DİZİ DİZİ GASP, DİZİ DİZİ
HIRSIZLIK, DİZİ DİZİ CİNAYET
Üretici güçler üzerindeki
kuşatma cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar halen devam etmektedir.
Ülkenin her yanında üretici güçlerin üzerindeki kuşatma doğru tahlil
edilmelidir. Bu kuşatma kendisini zaman zaman işkence, katliam, inkâr ve imha
olarak göstermektedir. Bunların yanı sıra özellikle son yıllarda daha da
sistematikleşen psikolojik katliam, işkence, yaygınlaştı. Bu psikolojik savaş
geçmişten günümüze asimilasyon, şovenizm, ırkçılık, vb. uygulamalarla topluma
dayatıldı.
Kapitalizmin yerleştiği ülkede
“tüketici toplum” yaratılarak tüketime koşar adımlarla gidiş psikolojik savaşın
daha teknik ve daha basit bir şekilde ilerlemesini sağlamaktadır. Bu psikolojik
savaş zaman içinde akıl ve ruh hastalarının tımarhanelerde değil sokaklarda,
caddelerde kısacası ülkenin her yerinde çoğalmasına sebep olmuştur. Kuşatma
öylesine derinleştirilmiştir ki kişilik, kimlik sorunu öylesine yaygınlaşmıştır
ki düşünmeyen, hissetmeyen, sevmeyen, konuşmayan, paylaşmayan, aşık olmayan,
üretmeyen, duyarsız insanlar topluluğu yaratılmıştır.
Sadece yiyen, içen, gezen,
tozan, itikat eden, biat eden, itaat eden, emre uyan, sessiz, sedasız, yorgun,
bitkin, bezmiş, mala, mülke, kariyere, şaşaaya, debbeye, düşkün bir toplum ve
bireylerin her biri sağa sola savrulmuş sadece emir eri gibi köle gibi
efendisinin sözünden çıkmayan, barakalarından, kulübelerinden,
apartmanlarından, villalarından çıkıp sadece işe, okula, vs giden ve oradan da
koşar adımlarla yine kümesine dönercesine sabırsızlıkla yerini alıyor.
Ne oluyor, ne bitiyor,
etrafında, çevresinde aç kalan, yoksul olan, işsiz olan, işkenceye maruz kalan,
tutuklanan, gözaltına alınan, kayıp edilen, taciz edilen, tecavüz edilen,
kirletilen, yakılıp-yıkılan, sömürülen, ezilen, inkâr edilen, haksızlığa
uğrayan birileri var mı, bir sınıf var mı, bir halk var mı sormadan
sorgulamadan düşünmeden koşar adımlarla evden işe, evden okula işten ya da
okuldan eve gidenler.
Maaşlarını alır almaz kredi
kartlarının, faturaların derdine düşen sonrasında bir tüketim hastalığına
kapılıp onu da alıyım, onu da yiyim, onu da içiyim, onu da giyeyim, diye
çıldırırcasına mal mülk vs almaya başlar. Bu çıldırasıya alış-veriş yapmak bir
zevk bir alışkanlık vs değil bu kapitalizmin birey üzerinde yarattığı en
yüksek, en ağır hastalıktır.
Kapitalizmin kendisi en büyük,
en riskli, en tehlikeli hastalıktır. “Tüketici birey” bu hastalığın en
travmatik en kanamalı, en ağrılı, en acı çekilen, hastalığın en şiddetli halini
yaşayan biridir. Tüketici olmak için ya üretici güçlerin emeğini en yüksek
seviye de sömürerek en yüksek tüketicilik hastalığı yaşarsınız ya da ücretli
kölelik yolu ile emeğinizi satar ve sattığınız emeğin karşılığı (kapitalizmde
hiçbir zaman gerçek karşılığı olmayan) ücreti alırsınız ve başkasının emeğiyle
üretilen malları ve hizmetleri bu ücretle satın alırsınız ve bu ücret fiyata dönüşerek
sermaye güçlerinin karı haline gelir ve onların her geçen gün daha fazla
sermaye birikimini sağlar ve böylece de kapitalist sistemin yaşamasını
sağlarlar.
“Aç mı kalalım, çıplak mı
dolaşalım, para benim, çalışıyorum,
kazanıyorum, harcıyorum, kimene, ne istersem yaparım benim emeğim değil mi,”
daha neler neler. Bitmeyen akıl ve ruh hastalarının verdiği binlerce cevap
mevcut. Bu hastalığın tedavisi oldukça zordur. Çünkü hastalığı tetikleyen pek
çok neden vardır bunlardan öncelikle birini ele alacak olursak bu tetiklerin en
başında reklamlar gelmektedir.
Reklamların medya ve basında
yayınlanması ise öyle boş bir sayfaya ya da boş bir ekrana olmuyor. Reklam tek
başına esas olarak bir şey ifade etmez. Reklamın zaman zaman değişen strateji
ve taktikleri vardır. Reklamın en yoğun saldırılarını gerçekleştirdiği araç
televizyonlardır. Televizyonlar geniş kitlelere en rahat ulaşılabilen
kapitalizmin en ileri saldırı aracıdır. Bu araç tek başına sadece saldırı yapmaz
doğrudan doğruya kapitalizmin sermaye birikimine en büyük katkıyı yapar.
Televizyonlardaki programların
konusu içeriği fark etmeksizin bu programların hepsi belli sponsor
(destekleyici) ya da reklam veren firmalar tarafından desteklenmektedir. Bu
destek verilmediği takdir de o programları kimin, nasıl, neden yaptığına
bakılmaksızın yayından kaldırılır. Televizyon üstüne yapılan değerlendirmelerin
hepsi boş ve anlamsızdır.
Televizyonun tek bir amacı
vardır o da burjuvazinin ürettiği mal ve hizmetlerin tanıtımı, pazarlanması,
satışı hedeflenir. Bu sayede de burjuvazi üretici güçlerin emeğini sömürdüğü
yetmez, gasp ve zor araçlarıyla ürettirdiği mal ve hizmetleri tüketicilere
satar ve tüketiciyi ayrıca yüksek kar aracılığıyla sömürür ve sermayesine daha
fazla sermaye katar.
Diyelim ki televizyon yok,
reklam da yok peki bu mal ve hizmetler alınıp satılmayacak mı buradan yine
burjuvazi yüksek karlar elde etmeyecek mi, elbette ki bu teknoloji gelişmeden
önce onun yerine daha farklı araçlarla yine reklamlar yapılıyordu ve
tüketicinin akıl ve ruh hastası olması doğrultusunda o mal ve hizmetleri alması
sağlanıyordu.
Hemen hemen pek çok insanın
gündelik hayatında sıradan sayılan ve o sıradanlık içinde neredeyse hiç
önemsenmeyen ve dikkate dahi alınmayan araç televizyonlar. Televizyonlarda
onlarca program yapılmakta bunlar arasında eğlence, yarışma, tartışma, sinema,
dizi, haber vs programlar yapılmaktadır. Televizyon teknikleri ve programları
üzerine de değinmeden uzun yıllardır özellikle önceleri sinema aracılığıyla belirli
oranlarda yapılan ancak günümüzde akıl ve ruh hastalıklarını ilerleten
“diziler”dir.
Diziler genelde her hangi bir
senaryo etrafında dönen ve sonunda bitmek bilmeyen bölümler halinde hatta bitse
bile tekrar tekrar yayınlanan ve sözde “oyuncu” denilen özü itibariyle yukarıda
anlattığım burjuvazinin sermaye birikimine işbirlikçiliği yapan çarkın
“eleman”larıyla yapılır.
Bu elemanlar sonuçta reklam,
pazarlama şirketlerinin birer elemanı gibi çalışan ve bunun karşılığını da
fazlasıyla alan elemanlardır. Pazarlamacı, aracı, komisyoncu, tanıtıcı, gibi
pek çok kavrama da karşılık gelir bu elemanlar. Bunların beslenmesi, büyümesi,
yemeleri, içmeleri gerekiyor dolayısıyla bu da yüksek ücretlerle olabilir.
Dizilerdeki reklam, pazarlama elemanları kimileri eğitimli, kimileri alaylı
denilen yani eğitim almadan eğitim almış olanın yanında çıraklıktan yetişen
elemanlardır. İşlerini en iyi şekilde yapmak zorundadırlar. Ağlamaya, sızlamaya
gelemezler. Öyle sendikaymış, grevmiş, eylemmiş, itirazmış, çok çalıştık, az para
aldık, sağlık sorunlarım vardı, anam öldü, babam öldü vs yok öyle bir hakları
olamazda. Onların insan olarak değil makinenin parçaları şeklinde
değerlendirildiği gerçektir. Kişilikleri, kimlikleri dizilerin çekildiği
sahaların dışındadır.
Onların göstereceği performans
daha çok reyting demektir, onların emekleri daha çok reklam demektir, onların
ekrandaki görüntüleri daha çok mal ve hizmetin satışı demektir, onların
replikleri daha çok kar demektir, onların “oyunculuk”ları daha çok tüketim
demektir, onların sesleri daha çok sömürü demektir, onların senaryoları
ışıkları, sesleri rolleri vs vs daha çok akıl ve ruh hastası demektir.
“Sallarım başımı alırım
maaşımı” değil bu işler. Toplumun her katmanına, her sınıfına, her kültürüne
ona sormadan, danışmadan, onun fikrini almadan, onun geleceğini düşünmeden senaryo
hazır, yönetmen, oyuncular “motor” hadi bakalım gelsin reklamlar, satılsın
mallar, dolsun sermaye kasaları. Ve sen o alaylı ya da alaysız eğitimli ya da
eğitimsiz üç kuruş para ile çoğunun villalarına, son model arabalarına, daha
çocuğu yaşında kadın ya da erkeklerle evlenip boşanmalar ya da ilişki kurmalar,
içki, uyuşturucu, kumar sanki ona verilen ücret onda kalacak sistem onu da
bugün olmazsa yarın tekrar almak kaydıyla.
Dizi elemanlarının birçoğunun
aldığı rakamlara bakıldığında neredeyse 100 işçinin 25 yıl çalışsa emekli
olunca alacağı ikramiyeye eşdeğerdir. Ücret karşılaştırmaları pek çok meslekle yapıla
bilinir. Sayısız örnek verilebilir. “Efendim, bizim işimiz çok zor ama biz rol
yapıyoruz” işte bu bile işin ne kadar kolay olduğunun göstergesidir. “Rol
yapıyorsunuz” zaten kendiniz hiçbir zaman olamadınız ki. Kime ne için rol
yapıyorsunuz burjuvazinin sermayesinin daha da artması kapitalizm daha
güçlensin diye.
Neredeyse televizyonların en
yüksek karı sağladığı programlar dizilerdir. Kimi elemanlar konservatuvardan
mezundur, kimisi mankenlikten, şarkıcılıktan hatta sokaktan geçerken bile dizi
elemanı olmuştur. Kaldı ki yönetmen için çokta önemli değildi. Güzel bir
tarifti kimindi hatırlamıyorum ama “sokaktan herhangi biri gelsin yüzünü
mimiklerini az çok kullanmayı bilsin al sana dizi elemanı” demişti.
Ne de olsa diziler tiyatroya
benzemez, sinemaya benzemez. Orası öyledir “biz esas hünerlerimizi tiyatroda,
sinemada gösteririz” diyenler de az değildir. Öncellikle şu bilinmeli dizi
elemanları kapitalist sistemin devamı için bulunmaz Hint kumaşıdır. Sistem ve
çarkları onların sayesinde ve aldıkları kemik kırıntıları sayesinde gayet iyi
beslenir. Ancak tek başına sistemi dizi elemanları ayakta tutmuyor tabi ki.
Ancak gelişmemiş, henüz toplumsal bilince erişmemiş ve kim nereye sürerse oraya
gidebilecek durumda olan bir toplumu en güzel, en iyi, en rahat sömürmenin
aracı reklamlar, televizyon, dizi, dizi elemanları bileşkesidir. Bu bileşke
doğru anlaşılmaz ve doğru okunmaz ise sistemin devamı ve burjuvazinin sermaye
birikimi yanında kapitalizmin sömürgeciliği devam edecektir.
Daha dün kahvehane köşelerinde
çay simit yiyen hatta yiyemeyen, kirasını veremeyen vs elemanlar burjuvazinin
komşusu olacak kadar ücretler alarak yüzme havuzlu villalarda, kafelerde,
barlarda boy gösteriyorlar şimdilerde. Küçük ya da orta ölçekli sanayicilerle
neredeyse aynı gelire ve hatta onlardan da fazla gelire sahip olan dizi
elemanları bulunmaktadır. Yine de en küçüğünden en büyüğüne kadar bu elemanlar
mevcut sisteme hizmet ederek hem toplumun daha fazla tüketim yapmasını
sağlamakta, hem de toplumun gelişmemiş ya da gelişmekte olan bilinci körelten,
onu yok eden onun gelişimini durduran ya da mevcut sistemin istediği bilince
sahip olmasını sağlamaktadır.
Burada şu ya da bu elemanın
eski ya da yeni olması eğitimli ya da eğitimsiz olması büyük ya da küçük olması
solcu, sağcı, dinli, dinsiz, laik, cumhuriyetçi, vs gibi düşüncelere sahip
olması hiçbir şekilde verdikleri hizmetin sonuçlarını değiştirmez.
Dizilerden elde edilen gelir
kimlerine yetmez ve dizi elemanı doğrudan doğruya firmanın, şirketin, fabrikanın
yüzü haline gelir reklamlarında. O firmanın, malını en iyi şekilde satması için
bu da yetmez o firmanın üst düzey yetkililerine liderlik, diksiyon, hitabet vs
gibi dersler verir. Öylesine beslenir öylesine beslenir ki bunlar zamanla hatta
hangisi olduğu önemli değil o dönem kim iktidarsa onun hizmetine en aktif
şekilde girer.
Dizi elemanlarının şunca
yıllık eğitim, sosyal, siyasal, kültürel birikimi çok da önemli değildir onlar
sonuçta birer reklam aracıdır.
Eskiden Amerika da bir malın
ya da hizmetin satılması için askılı iki büyük kartona satılacak malı tanıtan
yazılar yazılıp boynuna takarlar cadde ya da sokaklarda dolaştırırlardı
insanları, arabaların, billboardların, tabelaların vs üzerine malı tanıtan
yazılar resimler yapıştırılırdı. Onca eğitim, birikim, kültür alan dizi
elemanları da günümüzde üzerlerine reklamları yapıştırarak dolaşmakta
ekranlarda.
Elbette mevcut sistemin
devamını sağlayan sadece dizi elemanları değil. Farklı mesleklerde de mevcut
sistem için işbirliği yapmaktadır. Ancak dizi elemanları sadece malın
satılmasına katkıda bulunmuyor aynı zamanda hangi senaryo olduğu çok önemli
değil, toplumun psikolojisini, kültürünü, yaşam tarzını da değiştiriyor.
Değişim elbette iyidir ancak ne hikmetse nereden bakılırsa bakılsın bu değişim
her zaman mevcut sistemin çıkar ve menfaatlerine hizmet etmektedir.
Dizi elemanların aldıkları
eğitimin “temel amacını ve neden bu mesleği seçtim” bölümünü yeniden okumasında
yarar vardır. “Ne yapalım aç mı kalalım, açıkta mı kalalım, bak arada bir tiyatromuzu
da yapıyoruz, sinemamızı da yapıyoruz, daha ne yapalım, arada bir eylemlere de
katılıyoruz, arada bir hükümeti de eleştiriyoruz, daha ne yapalım, sonunda ben
bir dizi elemanıyım, ışıkçısı, dekorcusu, senaryocusu, temizlikçisi, çaycısı,
neyse bende O’yum, iyi de bak eşitiz işte, hem ben yapmasam birileri yapacak,
hem çok karlı niye öyle diyorsun neredeyse en yüksek ücretleri biz alıyoruz,
iyi bir hayat yaşamak benimde hakkım, iyi de bak arada bir de olsa sizin
mitinglere de geliyoruz, ekranlara çıkıyoruz, sizin karşı olduğunuz konulara
biz de karşı geliyoruz”.
O mermileri, o silahları, o
askeri araçları üretenlerin, o bombaları, o copları üretenlerin, o yasaların
çıkmasını engelleyen, işkencelerin, gözaltıların, kayıpların, katliamların
hepsine göz yumanların, kaynağı hem reklam gelirleri hem sizin maaşlarınız.
Sizin akşam olunca yiyip, içip, yerken içerken meşk ile kendinizden geçerken,
sizin oynadığınız senaryolarla, repliklerinizle, rollerinizle akıl ve ruh
hastası ettiğiniz kimbilir kaç kişi birilerini öldürdü, evini terk etti,
intihar etti, kaçtı, kayıp, alındı, satıldı, öldürüldü daha da ötesi sokaklar
da caddelerde parklarda dolaşmayan, duyarlı olmayan, olup bitenlerden bir haber
olan ama git sor tek tek sana tüm dizileri anlatsın kahraman elemanlarını hangi
gün nerede ne yaptığını anlatsın, dedesinin, babaannesinin adını bilmeyen
amcasının, dayısının oturduğu yeri bilmeyen, kardeşinden bir haber vs ama sor
tüm dizileri sana başından sonuna anlatsın.
Neden kilitlenmiş, neden çünkü
tüketmesi lazım, neden yemesi, içmesi giymesi lazım, neden satış yapılması
lazım, neden kar edilmesi lazım, neden sermaye birikmesi lazım, evet dizi
elemanları hani bir zamanlar “herkese sanatçı denmez” deyip birilerine tepeden
bakanlar vardı, şimdilerde sizler de
kendinize “oyuncu” ya da “sanatçı” demeyin. Sizler birer dizi elemanısınız ve
mevcut sistemin devamını sağlayan en temel unsurlardan bir tanesi de sizsiniz.
Bu işbirlikçi duruşunuzu küçük, büyük hepiniz yeniden düşünün. Bu süreç gelir
geçer ve bunların hesabını ağır ödersiniz. Kanınızı emen oluk oluk enerjinizi
“sanat”ınızı sömüren kapitalist sistemin en önemli reklam aracı olan dizilerin
elemanı olmaktansa evet “acınızdan ölün!” gerçi kimse acından da ölmüyor.
Amerika’ya bakın hem
emperyalizmini hem de kapitalizmini en iyi şekilde sinema ve televizyon
aracılığıyla yürütüyor. Bir an için dizileri, sinema filmlerini çekin piyasadan
bakın bakalım ne oluyor. Amerika’da borsa çöker. Küresel mali kriz diyorlar
hatta şimdilerde yeni bir dalgası daha geldi geliyor. Hiç merak etmeyin diziler
ve sinemalar üretildiği sürece daha çok krizleri atlatır bu insanlık.
Amerikan sinema ve televizyon
sektörünün yıllık ortalama kar payı pek çok sanayi işletmesinden daha fazladır.
Sanattan çıkmış “zanaat” haline gelmiştir sektör. Sanayici olarak çalışmakta ve
sömürmektedir. Sömürü sinema ve televizyon sektöründe salt maddi olmaz aynı
zamanda manevidir de. Yani psikolojik bir sömürüdür. Toplumun duygularını
düşüncelerini de sömüren ve ona yön veren onu kapitalizmin emrine itaat ettiren
bir çeşit din üretmiştir.
Evet, televizyon ve sinema
sektörü esasında bir din gibi faaliyet yürütmektedir. Bu din elemanlarıyla siz
ona “oyuncu”ları deyin öylesine bir girdap yaratır, öylesine bir beyin yıkama
hizmeti yapar ki, neredeyse tüm toplum yaşamının her alında ayine başlar. Bu da
insanın insanlaşmasını önler ve zamanla insanlıktan çıkar ve etrafında dünyada
olup bitenler onun için çok sıradanlaşır. Ölümlerin en alasını dizilerde
filmlerde görür ve ölüm onun için sıradan bir şeydir. Kaldırımda yürürken
birine bir arabanın çarpması ya da herhangi birinin birilerini bıçaklanması
onun için sıradan bir şeydir uzaklaşır hemen oradan. Ayrılıklar onun için
sıradandır binlercesini izlemiştir. Kimi kahramanların ondan ona onlarca ilişki
yaşamasına şahit olmuştur. O dizilerde yaratılan lüks, sınıf atlama hayalleri,
yaşamlar öylesine tek tek gözlerinin içine değil beyinlerinin içine kazınır ki
toplumun ne pahasına olursa olsun hayatını o şekilde yaşamayı arzular.
Akıl ve ruh hastası toplumun
geniş kesimleri sömürüyü öylesine kabullenir ki ucundan kıyısından da olsa o
dizilerdeki gibi giyinmek, yemek, içmek, gezmek, alışveriş yapmak, oralarda
yaşayarak oralara gitmek arzusunun içinde kafayı yer ve bir şekilde her şeye
boyun eğer. İşyerinde patronun isteklerine, evde kocasının, okulda hocasının,
sokakta askerin-polisin, isteklerine, emirlerine, sömürüsüne boyun eğer ve kuzu
kuzu yaşamına devam eder. Neden üç beş çaput kumaş, üç beş ekmek arası şu bu,
üç beş kadeh, bilmem ne için biraz şuraya buraya gezme adına, her şeyi kabul
eder. Bu kabullenmeyi bu itaati bu emre uyuşu ağasında, şıhından, şeyhinden,
patronundan, babasından, öğretmeninden, komutanından öğrendiği yetmez bu
kaderci yaşam, bu teslimiyetçi yaşam daha çok artık dizilerden öğrenilir.
Dizilerdeki elemanlarda bunun en baş hizmetkârlarıdır.
Sağcı, solcu, dinli, dinsiz,
doğulu, batılı vs olması hiçbir şeyi değiştirmez bu hizmetkârlar çok iyi
çalışırlar çok iyi gayret ederler ve sonunda da ücretlerini alırlar. Ancak hiç
birine doğru düzgün bu paralar efendileri tarafından uzun süre yedirilmez. Bir
şekilde kumar, uyuşturucu, eğlence, şatafat, lüks, alkol, habire eş değiştirme,
hastalık, erken ölüm, kanser, erken yaşlanma, mutsuzluk, sağlıksız beden ve
ruh, boşanma, devamlı evlilik, çocuksuzluk, aşkı ve sevgiyi yaşayamama, kızı ya
da oğlu yaşında karşı cinslerle ilişkiler, iktidarlara hizmet onların tellalı
olmak, kişilik ve kimlik yoksunluğu nerede olduğunu bilememe nereye gittiğini
bilememe kime hizmet ettiğini bilememe hali. Evet dizi elemanları da sonuçta
akıl ve ruh hastasıdır.
Sistemin çarkları arasında yer
alanlar ve sisteme hizmet edenler akıl ve ruh hastalıklarından asla kurtulamaz.
Gizli ya da açık bu hastalıklar toplumda yaşanmamaktadır. Duyarsızlık, ilgisizlik,
bananecilik, benmerkezcilik, duygusuzluk, düşüncesizlik, vicdansızlık daha pek
çok yoksunluğa sahip bir toplum.
Bu toplumun en büyük hastalığı
tüketimdir. Tüketimde reklamlar aracılığıyla, reklamlarda diziler, diziler de
dizi elemanları ve onlara işveren televizyon sahipleri aracılığıyla, kişiliksiz
kimliksiz nereye gittiği ne yapacağı belli olmayan bir toplum yaratılmak
isteniyor ve yaratılmış durumda.
İnançların, düşüncelerin,
ideolojilerin, politikaların alt üst edildiği kimin ne konuştuğu, ne yaptığı
belli olmayan kaypak, dönek, işbirlikçi, düşüncesiz, duygusuz bir toplum
yaratıldı. Buna hizmet edenler sadece kendileri bunun bedelini ödemeyecekler
toplumun geniş kesimleri ödeyecek ödüyor da.
Bir ayin bir çan, bir ezan
sesi duyarcasına televizyonların karşısına doluşup dizi izleyen ve dizi
elemanlarının adeta kilisenin korosu gibi ya da caminin ilahi okuyanları gibi
toplumu bir ayine sokması ve bu dinsel tören sonunda her şeyi insanı
insanlaşmayı doğayı canlılığı bir kenara atıp adeta zincirlerinden koparcasına
sadece tüketen tüketen bir toplum yaratılıyor. Tüketimi ibadet haline getirmiş
olan bu yeni dinin inanları paranın tanrılaştığı ve para ile her şeyin
yapılabileceğine biat edenler diziler sayesinde dizi elemanlarının o derin
rolleri karşısında bir efsaneyi, bir mucizeyi dinlercesine ayini tamamlayan
ertesi gün bir kölelik bir kölelik aşkıyla işlerine bir sarılıyorlar aman işsiz
kalmayalım, aman işten atılmayalım, aman tek sigortam olmasın, sendikam
olmasın, hakkımda bu kadar olmasa da işim olsun, imanıyla sıkı sıkıya işine
sarılıyor. Çünkü çalışması lazım, kölelik yapması lazım, hiçbir şeye itiraz
etmeden her şeyi kabul etmesi lazım. Maaş günü geldiğinde de ya da öncesinde de
en yoğun şekilde ibadet edercesine tüketmesi lazım, çünkü tanrısı onu izliyor
tanrı bugün ne kadar alış-veriş yaptın, ne kadar yedin-içtin bugün burjuvazinin
sermayesi için ne kadar kölelik yaptın ve kazandığının ne kadarını ibadete yani
tüketime ayırdın diye soracak. Ona göre ödüllendirecek ya da cezalandıracak. 14-15
milyonu aşkın insan asgari ücretin altında çalışmakta ve bu ibadeti yapmak için
o kısıtlı imkânlarına rağmen kan ter içinde itiş tıkış koştura koştura
ibadetini yani tüketimini yapıyor ve sizler camilerin kiliselerin korolarında
ilahiler okuyanlar o bilinçsiz topluma verilen bu bilinçle tanrı-devlet-güç
üçgenine hizmet ediyorsunuz.
Tüketimin ibadet, paranın din
iman haline getirildiği kapitalist toplumdaki bireye parasız kalınca ya da para
harcayamadığı zamanlarda adeta günah işlediğini düşünmeye başlıyor. Dünün
dinleri ne de çabuk kendilerini sömürü düzenlerinin dini imanı olan paraya ve
onun tüketim ibadetine teslim oldular. Televizyon sinema reklam dizi dizi
elemanı konularına sadece dar klasik mantıkla bakıldığı sürece bu din daha da
büyüyerek cep telefonlarıyla internetle ve daha yeni versiyonlarıyla devam
edecektir. Kapitalizmin dinini, ibadet şekillerini, mabetlerini, rahiplerini,
hocalarını, ayinlerini, ilahilerini anlamadan topluma akıl ve ruh hastalığı
olarak dönen bu sistem değiştirilemez. Bu dine kimlerin hizmet ettiği ve
manastırlarında kimleri yetiştirerek toplumun üretici güçlerini etkisi altına
alıp kapitalizmin sömürü düzeninin yok edilmesinin engellendiğini görmeliyiz.
İletişim araçlarının nasıl, neden, kimler tarafından yönetildiği, kimlerin buna
hizmet ettiği anlaşılmalıdır. Günümüz kapitalizminde burjuva medya ve basının
içinde yer alanların doğrudan doğruya sistemin çıkar ve menfaatlerine çalıştığı
görülmelidir. Küçük bir haber, küçük bir söz, sahne, vs aldanılmalı medya ve
basının özellikle de dizilerin sömürücü düzenin en önemli aracı olduğu
anlaşılmadan mevcut sisteme hizmetten başka bir şey değildir.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
14.08.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder