13 Şubat 2016 Cumartesi

DİZİ DİZİ GASP, DİZİ DİZİ HIRSIZLIK, DİZİ DİZİ CİNAYET

Üretici güçler üzerindeki kuşatma cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar halen devam etmektedir. Ülkenin her yanında üretici güçlerin üzerindeki kuşatma doğru tahlil edilmelidir. Bu kuşatma kendisini zaman zaman işkence, katliam, inkâr ve imha olarak göstermektedir. Bunların yanı sıra özellikle son yıllarda daha da sistematikleşen psikolojik katliam, işkence, yaygınlaştı. Bu psikolojik savaş geçmişten günümüze asimilasyon, şovenizm, ırkçılık, vb. uygulamalarla topluma dayatıldı.

Kapitalizmin yerleştiği ülkede “tüketici toplum” yaratılarak tüketime koşar adımlarla gidiş psikolojik savaşın daha teknik ve daha basit bir şekilde ilerlemesini sağlamaktadır. Bu psikolojik savaş zaman içinde akıl ve ruh hastalarının tımarhanelerde değil sokaklarda, caddelerde kısacası ülkenin her yerinde çoğalmasına sebep olmuştur. Kuşatma öylesine derinleştirilmiştir ki kişilik, kimlik sorunu öylesine yaygınlaşmıştır ki düşünmeyen, hissetmeyen, sevmeyen, konuşmayan, paylaşmayan, aşık olmayan, üretmeyen, duyarsız insanlar topluluğu yaratılmıştır.

Sadece yiyen, içen, gezen, tozan, itikat eden, biat eden, itaat eden, emre uyan, sessiz, sedasız, yorgun, bitkin, bezmiş, mala, mülke, kariyere, şaşaaya, debbeye, düşkün bir toplum ve bireylerin her biri sağa sola savrulmuş sadece emir eri gibi köle gibi efendisinin sözünden çıkmayan, barakalarından, kulübelerinden, apartmanlarından, villalarından çıkıp sadece işe, okula, vs giden ve oradan da koşar adımlarla yine kümesine dönercesine sabırsızlıkla yerini alıyor.

Ne oluyor, ne bitiyor, etrafında, çevresinde aç kalan, yoksul olan, işsiz olan, işkenceye maruz kalan, tutuklanan, gözaltına alınan, kayıp edilen, taciz edilen, tecavüz edilen, kirletilen, yakılıp-yıkılan, sömürülen, ezilen, inkâr edilen, haksızlığa uğrayan birileri var mı, bir sınıf var mı, bir halk var mı sormadan sorgulamadan düşünmeden koşar adımlarla evden işe, evden okula işten ya da okuldan eve gidenler.

Maaşlarını alır almaz kredi kartlarının, faturaların derdine düşen sonrasında bir tüketim hastalığına kapılıp onu da alıyım, onu da yiyim, onu da içiyim, onu da giyeyim, diye çıldırırcasına mal mülk vs almaya başlar. Bu çıldırasıya alış-veriş yapmak bir zevk bir alışkanlık vs değil bu kapitalizmin birey üzerinde yarattığı en yüksek, en ağır hastalıktır.

Kapitalizmin kendisi en büyük, en riskli, en tehlikeli hastalıktır. “Tüketici birey” bu hastalığın en travmatik en kanamalı, en ağrılı, en acı çekilen, hastalığın en şiddetli halini yaşayan biridir. Tüketici olmak için ya üretici güçlerin emeğini en yüksek seviye de sömürerek en yüksek tüketicilik hastalığı yaşarsınız ya da ücretli kölelik yolu ile emeğinizi satar ve sattığınız emeğin karşılığı (kapitalizmde hiçbir zaman gerçek karşılığı olmayan) ücreti alırsınız ve başkasının emeğiyle üretilen malları ve hizmetleri bu ücretle satın alırsınız ve bu ücret fiyata dönüşerek sermaye güçlerinin karı haline gelir ve onların her geçen gün daha fazla sermaye birikimini sağlar ve böylece de kapitalist sistemin yaşamasını sağlarlar.

“Aç mı kalalım, çıplak mı dolaşalım,  para benim, çalışıyorum, kazanıyorum, harcıyorum, kimene, ne istersem yaparım benim emeğim değil mi,” daha neler neler. Bitmeyen akıl ve ruh hastalarının verdiği binlerce cevap mevcut. Bu hastalığın tedavisi oldukça zordur. Çünkü hastalığı tetikleyen pek çok neden vardır bunlardan öncelikle birini ele alacak olursak bu tetiklerin en başında reklamlar gelmektedir.
Reklamların medya ve basında yayınlanması ise öyle boş bir sayfaya ya da boş bir ekrana olmuyor. Reklam tek başına esas olarak bir şey ifade etmez. Reklamın zaman zaman değişen strateji ve taktikleri vardır. Reklamın en yoğun saldırılarını gerçekleştirdiği araç televizyonlardır. Televizyonlar geniş kitlelere en rahat ulaşılabilen kapitalizmin en ileri saldırı aracıdır. Bu araç tek başına sadece saldırı yapmaz doğrudan doğruya kapitalizmin sermaye birikimine en büyük katkıyı yapar.
Televizyonlardaki programların konusu içeriği fark etmeksizin bu programların hepsi belli sponsor (destekleyici) ya da reklam veren firmalar tarafından desteklenmektedir. Bu destek verilmediği takdir de o programları kimin, nasıl, neden yaptığına bakılmaksızın yayından kaldırılır. Televizyon üstüne yapılan değerlendirmelerin hepsi boş ve anlamsızdır.

Televizyonun tek bir amacı vardır o da burjuvazinin ürettiği mal ve hizmetlerin tanıtımı, pazarlanması, satışı hedeflenir. Bu sayede de burjuvazi üretici güçlerin emeğini sömürdüğü yetmez, gasp ve zor araçlarıyla ürettirdiği mal ve hizmetleri tüketicilere satar ve tüketiciyi ayrıca yüksek kar aracılığıyla sömürür ve sermayesine daha fazla sermaye katar.

Diyelim ki televizyon yok, reklam da yok peki bu mal ve hizmetler alınıp satılmayacak mı buradan yine burjuvazi yüksek karlar elde etmeyecek mi, elbette ki bu teknoloji gelişmeden önce onun yerine daha farklı araçlarla yine reklamlar yapılıyordu ve tüketicinin akıl ve ruh hastası olması doğrultusunda o mal ve hizmetleri alması sağlanıyordu.

Hemen hemen pek çok insanın gündelik hayatında sıradan sayılan ve o sıradanlık içinde neredeyse hiç önemsenmeyen ve dikkate dahi alınmayan araç televizyonlar. Televizyonlarda onlarca program yapılmakta bunlar arasında eğlence, yarışma, tartışma, sinema, dizi, haber vs programlar yapılmaktadır. Televizyon teknikleri ve programları üzerine de değinmeden uzun yıllardır özellikle önceleri sinema aracılığıyla belirli oranlarda yapılan ancak günümüzde akıl ve ruh hastalıklarını ilerleten “diziler”dir.

Diziler genelde her hangi bir senaryo etrafında dönen ve sonunda bitmek bilmeyen bölümler halinde hatta bitse bile tekrar tekrar yayınlanan ve sözde “oyuncu” denilen özü itibariyle yukarıda anlattığım burjuvazinin sermaye birikimine işbirlikçiliği yapan çarkın “eleman”larıyla yapılır.

Bu elemanlar sonuçta reklam, pazarlama şirketlerinin birer elemanı gibi çalışan ve bunun karşılığını da fazlasıyla alan elemanlardır. Pazarlamacı, aracı, komisyoncu, tanıtıcı, gibi pek çok kavrama da karşılık gelir bu elemanlar. Bunların beslenmesi, büyümesi, yemeleri, içmeleri gerekiyor dolayısıyla bu da yüksek ücretlerle olabilir. Dizilerdeki reklam, pazarlama elemanları kimileri eğitimli, kimileri alaylı denilen yani eğitim almadan eğitim almış olanın yanında çıraklıktan yetişen elemanlardır. İşlerini en iyi şekilde yapmak zorundadırlar. Ağlamaya, sızlamaya gelemezler. Öyle sendikaymış, grevmiş, eylemmiş, itirazmış, çok çalıştık, az para aldık, sağlık sorunlarım vardı, anam öldü, babam öldü vs yok öyle bir hakları olamazda. Onların insan olarak değil makinenin parçaları şeklinde değerlendirildiği gerçektir. Kişilikleri, kimlikleri dizilerin çekildiği sahaların dışındadır.

Onların göstereceği performans daha çok reyting demektir, onların emekleri daha çok reklam demektir, onların ekrandaki görüntüleri daha çok mal ve hizmetin satışı demektir, onların replikleri daha çok kar demektir, onların “oyunculuk”ları daha çok tüketim demektir, onların sesleri daha çok sömürü demektir, onların senaryoları ışıkları, sesleri rolleri vs vs daha çok akıl ve ruh hastası demektir.

“Sallarım başımı alırım maaşımı” değil bu işler. Toplumun her katmanına, her sınıfına, her kültürüne ona sormadan, danışmadan, onun fikrini almadan, onun geleceğini düşünmeden senaryo hazır, yönetmen, oyuncular “motor” hadi bakalım gelsin reklamlar, satılsın mallar, dolsun sermaye kasaları. Ve sen o alaylı ya da alaysız eğitimli ya da eğitimsiz üç kuruş para ile çoğunun villalarına, son model arabalarına, daha çocuğu yaşında kadın ya da erkeklerle evlenip boşanmalar ya da ilişki kurmalar, içki, uyuşturucu, kumar sanki ona verilen ücret onda kalacak sistem onu da bugün olmazsa yarın tekrar almak kaydıyla.

Dizi elemanlarının birçoğunun aldığı rakamlara bakıldığında neredeyse 100 işçinin 25 yıl çalışsa emekli olunca alacağı ikramiyeye eşdeğerdir. Ücret karşılaştırmaları pek çok meslekle yapıla bilinir. Sayısız örnek verilebilir. “Efendim, bizim işimiz çok zor ama biz rol yapıyoruz” işte bu bile işin ne kadar kolay olduğunun göstergesidir. “Rol yapıyorsunuz” zaten kendiniz hiçbir zaman olamadınız ki. Kime ne için rol yapıyorsunuz burjuvazinin sermayesinin daha da artması kapitalizm daha güçlensin diye.

Neredeyse televizyonların en yüksek karı sağladığı programlar dizilerdir. Kimi elemanlar konservatuvardan mezundur, kimisi mankenlikten, şarkıcılıktan hatta sokaktan geçerken bile dizi elemanı olmuştur. Kaldı ki yönetmen için çokta önemli değildi. Güzel bir tarifti kimindi hatırlamıyorum ama “sokaktan herhangi biri gelsin yüzünü mimiklerini az çok kullanmayı bilsin al sana dizi elemanı” demişti.
Ne de olsa diziler tiyatroya benzemez, sinemaya benzemez. Orası öyledir “biz esas hünerlerimizi tiyatroda, sinemada gösteririz” diyenler de az değildir. Öncellikle şu bilinmeli dizi elemanları kapitalist sistemin devamı için bulunmaz Hint kumaşıdır. Sistem ve çarkları onların sayesinde ve aldıkları kemik kırıntıları sayesinde gayet iyi beslenir. Ancak tek başına sistemi dizi elemanları ayakta tutmuyor tabi ki. Ancak gelişmemiş, henüz toplumsal bilince erişmemiş ve kim nereye sürerse oraya gidebilecek durumda olan bir toplumu en güzel, en iyi, en rahat sömürmenin aracı reklamlar, televizyon, dizi, dizi elemanları bileşkesidir. Bu bileşke doğru anlaşılmaz ve doğru okunmaz ise sistemin devamı ve burjuvazinin sermaye birikimi yanında kapitalizmin sömürgeciliği devam edecektir.

Daha dün kahvehane köşelerinde çay simit yiyen hatta yiyemeyen, kirasını veremeyen vs elemanlar burjuvazinin komşusu olacak kadar ücretler alarak yüzme havuzlu villalarda, kafelerde, barlarda boy gösteriyorlar şimdilerde. Küçük ya da orta ölçekli sanayicilerle neredeyse aynı gelire ve hatta onlardan da fazla gelire sahip olan dizi elemanları bulunmaktadır. Yine de en küçüğünden en büyüğüne kadar bu elemanlar mevcut sisteme hizmet ederek hem toplumun daha fazla tüketim yapmasını sağlamakta, hem de toplumun gelişmemiş ya da gelişmekte olan bilinci körelten, onu yok eden onun gelişimini durduran ya da mevcut sistemin istediği bilince sahip olmasını sağlamaktadır.

Burada şu ya da bu elemanın eski ya da yeni olması eğitimli ya da eğitimsiz olması büyük ya da küçük olması solcu, sağcı, dinli, dinsiz, laik, cumhuriyetçi, vs gibi düşüncelere sahip olması hiçbir şekilde verdikleri hizmetin sonuçlarını değiştirmez.

Dizilerden elde edilen gelir kimlerine yetmez ve dizi elemanı doğrudan doğruya firmanın, şirketin, fabrikanın yüzü haline gelir reklamlarında. O firmanın, malını en iyi şekilde satması için bu da yetmez o firmanın üst düzey yetkililerine liderlik, diksiyon, hitabet vs gibi dersler verir. Öylesine beslenir öylesine beslenir ki bunlar zamanla hatta hangisi olduğu önemli değil o dönem kim iktidarsa onun hizmetine en aktif şekilde girer.

Dizi elemanlarının şunca yıllık eğitim, sosyal, siyasal, kültürel birikimi çok da önemli değildir onlar sonuçta birer reklam aracıdır.

Eskiden Amerika da bir malın ya da hizmetin satılması için askılı iki büyük kartona satılacak malı tanıtan yazılar yazılıp boynuna takarlar cadde ya da sokaklarda dolaştırırlardı insanları, arabaların, billboardların, tabelaların vs üzerine malı tanıtan yazılar resimler yapıştırılırdı. Onca eğitim, birikim, kültür alan dizi elemanları da günümüzde üzerlerine reklamları yapıştırarak dolaşmakta ekranlarda.

Elbette mevcut sistemin devamını sağlayan sadece dizi elemanları değil. Farklı mesleklerde de mevcut sistem için işbirliği yapmaktadır. Ancak dizi elemanları sadece malın satılmasına katkıda bulunmuyor aynı zamanda hangi senaryo olduğu çok önemli değil, toplumun psikolojisini, kültürünü, yaşam tarzını da değiştiriyor. Değişim elbette iyidir ancak ne hikmetse nereden bakılırsa bakılsın bu değişim her zaman mevcut sistemin çıkar ve menfaatlerine hizmet etmektedir.

Dizi elemanların aldıkları eğitimin “temel amacını ve neden bu mesleği seçtim” bölümünü yeniden okumasında yarar vardır. “Ne yapalım aç mı kalalım, açıkta mı kalalım, bak arada bir tiyatromuzu da yapıyoruz, sinemamızı da yapıyoruz, daha ne yapalım, arada bir eylemlere de katılıyoruz, arada bir hükümeti de eleştiriyoruz, daha ne yapalım, sonunda ben bir dizi elemanıyım, ışıkçısı, dekorcusu, senaryocusu, temizlikçisi, çaycısı, neyse bende O’yum, iyi de bak eşitiz işte, hem ben yapmasam birileri yapacak, hem çok karlı niye öyle diyorsun neredeyse en yüksek ücretleri biz alıyoruz, iyi bir hayat yaşamak benimde hakkım, iyi de bak arada bir de olsa sizin mitinglere de geliyoruz, ekranlara çıkıyoruz, sizin karşı olduğunuz konulara biz de karşı geliyoruz”.

O mermileri, o silahları, o askeri araçları üretenlerin, o bombaları, o copları üretenlerin, o yasaların çıkmasını engelleyen, işkencelerin, gözaltıların, kayıpların, katliamların hepsine göz yumanların, kaynağı hem reklam gelirleri hem sizin maaşlarınız. Sizin akşam olunca yiyip, içip, yerken içerken meşk ile kendinizden geçerken, sizin oynadığınız senaryolarla, repliklerinizle, rollerinizle akıl ve ruh hastası ettiğiniz kimbilir kaç kişi birilerini öldürdü, evini terk etti, intihar etti, kaçtı, kayıp, alındı, satıldı, öldürüldü daha da ötesi sokaklar da caddelerde parklarda dolaşmayan, duyarlı olmayan, olup bitenlerden bir haber olan ama git sor tek tek sana tüm dizileri anlatsın kahraman elemanlarını hangi gün nerede ne yaptığını anlatsın, dedesinin, babaannesinin adını bilmeyen amcasının, dayısının oturduğu yeri bilmeyen, kardeşinden bir haber vs ama sor tüm dizileri sana başından sonuna anlatsın.

Neden kilitlenmiş, neden çünkü tüketmesi lazım, neden yemesi, içmesi giymesi lazım, neden satış yapılması lazım, neden kar edilmesi lazım, neden sermaye birikmesi lazım, evet dizi elemanları hani bir zamanlar “herkese sanatçı denmez” deyip birilerine tepeden bakanlar vardı,  şimdilerde sizler de kendinize “oyuncu” ya da “sanatçı” demeyin. Sizler birer dizi elemanısınız ve mevcut sistemin devamını sağlayan en temel unsurlardan bir tanesi de sizsiniz. Bu işbirlikçi duruşunuzu küçük, büyük hepiniz yeniden düşünün. Bu süreç gelir geçer ve bunların hesabını ağır ödersiniz. Kanınızı emen oluk oluk enerjinizi “sanat”ınızı sömüren kapitalist sistemin en önemli reklam aracı olan dizilerin elemanı olmaktansa evet “acınızdan ölün!” gerçi kimse acından da ölmüyor.

Amerika’ya bakın hem emperyalizmini hem de kapitalizmini en iyi şekilde sinema ve televizyon aracılığıyla yürütüyor. Bir an için dizileri, sinema filmlerini çekin piyasadan bakın bakalım ne oluyor. Amerika’da borsa çöker. Küresel mali kriz diyorlar hatta şimdilerde yeni bir dalgası daha geldi geliyor. Hiç merak etmeyin diziler ve sinemalar üretildiği sürece daha çok krizleri atlatır bu insanlık.

Amerikan sinema ve televizyon sektörünün yıllık ortalama kar payı pek çok sanayi işletmesinden daha fazladır. Sanattan çıkmış “zanaat” haline gelmiştir sektör. Sanayici olarak çalışmakta ve sömürmektedir. Sömürü sinema ve televizyon sektöründe salt maddi olmaz aynı zamanda manevidir de. Yani psikolojik bir sömürüdür. Toplumun duygularını düşüncelerini de sömüren ve ona yön veren onu kapitalizmin emrine itaat ettiren bir çeşit din üretmiştir.

Evet, televizyon ve sinema sektörü esasında bir din gibi faaliyet yürütmektedir. Bu din elemanlarıyla siz ona “oyuncu”ları deyin öylesine bir girdap yaratır, öylesine bir beyin yıkama hizmeti yapar ki, neredeyse tüm toplum yaşamının her alında ayine başlar. Bu da insanın insanlaşmasını önler ve zamanla insanlıktan çıkar ve etrafında dünyada olup bitenler onun için çok sıradanlaşır. Ölümlerin en alasını dizilerde filmlerde görür ve ölüm onun için sıradan bir şeydir. Kaldırımda yürürken birine bir arabanın çarpması ya da herhangi birinin birilerini bıçaklanması onun için sıradan bir şeydir uzaklaşır hemen oradan. Ayrılıklar onun için sıradandır binlercesini izlemiştir. Kimi kahramanların ondan ona onlarca ilişki yaşamasına şahit olmuştur. O dizilerde yaratılan lüks, sınıf atlama hayalleri, yaşamlar öylesine tek tek gözlerinin içine değil beyinlerinin içine kazınır ki toplumun ne pahasına olursa olsun hayatını o şekilde yaşamayı arzular.

Akıl ve ruh hastası toplumun geniş kesimleri sömürüyü öylesine kabullenir ki ucundan kıyısından da olsa o dizilerdeki gibi giyinmek, yemek, içmek, gezmek, alışveriş yapmak, oralarda yaşayarak oralara gitmek arzusunun içinde kafayı yer ve bir şekilde her şeye boyun eğer. İşyerinde patronun isteklerine, evde kocasının, okulda hocasının, sokakta askerin-polisin, isteklerine, emirlerine, sömürüsüne boyun eğer ve kuzu kuzu yaşamına devam eder. Neden üç beş çaput kumaş, üç beş ekmek arası şu bu, üç beş kadeh, bilmem ne için biraz şuraya buraya gezme adına, her şeyi kabul eder. Bu kabullenmeyi bu itaati bu emre uyuşu ağasında, şıhından, şeyhinden, patronundan, babasından, öğretmeninden, komutanından öğrendiği yetmez bu kaderci yaşam, bu teslimiyetçi yaşam daha çok artık dizilerden öğrenilir. Dizilerdeki elemanlarda bunun en baş hizmetkârlarıdır.

Sağcı, solcu, dinli, dinsiz, doğulu, batılı vs olması hiçbir şeyi değiştirmez bu hizmetkârlar çok iyi çalışırlar çok iyi gayret ederler ve sonunda da ücretlerini alırlar. Ancak hiç birine doğru düzgün bu paralar efendileri tarafından uzun süre yedirilmez. Bir şekilde kumar, uyuşturucu, eğlence, şatafat, lüks, alkol, habire eş değiştirme, hastalık, erken ölüm, kanser, erken yaşlanma, mutsuzluk, sağlıksız beden ve ruh, boşanma, devamlı evlilik, çocuksuzluk, aşkı ve sevgiyi yaşayamama, kızı ya da oğlu yaşında karşı cinslerle ilişkiler, iktidarlara hizmet onların tellalı olmak, kişilik ve kimlik yoksunluğu nerede olduğunu bilememe nereye gittiğini bilememe kime hizmet ettiğini bilememe hali. Evet dizi elemanları da sonuçta akıl ve ruh hastasıdır.

Sistemin çarkları arasında yer alanlar ve sisteme hizmet edenler akıl ve ruh hastalıklarından asla kurtulamaz. Gizli ya da açık bu hastalıklar toplumda yaşanmamaktadır. Duyarsızlık, ilgisizlik, bananecilik, benmerkezcilik, duygusuzluk, düşüncesizlik, vicdansızlık daha pek çok yoksunluğa sahip bir toplum.

Bu toplumun en büyük hastalığı tüketimdir. Tüketimde reklamlar aracılığıyla, reklamlarda diziler, diziler de dizi elemanları ve onlara işveren televizyon sahipleri aracılığıyla, kişiliksiz kimliksiz nereye gittiği ne yapacağı belli olmayan bir toplum yaratılmak isteniyor ve yaratılmış durumda.

İnançların, düşüncelerin, ideolojilerin, politikaların alt üst edildiği kimin ne konuştuğu, ne yaptığı belli olmayan kaypak, dönek, işbirlikçi, düşüncesiz, duygusuz bir toplum yaratıldı. Buna hizmet edenler sadece kendileri bunun bedelini ödemeyecekler toplumun geniş kesimleri ödeyecek ödüyor da.

Bir ayin bir çan, bir ezan sesi duyarcasına televizyonların karşısına doluşup dizi izleyen ve dizi elemanlarının adeta kilisenin korosu gibi ya da caminin ilahi okuyanları gibi toplumu bir ayine sokması ve bu dinsel tören sonunda her şeyi insanı insanlaşmayı doğayı canlılığı bir kenara atıp adeta zincirlerinden koparcasına sadece tüketen tüketen bir toplum yaratılıyor. Tüketimi ibadet haline getirmiş olan bu yeni dinin inanları paranın tanrılaştığı ve para ile her şeyin yapılabileceğine biat edenler diziler sayesinde dizi elemanlarının o derin rolleri karşısında bir efsaneyi, bir mucizeyi dinlercesine ayini tamamlayan ertesi gün bir kölelik bir kölelik aşkıyla işlerine bir sarılıyorlar aman işsiz kalmayalım, aman işten atılmayalım, aman tek sigortam olmasın, sendikam olmasın, hakkımda bu kadar olmasa da işim olsun, imanıyla sıkı sıkıya işine sarılıyor. Çünkü çalışması lazım, kölelik yapması lazım, hiçbir şeye itiraz etmeden her şeyi kabul etmesi lazım. Maaş günü geldiğinde de ya da öncesinde de en yoğun şekilde ibadet edercesine tüketmesi lazım, çünkü tanrısı onu izliyor tanrı bugün ne kadar alış-veriş yaptın, ne kadar yedin-içtin bugün burjuvazinin sermayesi için ne kadar kölelik yaptın ve kazandığının ne kadarını ibadete yani tüketime ayırdın diye soracak. Ona göre ödüllendirecek ya da cezalandıracak. 14-15 milyonu aşkın insan asgari ücretin altında çalışmakta ve bu ibadeti yapmak için o kısıtlı imkânlarına rağmen kan ter içinde itiş tıkış koştura koştura ibadetini yani tüketimini yapıyor ve sizler camilerin kiliselerin korolarında ilahiler okuyanlar o bilinçsiz topluma verilen bu bilinçle tanrı-devlet-güç üçgenine hizmet ediyorsunuz.

Tüketimin ibadet, paranın din iman haline getirildiği kapitalist toplumdaki bireye parasız kalınca ya da para harcayamadığı zamanlarda adeta günah işlediğini düşünmeye başlıyor. Dünün dinleri ne de çabuk kendilerini sömürü düzenlerinin dini imanı olan paraya ve onun tüketim ibadetine teslim oldular. Televizyon sinema reklam dizi dizi elemanı konularına sadece dar klasik mantıkla bakıldığı sürece bu din daha da büyüyerek cep telefonlarıyla internetle ve daha yeni versiyonlarıyla devam edecektir. Kapitalizmin dinini, ibadet şekillerini, mabetlerini, rahiplerini, hocalarını, ayinlerini, ilahilerini anlamadan topluma akıl ve ruh hastalığı olarak dönen bu sistem değiştirilemez. Bu dine kimlerin hizmet ettiği ve manastırlarında kimleri yetiştirerek toplumun üretici güçlerini etkisi altına alıp kapitalizmin sömürü düzeninin yok edilmesinin engellendiğini görmeliyiz. İletişim araçlarının nasıl, neden, kimler tarafından yönetildiği, kimlerin buna hizmet ettiği anlaşılmalıdır. Günümüz kapitalizminde burjuva medya ve basının içinde yer alanların doğrudan doğruya sistemin çıkar ve menfaatlerine çalıştığı görülmelidir. Küçük bir haber, küçük bir söz, sahne, vs aldanılmalı medya ve basının özellikle de dizilerin sömürücü düzenin en önemli aracı olduğu anlaşılmadan mevcut sisteme hizmetten başka bir şey değildir.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
14.08.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder