz, en derinden, en kavgasız gürültüsüz çıkardığı yasalar toprakla ilgili
yasalardır. Tapu kadastro, milli emlak, maden yatakları, baraj alanları, köprü,
yol güzergâhları, imar alanları, vs vs daha pek çok toprağı ilgilendiren alanda
yasalara adeta neredeyse iktidarının da muhalefetinde alkışlar eşliğinde
yaptığı yasalardır. Toprakla ilgili mevzuat, toprakla ilgili yasa, kanun,
toprakla ilgili bakanlık neredeyse tüm devlet idaresinde en fazla yer işgal
eden bölümdür. Bu boşuna değildir. Yapılan düzenlemelerle, değişikliklerle her
dönem daha çok toprak sahibi ve daha çok yeni servet sahibi üretilmesi toprak
sorunuyla ilgili iktidarlarında muhalefetinde işbirliğiyle gerçekleşmiştir.
Geçmiş bugüne sadece cumhuriyet dönemi kaçıncı cumhuriyet olduğuna
bakılmaksızın görülecektir ki milletvekili olmadan da olduktan sonrada daha
fazla toprak sahibi olunmuştur ya da yeni toprak sahiplerinin oluşmasına ön
ayak olunmuştur. Nedense köylünün toprak sorunu gündeme geldiğinde yıllarca
süren zilliyet davaları, veraset davaları, tapu kayıtlarının tespit davaları vs
vs devam eder. Özellikle de incelendiğinde egemen sınıflar için değerli
bölgelerdeki köylülerin topraklarının davaları ya hiç çözülmez ya da bu davalar
öylesine çözülür ki apaçık bir şekilde yeni toprak sahiplerine peşkeş çekilir.
Çok değil son otuz yıl içinde sadece üç dört güney ilinde yapılan otel, golf
sahası, tatil köyü, site vs alanlarının nasıl gasp, istila, işgal yoluyla ele
geçirildiği incelensin de toprak sorunu neymiş görelim. Binler metre kare
toprağın nasıl tek kişilere ait olduğunun hiçbir açıklaması olamaz. Bu
topraklar on yıllarca oraları ekip biçen hayvanları besleyen köylüye aittir.
Bunları ellerinden almak için işgal etmek için kendi uyduruk toprak
yasalarınızla üzerine oturdunuz. Belediye yasalarındaki imarla ilgili bölümü
özellikle inceleyin. Pek çok şehir planlamacı, mühendis, yönetici olduğu iddia
edilenler imar dedikleri şeyin ne olduğunun gerçekliği açıklasın da görelim.
İmar denilen sistem kaç yeni toprak sahibini nasıl servet ve sermaye sahibi
yapmak için yapılırmış açıklasınlar bakalım. Belediyecilik adı altında sadece
üç park yapmak, çöpleri toplamak mı yapılıyor yoksa imar daireleri aracılığıyla
yeni toprak sahipleri yeni servet sahipleri mi yaratılıyor. Milyonlarca metre
kare hazine, kamu, milli arazi adı altındaki toprak on yıllardır kimlere peşkeş
çekilmiş kimler ne kadar buralarda tapu sahibi olmuş, kimler bu topraklar
üzerinde yükselen fabrika, otel, konut aracılığıyla nasıl servetlerine servet
katmış hadi bakalım açın bakalım başbakanlık denetlemeyi, cumhurbaşkanlığı
denetlemeyi. Kaç milyon metre kare toprak su kaynakları, maden kaynakları,
orman kaynakları, tarımsal alan kaynakları, konut kaynakları amaçlı hazine, kamu
milli arazi adı altında kaydedilip sonrada neredeyse değerinin binde birine
hatta pek çok yerde bedavaya nasıl gasp edildiği, işgal edildiği, istila
edildiğini bilen varsa bir adım öne çıksın. Bugün sadece burjuvazinin değil
kamu kurum ve kuruluşlarda çalışan üst düzey bürokratlarına kadar hatta hatta
üretici güçler adına mücadele ettiğinin iddia eden sendikalar, çeşitli odalar,
dernekler, vakıflar, bu gasptan bu istiladan ne kadar nemalandı bilen varsa iki
adım öne çıksın. Çıkmazsınız biliyorum hepinizin neredeyse elleri bu gasp bu
işgal bu istila ile yıkanmış ne de olsa.
Hadi
çözelim mi Alevi, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum vs sorunlarını ne dersiniz,
dilerseniz deneyelim çözmeyi bakalım kimin elinde kaç metre kare toprak
kalıyor. Toprak sorunu basit sıradan bir sorun değil. Hele hele bu coğrafya en
temel sorunların başında geliyor. Yukarıda sayılan pek çok kültürel, sosyal,
siyasal, ekonomik sorun un çözümlenmesi mevcut koşullarda asla mümkün değil.
Mevcut tapuların sahipleri asla bu sorunların çözümünü istemez. Çünkü toprak
sorunun el atıldığı anda üretici güçlerin sorununa da el atılmış olacak ki işte
o zaman sömürü sorununa da el atılmış olunacak. Dolasıyla hiçbir kapitalist
sistem devlet sınıf asla toprak sorunun çözümünü istemez. Diyelim ki çözmek istedi adı geçen halkların
kendi kurum kuruluş, dernek, vakıf, ibadethanelerine ait kaç milyon metre kare
toprağın kendilerine ait olduğunu devlet çok iyi biliyor. Şu anda binlerce kamu
ve özel binanın üzerinde oturdu binlerde yerdeki toprağın kime ait olduğunu
biliyor.
Sözde
barınma sorunu çözmek için toplu konutlar yapılıyor üretici güçler böylece
konut edinmiş olacak güya ne hikmetse bu toplum konutlarda elde edilen kar
öylesine yüksek ki birkaç yıl içinde yeni sermaye güçleri yaratabiliyor ayrıca
da doğru düzgün üretici güçler konut sahibi de olamıyor neredeyse. Yine
birilerine en lüks konutlar sunuluyor yine birileri yüksek rantlar elde ediyor.
Tarım
ve hayvancılığı yok etmek sadece basit bir sorun gibi görülemez. Bu yok etme
çok önemli bir projenin ayaklarından biridir. İşgal ettikleri, istila
ettikleri, gasp ettikleri topraklar yetmezmiş gibi köylünün elinde kalan birkaç
metrekarelik toprağı da ele geçirmek adına mazota, gübreye habire zam yaparak,
elindeki ürünün aracılılar ve diğer kurumlar aracılığıyla neredeyse sadaka
verircesine bir fiyatla almasıyla zamanla tarım ve hayvancılıkla uğraşan
köylüde hayatından bezer hale getirilerek elinde toprağı neredeyse öldüm
fiyatına satmak zorunda kalmaktadır. Ne için belki bir bir araba çocukların
düğünü yapmak ya da ufaktan bir dükkân açıp böylece geçimi sağlamak amacıyla. Peki,
sonuç tarım da hayvancılıkta bitiyor mu? Elbette hayır daha çok sömürü adına
daha çok toprak sahibi olma adına daha çok servet sahibi olma adına tarım ve
hayvancılık daha makinalaşmış bir hale dönüştürülerek tarım ve hayvancılık
işçilerinin sömürüsüyle devam ediyor ya da otel motel, tatil köyü, fabrika vs
yapılarak aynı topraklar üzerinde yeni sömürülecek işçilerle sömürüyle devam
ediyor. Hepsini de bir güzel kendi çıkar ve menfaatlerine uygun yasalarla
koruma altına alıyor bu haksızlığa, bu işgale, bu sömürüye karşı çıkan üretici
güçlere de kendi paralı askeri polisiyle önce işkencesini, baskısını, zulmünü
yapıyor o da yetmiyor kimilerini yine kendi çıkar ve menfaatlerini savunan ki
“adalet mülkün temelidir” denilen mahkemelerde yargılıyor atıyor yıllarca
çürüyeceği cezaevlerine. Bu arada o cümledeki “…mülkü…” işte o mülkün en çok ve
en başındaki mülk toprak mülkiyetidir.
Çevre
kirlenmiş, ormanlar, nehirler, denizler, göller yaşanmaz hale gelmiş insanın ve
doğanın yaşam alanları kısıtlanmış, yok edilmiş hidroelektrik santral yapılmış,
nükleer santral yapılmış, yol, baraj, köprü, site, villalar, konaklar, oteller,
fabrikalar yapılmış bunlardan rant elde ediliyormuş, bunlar insaların, diğer
canlıların, doğanın yaşamını tehdit ediyormuş hatta ölümlere sebep veriyormuş
bu asla bir toprak sahibinin ve onu savunan koruyan kollayan askerin, polisin,
mahkemelerin sorunu değildir. Onlarca belgeye, bilgiye, delile rağmen halen
toprak sorunuyla ilgili ortaya konulan hiçbir soruna duyarlı olmayan yönetenler
üstelik bu sorunları dile getirenlere de en ağır uygulamalarda bulunmaktadır.
Acaba neden? Hiç merak edeniniz var mı? Mülk ortaklığında kastedilen nedir?
Ortak yaşamdan kastedilen nedir? Toprak sorunu neden önemlidir? Sorunu sadece
eşitlik, adalet, özgürlük sorunu gibi sadece çeşitli haklar ve özgürlükler
olarak görmek eksiktir. Temel sorunun mülkiyet sorunudur. Bu da öncelikli
olarak toprak sorununa bağlıdır. Özel mülkiyeti anlamadan onu besleyen ve
belirleyen toprak sorununu anlamadan hiçbir soruna ne anlaşılır ne de çözümlene
bilir.
Ermenilerin,
Rumların, Süryanilerin sorunun arkasında olmasında onlara ait tapular bakın
nasıl çözülüyor. Geçen yıldı galiba bir yanlışlık ya da işi bilmemiz biri
kalkıp tapu kadastroda arşiv düzenlemesi yapılacağını söylemişti de hemen
askeri makamlardan bir yetkili “ ne yapıyorsun bırakın uğraşmayın bu işlerle Ermenileri,
Rumları başımıza sarmayın” demişti. Sanıldığı gibi sadece bir okul aç kapa meselesi
değildir bu meseleler. Alevilerin geçmişte sahip oldukları bizzat kendilerinin
yaptığı dergâhların, ocakların, arazileri olmasında bakın sorun nasıl
çözülüyor. En son neydi alevi açılımında ne dedi hükümet yetkilisi “alevi
sorunu çözdük, pek çok konuda mutabakata vardık ama statü konusunda hukuksal
boyutta henüz bir yere gelemedik” neden bir yere gelemediler çünkü toprak
sorunu çözemediler. Mülkiyet hakları sorunu çözülemedi. Barajların, nükleer
santrallerin, köprülerin, yolların vs yapıldığı sahalar sadece çevre sorunumu
yaratıyor sadece doğaya mı zarar veriyor acaba bu yapıların yapıların
yapılacağı yerlerdeki toprak sahiplerinin böyle dertleri var mı, elbette yok.
Bu yapıların yapıldığı yerlerdeki toprak sahiplerinin kim olduklarının
listesini tapu kadastro yetkililerinden istesek verirler mi sizce. Hadi
verdiler ne diyeceksin iktidarıyla muhalefetiyle sermaye güçleriyle tapu
sahipleri olduğunu öğrendiğinizde ne olacak. “pardon iyi de buralar bana
dedemden kaldı” dediğinde, “oğlanın sünnet düğünde gelen altınlarla aldım”
dediğinde, “emekli ikramiyemle aldım” dediğinde ne yapacaksınız bu yalanlara
inanacak mısınız?
Tarımın
hayvancılığın geliştirilmesi ve bunu komünal mülkiyet temelinde organize etmek
şarttır. Tarımsal ve hayvansal üretimin hem daha teknolojik, hem daha sağlıklı,
hem daha eşitlikçi temelde yapılması insanın ve doğanın faydasına olandır. Bunu
içinde toprağın halklaştırılması şarttır. Aksi halde hem insanlık hem de doğa
yokolmaya mahkûmdur. Toprağın halklaştırılması hem insanların daha sağlıklı ve
eşitlikçi bir şekilde ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacaktır hem de doğanın
korunmasını ona zarar vermeden toprağın değerlendirilmesi sağlanacaktır.
Tarımsal üretimde bireysel kötü kullanım yerine toplumsal kullanımla daha iyi
sonuçlar elde edilecektir. Halkın kendi denetimde olan üretim her zaman daha
sağlıklı sonuçlar verecektir.
Toprak
sorunun çözümüyle hem temel ihtiyaçların eşit şekilde karşılanması
sağlanacaktır, hem doğanın katledilmesi başlangıçta en asgari seviye
çekilecektir daha sonrada durdurularak, doğanın kendini yenilemesi
sağlanacaktır, konut sorunu çözülecektir bu da burjuvazinin servetinin ve
sermayesinin yok olması demek olacaktır.
Toprak
toplum mülkü haline getirilmelidir. Tek başına ne köylülüğe ne de diğer
kesimlere bırakmak zamanla başa bir ayrımcılığı yaratacaktır dolayısıyla toprak
tüm üretici güçlerin ortak mülkiyeti olmalıdır.
Toprağın
halklaştırılması ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, emek-sermaye arasındaki
ilişkileri kökünden temelden değiştirecektir. Sanayide, kırsalda, üretimin her
alanında kapitalizme son verecektir. Sınıflar arasındaki farklılık,
ayrıcalıklar, imtiyazlar, her türlü ekonomik dayanağıyla birlikte ortadan
kalkacaktır. Parazit gibi asalak gibi üretici güçlerin sırtından geçinen
burjuvazi ortadan kalkacaktır. Toplumun kendi komünal yapısından başka ne bir
hükümet ne bir devlet olmayacaktır. Tarım, imalat, endüstri, maden üretiminde
artık en elverişli komünal örgütlenmeler sağlanacaktır. Üretim araçlarının ve
mülkiyetin toplumun kendi komünal yapılarının elinde eşit ve özgürce ortak
yaşam içinde toplumsallaşması sağlanmış olacaktır. Üretici güçlerin yönelmesi
gereken en büyük hedef bu olmalıdır.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
29.09.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder