13 Şubat 2016 Cumartesi

NE OLACAK MEMLEKET (DÜNYA)İN HALİ? (I)
                                                  
I-Görünen köyün seçim sonuçları

58.333 kişiye bir hastane------------------------(Toplam hastane: 1.200)

48.780 kişiye bir kütüphane--------------------(Toplam kütüphane: 1.435)

18.172 kişiye bir kuran kursu------------------(Toplam kuran kursu:3.852)

5.384 kişiye bir devlet tiyatrosu--------------(Toplam devlet tiyatrosu:I3)

2.000 kişiye bir cami yaptırma derneği-(Toplam cami yaptırma derneği:35.000)

1.111 kişiye bir sağlık ocağı-------------------(Toplam sağlık Ocağı:63.000)

1.044 kişiye bir okul----------------------------(Toplam okul: 67.000)

909 kişiye bir Doktor------------------------- (Toplam doktor:77.000)

823 kişiye bir cami----------------------------(Toplam cami:85.000)

777 kişiye bir imam---------------------------(Toplam imam:90.000)

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak. 70 milyondan biri olmak. Eğitimde, sağlıkta, kültürde, inançta ne anlama gelir? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kaç okula, kaç hastaneye, kaç sağlık ocağına, kaç camiye sığar vs… Yukarıdaki tablo, 70 milyonun nereye ne kadar sığacağının az da olsa göstergesidir. Ne kadar geliştiğimizi, ne kadar çağ atladığımızı, ne kadar ilerlediğimizi bu tabloya bakıp da artık kimse inkâr etmez umarım. Bu tablodan sonra, hastane yok, kütüphane yok, okul yok vs diyenler artık oturup düşünür.

48.750 kişiye bir kütüphane düşüyor ve hala ülkemizde gericilikten, yobazlıktan bahsediyorlar el insaf. 1.044 kişiye bir okul düşüyor hala ‘’eğitim şart, eğitim şart’’ diyenler umarım artık ülkemizin ne kadar eğitimli olduğunu anlarlar. 58.333 kişiye bir hastane, 909 kişiye bir doktorla artık utanırlar her halde, ‘’hastane kapılarında bekleyenleri, kuyrukları, doktor bulunmuyor’’ diyenler. Okul, hastane, kütüphane, tiyatro vs çokta önemli değil bizim ülkemiz için, nasıl olsa fazlasıyla gelişmiş kalkınmış bir ülkeyiz. Gerçi bu kadar okul, kütüphane, tiyatro var da kaç kişi buralara gidiyor, sorusu da ayrıca önümüzde durmakta. 2002, 2007 seçim sonucunda tek parti iktidarı gerçekleşti ve çeşitli çevreler şaşırdı. Kimisi ‘’Abd, Ab destekliler kazandı’’ dedi, kimisi ‘’kömür, makarna dağıttı’’ dedi, kimisi ‘’darbelerden beslendiler’’ dedi, kimisi ‘’dini siyasete alet ettiler’’ dedi, daha pek şey söylendi. Son yapılan iki genel seçimlere ilişkin hemen hemen her kesimden pek çok değerlendirme yapıldı. Halen bu tür değerlendirmeler yapılmakta. Çok partili sisteme geçtiğimiz dönemden bugüne kadar ve yukarıdaki tablo değişmediği sürece de devam edecek olan seçim sonuçları üç aşağı beş yukarı aynı olacak. Elbette ki yukarıdaki tablo tek başına bu sonuçları belirlemiyor. Hatta bu tabloya başka verilerde eklenebilir. Ancak sonuçta tablo bu ve sonuç yine farklı olmayacak.

Yukarıdaki tablonun sorumluları belli. Bu sorumlular geçmişten günümüze bu tablonun hesabını vermedikleri sürece ya da hesap alınmadığı sürece seçim sonuçlarında değişiklik beklemek sadece trajikomik yeni bir tablo oluşturur.2009 yılında ülkemiz koşulları her geçen gün Cumhuriyetin 1. Dönemi (Mustafa Kemal Atatürk Dönemi)’nin de gerisine gitmiştir. Bu sonuçtan hareketle Cumhuriyetin 2. Dönemi (İsmet İnönü Dönemi)’nden günümüze kadar olan dönemi çok iyi anlayıp, yorumladıktan sonra ancak yeni çözümler üretebiliriz. Aksi halde değişim, dönüşüm her geçen gün daha da ileri bir tarihe ertelenecektir.

II- Anti-emperyalist, devrimci, sovyet dayanışması

Cumhuriyetin 1. Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist işbirliği karşısında, hem Osmanlı yönetimiyle hem de emperyalist işgal ordusuyla savaşmakla geçmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyetin 1. Dönemi, ANTİ-Emperyalisttir. Savaşın bitimiyle mevcut düzenin egemenliğine son vererek, yerine halkın kendi kendini yönettiği ‘’Cumhuriyet’i ilan etmiştir. Cumhuriyetin ilanı öncesi ve sonrasında pek çok DEVRİM gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyetin 1. Dönemi, DEVRİMCİ’dir. Emperyalist işgal karşısında verilen savaşta, hem savaşın başında, hem de sonunda 1917 EKİM DEVRİMİ (SOVYET DEVRİMİ) ile yıkılan Çarlık Rusya’sının yerine Lenin ve yoldaşları tarafından kurulan Sovyetler Birliği yönetimi Cumhuriyetin 1. Dönemini her türlü alan da desteklemiş ve yardım da bulunmuştur. Dolayısıyla Cumhuriyetin 1. Dönemi, SOVYET DAYANIŞMASI’nı benimsemiştir.

Cumhuriyetin I. Dönemi’nin ANTİ-EMPERYALİST, DEVRİMCİ ve SOVYET DAYANIŞMASI, Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında geçerli olmuştur. Cumhuriyetin 2. Dönemi’nin başlangıcıyla günümüze kadar devam eden süreç hem ANTİ-EMPERYALİST, hem de DEVRİMCİ, hem de SOVYET DAYANIŞMASI özelliğinden uzaklaşmıştır ve bu devam etmektedir. Cumhuriyetin 2. Dönemi ile birlikte başlayan emperyalist ülkelerle askeri, ekonomik, siyasal, kültürel vs. ilişkiler her geçen gün daha fazla ülkenin gerilemesine, daha fazla kapitalistleşmesine, daha fazla emperyalist işbirlikçisi bir ülke haline gelmesine sebep olmuştur. Cumhuriyetin 1. Dönemi’nin kazanımlarını daha devrimci bir sıçrayışla daha ileri bir aşamaya geleceği yer de, bu kazanımlar Cumhuriyetin 2.Dönemi ile başlayan ve halen devam eden süreçle daha da geriye gidilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk ANTİ-EMPERYALİST, DEVRİMCİ, SOVYET DAYANIŞMASI’nı benimsemiş biri olarak 1919 ile 1938 arasında üzerine düşenleri yapmıştır.

Eksikleri var mıdır, yanlışları var mıdır, hataları var mıdır? Elbette. Hiçbir devrim hatasız, eksik, yanlışsız olamaz. Her devrim kendi içinde devamlılığı olmadığında, bulunduğu noktadan daha ileri noktalara yeni sıçramalar yapmadığında zamanla karşı-devrime döner. Nitekim Cumhuriyetin II. Dönemi ile birlikte devrim karşı-devrime dönmüştür.

Not: Cumhuriyetten önce ocak ayına kânun-u sani denirdi, ekim, kasım ve aralık ayları yoktu. Teşrin-i evvel, teşrin-i sani, kânun-u evvel ve kânun-u sani vardı. Yılın on iki ayının bugün ki isimleri ancak 15 Ocak 1945 tarihinde düzenlendi (bir ara düşünülse de bir kısmı hariç kabul görmeyen on iki ayların isimleri ise ocak, gücük, yelin, açaray, gülay, bozaran, biçim, derim, verim, ekim, kasım, aralık idi.). sadece bu düzenleme bile I. Dönem ile II. dönem arasındaki değişimi, dönüşümü ve bunun hızını göstermeye yeterlidir.

III. Nereye kadar liberalleşme?

Türkiye İş Bankası, 26 Ağustos 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle Mahmut Celal Bey (Bayar) tarafından kuruldu. Bankanın 1 milyon TL’lik nominal (saymaca, yazılı) sermayesinin fiilen ödenen 250 bin TL’lik bölümünün tümü Mustafa Kemal Atatürk tarafından karşılandı. Kuruluş ana sözleşmesinde bankanın amaçları arasında tarım, sanayi, madencilik, enerji üretimi ve dağıtımı, bayındırlık işler, nakliyecilik, sigortacılık, turizm ve ihracat alanlarında her türlü teşebbüsü kurmak ve iştirakleriyle bulunmak da yer alıyordu. Bu elbette ki Cumhuriyetin I. Dönemi’nde oluyordu.

Halk Fırkası (1924’e değin), (1924-35) Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF), Cumhuriyetin 1. Dönemi’nin ilk siyasal partisidir. Halk Fırkası (HF), Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin siyasal bir parti haline dönüştürülmesiyle kurulmuştur. HF’ nin kuruluşuna ilişkin karar 9 Eylül I923’te açıklanmış olmasına rağmen, HF’ nin resmi olarak kuruluş tarihi 11 Eylül I923’tür. Genel Başkanlığına Mustafa Kemal Atatürk, genel başkan vekilliğine İsmet İnönü ve genel sekreterliğine de Recep Peker seçildi. HF’ nin, tüzüğünde ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasına yol gösterme, Türkiye’yi çağdaşlaştırma ve hukuk devletini egemen kılma gibi amaçlar yer alıyordu. HF 10 Kasım 1924’de, CHF adını aldı. CHF, tüzüğü demokratik bir nitelik taşımaktaydı. CHF, Sivas Kongresi’ni (1919) 1. Kurultay olarak kabul etti. 15 Ekim 1927’de II. Kurultay’ı topladı. II. Kurultayda cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması (laiklik) temel ilkeler olarak kabul edildi. CHF, 1929 Kapitalist Kriz’inde ekonomide devletçiliği benimsedi. 10 Mayıs 1931’de III. Kurultayı toplandı ve partinin ilk programı kabul edildi. Parti ilkelerine devletçilik ve devrimcilik ilkeleri eklenerek, partinin temel ilkeleri olarak altı ilke belirlenmiş oldu. 19 Şubat 1932’de partiye bağlı bir kitle örgütü olan Halkevleri kuruldu. Zamanla parti ekonomik konulara daha da ağırlık verdi. Bu dönemde devletçiliğin başlıca uygulayıcılarından Celal Bayar iktisat vekilliğine getirildi. 9 Mayıs 1935’te toplanan IV. Kurultayda liberalizme karşı devletçilik anlayışı daha fazla vurgulandı. Böylece devlet özel girişimleri denetleme ve yönlendirme yetkisine sahip oldu. 1937’de fırkanın altı temel ilkesi cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilik anayasa maddesi oldu. İş Bankası Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kurdurduğu bir bankadır. CHF’yi de Mustafa Kemal Atatürk kurdu. Bugün İş Bankası ve CHF nerede, nasıl, neleri savunuyor, kime hizmet ediyor, ilkeleri nedir? 2009 yılında, Türkiye İş Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Ersin Özince, ‘’İstanbul’un finans merkezi olması için Türkiye’nin daha liberal bir ülke olması gerektiğini ’’, ‘’Yoksa onun taşınması, bunun taşınması değil. Londra’nın, New York’un, hatta Dubai’nin finans kurallarına göre kurallarınızı değiştirmeye başlayın, banka Ankara’ya gitsin, isteyen New York’tan, Londra’dan İstanbul’a gelsin. Onları şirketlerin kendilerine bırakın. Merkez Bankası istediği yerde kalabilir. Yani isterseniz buna ’Van’a gitsin’ ‘’ diyebilirsiniz. Kuralların iyi düzenlenmesi yeterli’’ diyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Mustafa Kemal Atatürk’ün Genel Başkanlığından sonra öylesine farklı farklı değişimlere dönüşümlere uğradı ki her defasında Mustafa Kemal Atatürk’ün kemiklerini sızlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ e ve CHF döneminde partinin almış olduğu kararlarından farklı farklı noktalara gelmiştir. CHP İsmet İnönü döneminde ‘’ortanın solu’’, Bülent Ecevit döneminde ‘’demokratik sol’’, Erdal İnönü döneminde (Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yi (SHP), CHP’nin bir dönem devamı ya da bağlaşığı sayarsak) ‘’sosyal demokrat’’, Deniz Baykal döneminde ‘’ulusal sol’’ olduğu siyasal tarih bilgimizi tazelersek, bu aşamalardan bugünlere gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, dönemindeki CHF, ANTİ-EMPERYALİST, DEVLETÇİ EKONOMİden yana, Sovyetler Birliği ile dayanışma halinde bir parti idi. Emperyalistlere karşı savaşı yöneten Mustafa Kemal Atatürk, İş Bankası’nı ve CHF’yi kurarken merkez bankamızın ‘’isterse ‘Van’da olsun’’ demedi. Bankaların ve bankalarımızın Londra’da, New York’ta ya da Dubai’de olmasını da söylemedi. Hele hele ‘’Türkiye ne kadar liberalleşirse o kadar çok finans merkezi haline gelir ’’ hiç demedi. İş Bankası’nı kurma amacını yukarıda açıkladık. Oysa bugün ki genel müdürü’nün küresel ekonomiye ya da emperyalist ekonominin kapitalist işbirlikçiliği tadında konuşma yapmasını düşünmemiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde küresel (emperyalist) mali kriz diye tanımlanan ‘’kapitalizmin kabuk değiştirme’’sinden başka bir şey olmayan bu dönem ve finans sektörünün baş atı olan bankaların nerede olup olmamasının hiç de öneminin olmadığını söylemek CHF ve İş Bankası’nın kuruluşuna terstir. Abd merkez bankası acaba bugün ya da yarın ülkenin ücra bir yerinde mi yoksa merkezinde mi? Teksas’ın ya da Alaska’nın ya da Hawaii’nin bir kentinde ya da kasabasında mı? Abd kendi ülkesinde yapamadıklarını nedense kendisine bağımlı ülkelerdeki sözcüleriyle ne de güzel dillendiriyor olsa gerek. Tıpkı Imf’nin bol bol şuna buna zam yapın, ancak o zaman ekonominiz düzelir, öğütleri verilirken, ne hikmetse temel tüketim mallarına 50 yıldır Abd’de zam yapılmamakta. Evet, bu ne lahana bu ne perhiz. Aynen öyle, teknolojik, otomobil vs ürünler dışında temel tüketim mal ve hizmetlerine Abd’de 50 yıldır zam yapılmıyor. Oysa bizim gibi ülkelerde zam, zam, zam tavsiyesinden başka hiçbir şey yok. İngiliz Sterlinin Abd Dolarının yıllardır değişmediği gerçeği orta dururken biz de değişen, değiştirilen para ve birimlerinin değişmesini, gelişme olarak anlatılıyor. Biz de piyasaya çıkan paraları bir albüme dizersek başka paraya gerek kalmaksızın geniş bir para koleksiyonu oluştururuz. Çok geriye gitmeye gerek yok 20 yıl önceki dolar ya da sterlini yastık altından çıkarın gidin ne alacaksanız alırsınız. 20 yıl önce ki TL’yi çıkarın bakalım ne alacaksınız? Elbette hiçbir şey.

Cumhuriyetin II. Dönemi’nin I945 yılından sonra Türkiye ekonomisinin dışa açılmasına İş Bankası da katıldı. İlk yabancı sermayeli şirketlerin kuruluşuna önayak oldu. 1948’de Vehbi Koç ve General Electric Company adlı Abd şirketi ile birlikte General Elektric’in ve Hollanda’nın Unilever grubuyla birlikte Unilever-İş’ in kuruluşunu destekledi. 1950’de Dünya Bankası’nın öncülüğünde Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın kurulmasında önemli rol oynadı. Cumhuriyet’in I. Dönem’in ilkesel ANTİ-EMPERYALİST yaklaşımının II. Dönemle yerle bir edilmesi elbette ki bu sonuçları doğuracaktır. Dolayısıyla iş bankası genel müdürünün bugün ki açıklamalarına şaşırmamak gerek.‘’Türkiye ne kadar liberalleşirse o kadar çok finans merkezi haline gelir ’’, cümlesine umarım CHP yönetimi ve iş bankası yönetimi bir kere daha düşünür. Kapitalizmin liberalist anlayışlar sonucunda geldiği son nokta küresel yani emperyalist mali kriz. Emperyalizmin göbeğinde devlet müdahaleleri, devlet planlamaları, devletin sosyalleşmesi, sözde de olsa öne çıkarken, bu cümle ne kadar anlam taşır? McCain Abd’ deki seçimler sırasında ‘’Obama’yı seçerseniz Abd’ye sosyalizm gelir’’ derken bizde hala kraldan çok kralcı olma geleneği devam etmekte. Gerçi Obama’nın gelmesiyle Abd’ye sosyalizm geldiği de yok. 

IV- Alternatif olabilmek ve çözüm

DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, CHP’nin yüzde 20’nin üstünde oy almasının mümkün olmadığını belirterek ‘’Şimdi, oyları bölmeyin demek ayrı bir bölücülüktür ’’ diye konuştu. Kırıkkale’de konuşan Sezer ‘’22 Temmuz seçime birlikte gidildi, alınan oy yüzde 20. şimdi ‘oyları bölmeyin’ demek ayrı bölücülüktür. Türkiye’yi Akp karşısında, alternatifsiz bırakmaktır ’’ dedi.

Sayın Sezer DSP’nin tek başına, CHP’nin tek başına, SHP’nin tek başına ve birbirinin devamı olan, ardılı olan, önceli olan ya da ayrılanı olan diğer tüm CHF’den türeyen partilerin tek tek aldıkları oyun ve hepsinin birden aldığı toplam oyları çok iyi bildiğine inanıyorum. İyi de bunu bilmek ve bunu çözümsüzlüğe sürüklemek kime ve kimlere yaradı? Çok partili sisteme geçmemizden bugüne kadar CHF kuruluş amacının temelinin DEVRİMCİ olması nerede kaldı, ANTİEMPERYALİST olması nerede kaldı, ÖZGÜRLÜKÇÜ, BARIŞÇI, TOPLUMCU, HALKÇI ve daha pek çok özelliği nerede kaldı? Bunun da bir sayısal değerini verebilir miyiz? Bugün CHF’ nin kurulduğu günden ve parçalara ayrılmasından bu yana hepsinden önce ANTİEMPERYALİST duruşu nerede kaldı? Parti kongrelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün resmini koca koca duvarlara asanlar o resme bakarken CHF’ nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusunun ANTİEMPERYALİST duruşunu bugün nasıl ve ne şekilde dillendirmekte? Hangisinin parti programında tüzüğünde, planlarında, projelerinde ANTİEMPERYALİST savaşım vardır? Bugüne kadar CHF’nin devamı olan, ardılı olan, ya da ayrılan hangi parti ANTİEMPERYALİST duruşu yaydı, yaygınlaştırdı, hangisi bir gün bile bu ülkede ANTİEMPERYALİST bir eylemi örgütledi ve gerçekleştirdi.

‘’Bölücülük’’ evet, ‘’bölücülük’’ herhalde en iyi bilenler CHF’ yi bugün bu kadar çok parça parça hale getirenler herkesten daha iyi biliyordur. ANTİEMPERYALİST bir programı olmayan CHF devamı ya da ayrılan hiçbir parti onu temsil etmemektedir. Dolayısıyla bugün şu ya da bu şekilde olsa da dün olduğu gibi bugün de kendi köklerinden uzak olanlar asla emperyalistlerle işbirliği yapan partilerin alternatifi olamaz.

  Her şeye rağmen mevcut olanı değiştirmek isteyenler, bu konuda samimi, dürüst, gerçekçi olduğunu savunanlar ‘’oyları bölmek’’, ‘’bölücülük’’, ‘’geçen seçim şu kadar oy aldın, almadın’’ gibi tartışmalar yerine nerede olduğumuzu ve nereye doğru gittiğimizi bilerek çözüm için, birlik oluşturmalıdır.

V- Kadın demeden, çocuk demeden

 Gazze’de savunmasız çocuk ve kadınlara bomba yağdırmak, terörle mücadele olarak tanımlanıyorsa elbette Abd’de ve Ab’de bunun arkasında yer alacaktır. Neden, çünkü Abd ve Ab nerede olursa olsun terörle mücadele konusunda haklı olarak savaş vermektedir. Tabi terör, denilen Abd ve Ab çıkarlarına vuruyorsa, terörle mücadele daha da güçlü dile getirilir.

 Kadınmış çocukmuş kim olursa olsun başını ezeceksin. Kadın olsun çocuk olsun bombaları yağdıracaksın. Terörle mücadelenin emperyalist ve kapitalistler için kuralı budur. Gürcistan’da Abd’nin gösterdiği hassasiyete sakın yanlış anlamayın. Orta Asya’ya uzanan emperyalizmin önünde engel varsa Gürcistan’ın yaptıkları helaldir, Rusya’nın yaptığı yanlıştır. Gazze’de yağan bombalarda helaldir. Buna şaşırmaya gerek yok. Bm, Abd, Ab, Arap ülkeleri, vs bugün olup bitenlere terörle mücadele olarak yeni bakmıyor, yıllardır bu böyle. Böyle olmasa Afganistan, Irak bu kadar kolay işgal edilebilir miydi? Dünya Afganistan’ın ve Irak’ın yerle bir edilmesinde ne yaptı da Gazze’de yapılanlara karşı ne yapılmasını bekliyoruz. Kadın demeden, çocuk demeden yağdıracaksın bombayı, kadın demeden çocuk demeden kurşuna dizeceksin, kadın demeden çocuk demeden zincirleyeceksin, kadın demeden çocuk demeden süreceksin, kadın demeden çocuk demeden yakacaksın. Neden? Çünkü emperyalizm kadının değişiminin, dönüşümünün, kadının insanlaşmasının ve erkekle eşit olmasının, yöneten, düşünen, üreten olursa o toplumun değişeceğine, dönüşeceğini biliyor. Neden? Çünkü emperyalizm çocukların yani yeni nesillerin eski nesiller gibi kolay kolay durağanlaştırılamaz, kandırılamaz, uyutulamaz, uyuşturulamaz. Genç insanların dinamik, hareketli, değişimi ve dönüşümü dayatacağını biliyor.

 Kadınların ve çocukları katli emperyalizmin en temel görevidir. Onlar küçük küçük büyük büyük katledilecek yok edilecek, alınacak, satılacak, pazarlanacak, bombalanacak, yakılacak, sürülecek ki emperyalizm kendi egemenliğini devam ettirsin ve yoluna devam etsin, gücü kuvvetini göstersin. Öyle mertçe, yiğitçe göğüs göğse savaşmayı aklına bile getirmez. Şurada atom bombası yapılıyor, şurada hidrojen bombası yapılıyor, şurada kimyasal silah yapılıyor, şurada terörist var, şurada falan var filan var yağdır bombayı kadınların, çocukların üstüne. İnsani yardımların Gazze’ye gidebilmesi için izin isteyenler acaba orada ki ölülerin ve yaralıların her geçen gün daha da arttığını ve gidecek olan insani yardımın yıkık virane boş evlere gitmesi halinde hangi izni isteyecekler? Kadın demeden çocuk demeden terörle mücadele adına gereken neyse o yapılmalıdır. Zihniyeti barbarlığın başlangıcından günümüze kadar devam etmektedir. Neden? Çünkü kadın ve çocuk barbarlığın başlangıcından günümüze değin ya ganimet olarak görülmüştür ya da yok edilmiştir. Her hangi bir mal gibi satılmıştır bin yıllardır. Halen de devam etmektedir. Irak’ın işgalinden hemen sonra Irak ve Suriye pazarlarında Iraklı kadınlar alınıp satılmıştır. Dönemin Avrupalı bazı devletleri (İspanyollar, Portekizliler, İngilizler, vs) Amerika kıtasını keşfettikten sonra, Amerika’nın yıllardır gerçek sahibi olan halkları katliamdan geçirdi. Özellikle kadın ve çocukları barbarist bir şekilde köleleştirdi. Amerika’da yaşayan Kızılderili, Aztek, Maya, İnka (Bu halkların Türk olduğu iddialarını, bir an olsun kabul etsek Avrupalı barbaristlerin yıllar öncesinde, Türklere olan düşmanlığın o yıllarda adeta Amerika’da yaşayan halkların sanki Türk olduğunu bilerek intikam duygusuyla bu halklar üzerinde büyük bir soykırım gerçekleştirmiştir.) halklarına soykırım uygulamıştır. Avustralya’da Aborjinlere yönelik soykırım yine aynı mantıkla yapılmıştır. Afrika halklarına yönelik soykırım gene aynı mantığın ürünüdür.

 Barbarist, katliamcı zihniyet çeşitli dönemlerde kendisini göstermiştir, göstermektedir devam etmektedir. Sömürgeci, işgalci, katliamcılar için o dönem de Kızılderililer, Aztekler, Mayalar, İnkalar onlar için teröristti o dönemde. Yıllar sonra Avrupa’dan çeşitli adli suçlardan, siyasi suçlardan, vs Amerika’ya gidenler, İngilizlere karşı Amerika’da bağımsızlık savaşı verdiğinde İngilizlerin deyimiyle ‘’bu çapulcular ’’ da ‘’terörist’’ti. Birkaç yıl sonra Fransa’da ayaklanan ve daha sonra cumhuriyeti ilan eden halk ve onların önderleri de mevcut monarşi tarafından ‘’terörist’’ ilan edilmişti. Devamın da Paris Komünü gerçekleştiren işçi sınıfı da cumhuriyet sonra II. Napolyon yönetimince ‘’terörist’’ ilan edilmiştir. Ekim devrimi öncesinde çarlık Rusya’sın da Bolşevikler de ‘’terörist‘’ ilan edilmişti. Cumhuriyet ilan edilmezden önce Osmanlı, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ü de  ‘’terörist‘’ ilan edilmişti. Faşist Nazi Almanya’sında Dimitrov ve dönemin antifaşist cephe içinde yer alanlar da ‘’terörist‘’ ilan edilmişti. Küba’da Castro, Vietnam’da Ho Chi Minh Her ikisi de Abd emperyalizme karşı savaş açtıklarında onlar da ‘’terörist‘’ ilan edilmişti. Kısacası, insanlık tarihinin barbarist dönemin başlangıcından günümüze kadar, tarihsel süreç içersin de nerede olursa olsun insana dair, insanlaşamaya dair, bugün emperyalizm ve kapitalizm adı altında bütünleşen yani barbarist, katliamcı, inkârcı, yok edici, sömürgeci, işgalci güçlere karşı koyan herkes emperyalistlerce ‘’terörist’’ ilan edilmiştir.

VI-Bizim diyebilmek adına
 Burjuvazinin medya ve basının da çalışan ‘’gazeteci’’lerin aşağıdan, yukarıya pek çok kademesinde geçmişte ‘’solcu’’ oldukları bilinen daha doğrusu ‘’solcu’’ olduklarını düşünen oldukça fazladır. ‘’Solcu’’ olmak ve burjuva medya ve basınında çalışmak ne kadar çelişki ise de öyle ya da böyle bu çelişkinin farkında değildir, çalışanlar ya da farkındadırlar ama ‘’geçim derdi ne yapalım’’ deyip konu kapanır.

 Paranın alamayacağı pek çok şey vardır ve bunlardan biri de insanın inandığı değerlerdir. Bu öyle bir şeydir ki ne makam ne para tanımaz gün gelir tokat gibi çarpar. Sahip oldukları yaşam standartlarını kaybetmemek adına çoluk çocuk geçindiriyoruz adına gece gündüz hafta sonu demez üç kuruş adına inandığı değerleri reddederek çalışırlar. Kimi zaman hastası olsa da, ölüsü de olsa, doğumu da olsa başında bulunamaz ya bir haber peşinde ya, baskı da vs olmak zorunda ve patronunun gözüne girebilmek adına her türlü değerden soyutlanır ve patronun isteklerini gerçekleştirir. Bu ‘’gazeteci’’lerin pek çoğu demokrasiyi insan haklarını, halkın özgür iradesini, azınlıkların haklarını, hukukun üstünlüğünü, baskıya, zulme, sömürüye karşıdırlar, daha pek çok şeyi savunurlar ama ne hikmetse çalışırken maaşlarını tıkır tıkır alırken, bunlar hiç akıllarına gelmez. İşsiz kalınca ya da istifa edecekleri zaman akıllarına gelir. Burjuva medya ve basınında çalışanlar ne ‘’solcu’’ idiler, ne de bugün, ne de yarın ‘’solcu’’ olamayacaklar. Her toplum da olduğu gibi bizim toplumumuzda da pek çok insanın ailesi çocukları var. Her aile çocuklarını ve geleceklerini düşünmekte ve onlar için çalışmakta. Ancak inandığı değerleri bir kenara bırakıp hatta hatta inkâr edip eline kalemi alıp, eline küreği alıp, eline fırçayı alıp, eline neşteri alıp vs ben işime bakayım çoluğumun çocuğumun geçimine bakıyım, hak, hukuk, gelişme, değişme, dönüşme, yeni toplum, yeni insan yaratmak, topluma insanlığı daha iyi daha doğru daha güzel daha mutlu hep birlikte paylaşabileceğin, üretebileceğin bir topluma gitmek adına mücadele etmek adına, benim ailem, benim çocuklarım, benim işim, benim evim, benim arabam, benim param, benim malım, benim geleceğim, benim çocuklarımın geleceği, benim, benim, benim, diyerek hiçbir şey olmaz hiçbir şey değişmez, dönüşmez.

 Her ne yaparsak yapalım, hangi işte çalışırsak çalışalım, yaptığımız her şeyi tüm dünya insanlığının mutluluğu adına yapmalıyız. Senin, onun, benim, tek başına mutluluğu olamaz. Bizim olabilir ancak.

VII- Faşist Saldırılar

İsrail ordusu, operasyonun ikinci aşamasının ‘’İsrail’in güneyine yönelen roket saldırılarını etkisiz hale getirmek ve Hamas’ın terör alt yapısını imha etmek’’, İsrail askeri Baş sözcüsü Avi Benayahu, ‘’Bu bir okul gezisi değil. Birçok günden bahsediyoruz’’, ‘’Amaç operasyon bölgesinde Hamas’ın terör alt yapısını çökertmek ’’, İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ‘’Amacımız Hamas’ı iktidardan indirmektir’’, George W. Bush (Abd Başkanı 20 Ocak 2009’a kadar) Ehud Olmert’i arayıp kara harekâtı için onay verdi. Başkan Bush, yarın Bm (Güvenlik Konseyi’nde ele alınacak İsrail’i kınayan karar tasarısını veto edeceği sözü de verdi. Ayrıca Bush İsrail bombardımanını, ‘’halkını korumaya çalışan bir ülkenin verdiği cevap’’, Ab Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin sözcüsü Jiri Frantisek Potuznik, İsrail kara birliklerinin Gazze’ye girişini ‘’saldırı değil, savunma amaçlı’’ ve Potuznik, Ab Troykası’nın ziyaretinden hemen önce İsrail’in kara birliklerini Gazze’ye sokmasının kendilerinde hayal kırıklığı yaratmadığını’’ söylediler.

 Bu cümleler, bu laflar, bu sözler, bu haberler ulusal ve uluslararası pek çok basın ve medya kuruluşunda yayınlandı. Bunları okuyup, izleyip, dinleyip de hala şok olan, şaşıran varsa yuh. Bunları okuyup, izleyip, dinleyip de hala Ab, Abd, İsrail ayrı ayrı devletler, ayrı ayrı duruşlar sergiliyor diyorsa yuh. Her ne şekilde olursa olsun dün, bugün ve bu siyasal ve ekonomik çıkar, menfaat ilişkileri devam ettiği sürece bu beraberlik devam edecek. Ülkemizdeki ve Ab, Abd, İsrail’deki sosyalistler umarım bu konuşmalardan sonra da devlet olarak, yönetim olarak, sistem olarak Ab, Abd, İsrail’de herhangi bir farklı duruş olmadığını anlamıştır.

 Ab, Abd, İsrail’in alacağı kararların kendi burjuvalarının ve sistemlerinin çıkar ve menfaatinin söz konusu olduğunda nasıl da ağız birliği yaptığını hala anlamayan varsa yuh. Abd, Ab, İsrail halkları yıllardır hangi dönem olursa olsun, hangi yönetim, hangi başkan, başbakan, cumhurbaşkanı olursa olsun bu katliamlara, savaşlara, kadın ve çocukların ölümlerine sebep olan kapitalist emperyalist sisteme ve yönetenlerine dur demenin zamanı geldi de geçti. Evet, bu katliamlar okul gezisi değil, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insan yıllardır, bu savaşlara katliamlara ve bu konuşma metinlerine sebep oldu. Sebep, daha fazla satış, pazarlama, kar, rant (getirim), daha fazla çıkar, menfaat daha fazla güç, ganimet, Peki, bunların ne kadarını Ab, Abd, İsrail halkı yaşıyor? Dünyanın en büyük şirketlerinden GM, Ford, Chrysler Abd merkez bankasından milyarlarca dolar istiyor. Bu para nereden geliyor? Sıradan bir Abd vatandaşı birkaç bin dolar istesin bakalım merkez bankası verecek mi? Ab’de durum farklı mı, elbette hayır. Asıl daha da önemlisi ne Ab, ne Abd kaldı ki çok da umarsız olabilir, bir an için. Oysa Nazi Almanya’sında Hitler döneminde dünyanın en vahşi uygulamasıyla faşist, ırkçı katliama uğrayan Yahudi halkının adeta bunları yaşamamışçasına bu kadar katliamcı faşist bir ülkeye ve yönetime tahammül etmesi her şeyden daha haince, alçakça. Toplama kamplarında, gaz odalarında, trenlerde, yollarda, ölüm çukurlarında, öldürülen, sürülen, yok edilen hatta hatta sabun yapılan atalarının uğradığı, yaşadığı acıları, zulmü, zalimliği bugün daha fazlasını uygulayan bir İsrail yönetimi ve onu destekleyen izinler veren ve daha fazlasını yapan Abd’ye bu kadar sessiz kalmak asla ve asla bir Yahudi’ye yakışmaz. Hitler faşizminin Yahudi halkına ne yaptığı ortada iken bile bile aynısını Filistin’e ve dünya halklarına uygulayan Ab, Abd, İsrail yönetimini destekleyen bir tek Yahudi bile milyonlarca katledilen her bir Nazi katliamına uğrayan Yahudi’nin kemiklerini sızlatmaktan başka hiçbir şey değildir. Nazilerin Yahudilere uyguladığı katliamları yıllar sonra Mossad’ın yakaladığı her Nazi’den hesabını sordu. Bugün Filistin’de, Gazze’de, Lübnan’da, Irak’ta, Afganistan’da ve daha pek çok ülkede yapılan katliamların hesabını ilerde hangi Mossad ya da başka bir birim soracak?

 Faşizmin katliamına uğramış bir halk faşist olamaz.

VIII- Kimin eli kimin cebinde

 Türkiye Nato üyesi. Yunanistan Nato üyesi. Türkiye Ab üyesi yolunda ilerliyor. Yunanistan Ab üyesi. Rusya dünün Varşova Paktı üyesi. Bugün ne Nato, ne Varşova Paktı üyesi. Rusya Ab üyesi olmadı, ne de Ab üyesi olma düşüncesinde. Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında da yer alıyor.

 Rus savaş gemileri ve uçakları tatbikat için Ege’nin güneydoğusunda. 8 ve 10 Ocak günleri Marmaris’in karşısındaki Rodos Adası’nın güneydoğusunda (Rodos ile Kıbrıs arasında Atina FIR hattı içindeki bölge) ve 11 Ocak’ta da Girit Adası’nın güneyden geçen ve Atina FIR hattı içinde çok yönlü tatbikatlar gerçekleştirecekler Nato üyesi olmayan Rusya’nın Nato üyesi iki ülkenin sınırında ve sınırının yakın bölgesinde tatbikat yapmasının hem Gürcistan, hem Yunanistan’daki gençliğin isyanı, hem de Gazze’nin bombalanmasının eş zamanlı gerçekleşmesinin tesadüf olmadığını anlamak zor olmasa gerek. Abd, Ab, İsrail buna sessiz kalmayacaktır ama Yunanistan’ın buna izin veriyor olmasını umarım Ab, Abd, İsrail en kısa zamanda açıklar. Kimin eli kimin cebinde dedikleri bu olsa gerek. Türkiye bu olup bitenlerin neresinde? Dış ilişkilerimiz, askeri ortaklıklarımız, Ab yolundaki politikaları, Abd ile ilişkileri nasıl ve ne şekilde stratejize ediliyor merak konusu. Hem Ab’ye girmeye çalışacağız, hem Abd ile ilişkilerimizi sıkı tutacağız, hem Nato üyesi olacağız, hem Kıbrıs sorunumuz olacak, hem Yunanistan’la ilişkilerimiz olacak, Rusya ile ekonomik ilişkilerimiz olacak ve burnumuzun dibinde tatbikat olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk Dışişleri’nin, Türk Hükümeti’nin bu olup bitenlerden haberi var mı, var ise bu tatbikatın neresinde, karşısında ise ne yaptı, değilse ne yaptı, bunların cevabı var mı? Cevabı olsa bile bu cevap ancak tatbikat bittikten sonra olacak herhalde. Nato’nun kuruluş amacı özellikle komünizm yayılmasını önlemekti. Bugün de farklı değil. Nato adına pek çok kere çeşitli ülkelere askerlerimiz gitti. Ancak görüyoruz ki dün dündür de kalmış, burnumuzun dibinde bir başka Nato üyesinin izniyle hem de Nato’nun yıllarca karşı olduğu Rusya’nın tatbikatına izin veriyor. Kore’ye gitmek ya da Afganistan’da Nato yetkilisi olmak vs, Türkiye artık bunları sorgulamasının zamanı gelip geçiyor bile.

Irak işgaline giden Abd uçakları Türkiye’den kalkmadı, Gürcistan’a giden Abd gemileri boğazlardan geçmedi, İsrail pilotları Türkiye’de eğitim görmedi ve Yunanistan, Türkiye sınırında Rusya tatbikat yapmıyor. Şapkayı önümüze koyup düşünme ve yerimizi, hangi yola gideceğimize karar vermeliyiz. Burnumuzun dibinde Irak işgali, İran’a tehdit, Filistin’in bombalanması, Kıbrıs sorunu, Gürcistan’ın Güney Osetya’yı işgali ve Rusya’nın müdahalesi, etrafımızda bunlar olup biterken yeni stratejiler, yeni kararlar, yeni duruşlar ortaya koymak zorundayız, aksi halde deniz sınırlarımızı aşmış olan karasal sınırlarımızda daha pek çok tatbikat, savaş, katliam olmaya devam edecektir.

IX-Özgürlük ve teknoloji

Bilim ve teknoloji öylesine gelişti ki artık en uzak noktalar bile burnumuzun dibine geldi. İletişim, teknolojisinin gelişmişliği insanlığın gelişmesine yüksek seviye de katkıda bulunuyor. Teknoloji gelişmeyi getirdiği gibi daha fazla tüketici bir toplum yaratmaya da hizmet ediyor.

Tüketici daha fazla tüketici olmak kapitalizmin can damarıdır. Ne kadar tüketici olursa toplumlar o kadar kapitalizm ilerler ayakta kalır daha fazla kar, rant (getirim) vs elde eder. Elbette teorik olarak böyle olsa da tüketim her zaman ilerleme, gelişme demek değildir. Nitekim küresel mali krizin temelinde yatan sebeplerden biride tüketimdir. Teknoloji özgürleşmeyi de arttırır. İnternette bunlardan biri. İnternette insanlar özgürce iletişim kurmakta, bilgi paylaşmakta, gruplar oluşturmakta ne mutlu insanlığa. Peki, bunlar her zaman geçerli mi? Faşizm ve internet. Hadi canım, hiç olacak iş mi? Öyle bir olur ki. Pek çok insanın facebook’a üye olduğu ve pek çoğu eşini, dostunu, arkadaşını bulduğu, pek çok arkadaş edindiği site, bilimi, teknolojiyi ne de güzel faşizme oturturdu. Gazze saldırısını protesto etmek için kurulan dayanışma gruplarına facebook yasak koydu. Bu tür girişimlerde bulunanların üyeliğini iptal edeceği tehdidinde bulundu. Daha ileri gidecek olursa bu grupların hesabını kapatacağı tehdidinde bulundu. ‘’Filistin halkı yalnız değildir’’, ‘’İsrail’in Filistin katliamını kınıyorum’’, ‘’İsrail’in Filistin halkına yaptığı soykırımı nefretle kınayanlar’’ adlı gruplara üye olanlara facebook gönderdiği mesajlarla tepki gösterdi.

Hani teknoloji, hani ilerleme, hani özgürlük, hani internet şu bu lafları ne oldu. Yüzlerce, binlerce nazi siteleri üyeleri, kafatasçı, ırkçı, faşist gruplara, kullanıcılara, sitelere laf yok. Ama iş katliama karşı gelmek olunca hop dur bakalım, en büyük faşist benim demek ne oluyor. Yahudi katliamını faşistler tarafından yaşayan hiçbir Yahudi faşist olamaz. Faşist olan Yahudi kendini, tarihini, aslını, atalarını inkâr eden Yahudi olamaz.

X-Sendika başkanı mı ceo mu?

Macaristan Otomotiv Sendikası Başkanı Sanos Borsik, işten çıkarılmak yerine hafta da 4 gün çalışılmasının ve buna göre aylık alınmasının gayet mantıklı olduğunu, başka çare olmadığını, audi ve suzuki ve bu fabrikalara parça üreten şirketlerden binlerce kişinin işten çıkarıldığını, haftalık iş günü, sayısının düşürülmesinin tüm dünyada uygulanabileceğini açıladı.

 ‘’… başka çare olmadığını,…’’ bu cümleyi söyleyenin işçi sendikası başkanı olma ihtimali nedir? Hem işçi sendikası başkanı olacaksınız o da yetmeyecek birkaç yıl öncesinde sosyalist bir devletin vatandaşı olacaksın, o da yetmeyecek, ekim devriminden önce sosyalist mücadeleye öncülük eden ülkelerden birinin tarihine sahip olacaksın ve  ‘’… başka çare olmadığını,…’’ gibi bir cümle kullanacaksın. Bu ancak işçi olmayan, örgütlü olmayan, sosyalist ya da sosyalist bir geçmişe sahip olmayan birinin sözü olabilir. Bugün 4 güne inen çalışma süresi yarın sıfıra inerse de mi aynı şeyi söyleyecek? Ne audisi, ne suzukisi dünyanın en büyük otomotiv şirketleri gm, ford, chrysler Abd Senatosunun kapısında dileniyor. ‘’Biz batarsak kapitalizm batar’’ diyor. Senato ise hala ne kadar destek olabileceğini açıklamamışken audi ya da suzukinin daha iyiye gitme ihtimalini düşünüyorsunuz.
 Ne dün ne bugün ne de yarın kapitalizm devam ettikçe üretenlerin yönetmediği bir sistem olmadığı sürece, kara, ranta ve sadece burjuvazinin çıkar ve menfaatleri ön planda olduğu sürece işçi sınıfının ne 4 ne de, 5 ne de 7 gün çalışıp çalışmamasının çözüm olmayacak.

XI- Yalanların getirdiği ödüller

İkiyüzlülük, alçaklık, hainlik, döneklik, yalancılık, inkârcılık, hiçbiri. Bunların hiçbiri açıklamaya yetmez.

 İsrailliler ve Filistinliler amca çocuklarıdır. Çinliler ve Japonlarda amca çocuklarıdır. İsrailliler Alman nazi partisinin faşist katliamına uğramıştır. Bugünde Filistin’de faşist katliamları İsrail yapmakta. Japonlar Amerikan faşist katliamıyla atom bombasıyla katledildiler. Japonya yıllarca Çin’le savaştı.

 İsrail’inde Japonya’nın da eylemleri birbirinden pek de farklı değil. İsrail’i de Japonya’yı da destekleyen, arkasında duran Anayasaları, yönetimlerini, yaptıkları ve yapacaklarını belirleyen ve karar veren Abd. I97I’de, Abd’den Çin’e nükleer saldırı yapmasını isteyen Japonya, Başbakanı Eisaku Sato’nun Japon Meclisi tarafından onaylanan 3 Nükleer Karşıtı ilke Programı, kendisine I974’de Nobel Barış Ödülü aldı. 3 ilke, Japonya’nın nükleer silah üretmemesi, bu silahların Japon topraklarına sokulmamasına ve Nükleer silahların yayılmasını önleme Anlaşması’nın imzalanması olarak belirlenmiştir. Japonya’da en uzun süre başbakanlık yapan Sato I965’te Abd’ye yaptığı ziyaret sırasında dönemin savunma bakanı Robert McNamara’ya gerekirse Abd’nin Çin’e denizden bir nükleer saldırı düzenleyebileceklerini söyledi. 2. dünya Savaşı’nı sonunda, Japonya’ya Abd’nin iki atom bombası atarak dünyanın en büyük katliamlarından biri gerçekleştirildi. Onursuzluk, kişiliksiz, kimliksiz, tarih bilincine sahip olmamak, tarihi unutmak, inkâr etmekle daha da gelişiyor. Kendi halkının 2 atom bombasıyla katledilmesi ve ardından nükleer karşıtı anlaşmalara imza atmak ve el altından da Çin’e atom bombası atabileceğini kendisine 2 atom bombası atan ülkeden istemek ve bu kadar hüner beceri, yetenek elbette Nobel Barış Ödülü’nü getirir. Nobel Barış Ödülü verilirken kazı kazanı kazımadan verildiğinin bir başka somut gerçeğidir. Altını kazıyınca hiçte büyük ödül çıkmıyor. Madalya alan sporcularda doping (uyarıcı) çıkınca madalyasını geri alan sistem uzun yıllar Nobel Barış Ödülü’nde uygulanmayacak. Kimbilir daha kaç kişi bu ödülü hak etmeden aldı. Asıl sorun burada hal eden mi alıyor bu ödülü yoksa hak etmeyen mi? Adı barış olan ne kadar savaşçı, katliamcı olanlara mı veriliyor? Sato örneği Barışı isteyen değil savaşı isteyene verildiğinin ispatıdır. Asıl burada ödülden de önemli olanın katliamları tarihsel süreçte acı ve ağır şekilde yaşamış olan halkların neden zaman içinde katliamcı olduğu, sorusu daha önemli. Cevap elbette emperyalist politikaların o halklar içindeki işbirlikçi kapitalistlerinden kaynaklanmaktadır.

 Dün nazi faşizminin katlettiği Yahudiler Filistin katliamına sessiz kalması, dün iki atom bombasıyla katledilen Japonların hala Abd emrinde yaşaması ve Abd katliamlarını desteklemesi özünde halkların kararı değil işbirlikçi kapitalistlerin emperyalist efendilerinin emirlerine uymasıdır.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
22.01.2009 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder