NE OLACAK MEMLEKET (DÜNYA)İN
HALİ? (I)
I-Görünen köyün seçim sonuçları
58.333 kişiye bir hastane------------------------(Toplam
hastane: 1.200)
48.780 kişiye bir kütüphane--------------------(Toplam
kütüphane: 1.435)
18.172 kişiye bir kuran
kursu------------------(Toplam kuran kursu:3.852)
5.384 kişiye bir devlet
tiyatrosu--------------(Toplam devlet tiyatrosu:I3)
2.000 kişiye bir cami
yaptırma derneği-(Toplam cami yaptırma derneği:35.000)
1.111 kişiye bir sağlık
ocağı-------------------(Toplam sağlık Ocağı:63.000)
1.044 kişiye bir okul----------------------------(Toplam
okul: 67.000)
909 kişiye bir Doktor-------------------------
(Toplam doktor:77.000)
823 kişiye bir cami----------------------------(Toplam
cami:85.000)
777 kişiye bir imam---------------------------(Toplam
imam:90.000)
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olmak. 70 milyondan biri olmak. Eğitimde, sağlıkta, kültürde, inançta ne anlama
gelir? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kaç okula, kaç hastaneye, kaç sağlık
ocağına, kaç camiye sığar vs… Yukarıdaki tablo, 70 milyonun nereye ne kadar
sığacağının az da olsa göstergesidir. Ne kadar geliştiğimizi, ne kadar çağ
atladığımızı, ne kadar ilerlediğimizi bu tabloya bakıp da artık kimse inkâr
etmez umarım. Bu tablodan sonra, hastane yok, kütüphane yok, okul yok vs
diyenler artık oturup düşünür.
48.750 kişiye bir kütüphane
düşüyor ve hala ülkemizde gericilikten, yobazlıktan bahsediyorlar el insaf. 1.044
kişiye bir okul düşüyor hala ‘’eğitim şart, eğitim şart’’ diyenler umarım artık
ülkemizin ne kadar eğitimli olduğunu anlarlar. 58.333 kişiye bir hastane, 909
kişiye bir doktorla artık utanırlar her halde, ‘’hastane kapılarında
bekleyenleri, kuyrukları, doktor bulunmuyor’’ diyenler. Okul, hastane,
kütüphane, tiyatro vs çokta önemli değil bizim ülkemiz için, nasıl olsa
fazlasıyla gelişmiş kalkınmış bir ülkeyiz. Gerçi bu kadar okul, kütüphane,
tiyatro var da kaç kişi buralara gidiyor, sorusu da ayrıca önümüzde durmakta.
2002, 2007 seçim sonucunda tek parti iktidarı gerçekleşti ve çeşitli çevreler
şaşırdı. Kimisi ‘’Abd, Ab destekliler kazandı’’ dedi, kimisi ‘’kömür, makarna
dağıttı’’ dedi, kimisi ‘’darbelerden beslendiler’’ dedi, kimisi ‘’dini siyasete
alet ettiler’’ dedi, daha pek şey söylendi. Son yapılan iki genel seçimlere
ilişkin hemen hemen her kesimden pek çok değerlendirme yapıldı. Halen bu tür
değerlendirmeler yapılmakta. Çok partili sisteme geçtiğimiz dönemden bugüne
kadar ve yukarıdaki tablo değişmediği sürece de devam edecek olan seçim
sonuçları üç aşağı beş yukarı aynı olacak. Elbette ki yukarıdaki tablo tek
başına bu sonuçları belirlemiyor. Hatta bu tabloya başka verilerde eklenebilir.
Ancak sonuçta tablo bu ve sonuç yine farklı olmayacak.
Yukarıdaki tablonun
sorumluları belli. Bu sorumlular geçmişten günümüze bu tablonun hesabını
vermedikleri sürece ya da hesap alınmadığı sürece seçim sonuçlarında değişiklik
beklemek sadece trajikomik yeni bir tablo oluşturur.2009 yılında ülkemiz koşulları
her geçen gün Cumhuriyetin 1. Dönemi (Mustafa Kemal Atatürk Dönemi)’nin de
gerisine gitmiştir. Bu sonuçtan hareketle Cumhuriyetin 2. Dönemi (İsmet İnönü
Dönemi)’nden günümüze kadar olan dönemi çok iyi anlayıp, yorumladıktan sonra
ancak yeni çözümler üretebiliriz. Aksi halde değişim, dönüşüm her geçen gün
daha da ileri bir tarihe ertelenecektir.
II- Anti-emperyalist,
devrimci, sovyet dayanışması
Cumhuriyetin 1. Dönemi,
Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist işbirliği karşısında, hem Osmanlı
yönetimiyle hem de emperyalist işgal ordusuyla savaşmakla geçmiştir.
Dolayısıyla Cumhuriyetin 1. Dönemi, ANTİ-Emperyalisttir. Savaşın bitimiyle
mevcut düzenin egemenliğine son vererek, yerine halkın kendi kendini yönettiği
‘’Cumhuriyet’i ilan etmiştir. Cumhuriyetin ilanı öncesi ve sonrasında pek çok
DEVRİM gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyetin 1. Dönemi, DEVRİMCİ’dir. Emperyalist
işgal karşısında verilen savaşta, hem savaşın başında, hem de sonunda 1917 EKİM
DEVRİMİ (SOVYET DEVRİMİ) ile yıkılan Çarlık Rusya’sının yerine Lenin ve
yoldaşları tarafından kurulan Sovyetler Birliği yönetimi Cumhuriyetin 1.
Dönemini her türlü alan da desteklemiş ve yardım da bulunmuştur. Dolayısıyla
Cumhuriyetin 1. Dönemi, SOVYET DAYANIŞMASI’nı benimsemiştir.
Cumhuriyetin I. Dönemi’nin
ANTİ-EMPERYALİST, DEVRİMCİ ve SOVYET DAYANIŞMASI, Mustafa Kemal Atatürk’ün
sağlığında geçerli olmuştur. Cumhuriyetin 2. Dönemi’nin başlangıcıyla günümüze
kadar devam eden süreç hem ANTİ-EMPERYALİST, hem de DEVRİMCİ, hem de SOVYET
DAYANIŞMASI özelliğinden uzaklaşmıştır ve bu devam etmektedir. Cumhuriyetin 2.
Dönemi ile birlikte başlayan emperyalist ülkelerle askeri, ekonomik, siyasal,
kültürel vs. ilişkiler her geçen gün daha fazla ülkenin gerilemesine, daha
fazla kapitalistleşmesine, daha fazla emperyalist işbirlikçisi bir ülke haline
gelmesine sebep olmuştur. Cumhuriyetin 1. Dönemi’nin kazanımlarını daha devrimci
bir sıçrayışla daha ileri bir aşamaya geleceği yer de, bu kazanımlar
Cumhuriyetin 2.Dönemi ile başlayan ve halen devam eden süreçle daha da geriye gidilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk ANTİ-EMPERYALİST, DEVRİMCİ, SOVYET DAYANIŞMASI’nı
benimsemiş biri olarak 1919 ile 1938 arasında üzerine düşenleri yapmıştır.
Eksikleri var mıdır,
yanlışları var mıdır, hataları var mıdır? Elbette. Hiçbir devrim hatasız,
eksik, yanlışsız olamaz. Her devrim kendi içinde devamlılığı olmadığında,
bulunduğu noktadan daha ileri noktalara yeni sıçramalar yapmadığında zamanla
karşı-devrime döner. Nitekim Cumhuriyetin II. Dönemi ile birlikte devrim
karşı-devrime dönmüştür.
Not: Cumhuriyetten önce ocak
ayına kânun-u sani denirdi, ekim, kasım ve aralık ayları yoktu. Teşrin-i evvel,
teşrin-i sani, kânun-u evvel ve kânun-u sani vardı. Yılın on iki ayının bugün
ki isimleri ancak 15 Ocak 1945 tarihinde düzenlendi (bir ara düşünülse de bir
kısmı hariç kabul görmeyen on iki ayların isimleri ise ocak, gücük, yelin,
açaray, gülay, bozaran, biçim, derim, verim, ekim, kasım, aralık idi.). sadece
bu düzenleme bile I. Dönem ile II. dönem arasındaki değişimi, dönüşümü ve bunun
hızını göstermeye yeterlidir.
III. Nereye kadar
liberalleşme?
Türkiye İş Bankası, 26 Ağustos
1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle Mahmut Celal Bey (Bayar) tarafından
kuruldu. Bankanın 1 milyon TL’lik nominal (saymaca, yazılı) sermayesinin fiilen
ödenen 250 bin TL’lik bölümünün tümü Mustafa Kemal Atatürk tarafından
karşılandı. Kuruluş ana sözleşmesinde bankanın amaçları arasında tarım, sanayi,
madencilik, enerji üretimi ve dağıtımı, bayındırlık işler, nakliyecilik,
sigortacılık, turizm ve ihracat alanlarında her türlü teşebbüsü kurmak ve
iştirakleriyle bulunmak da yer alıyordu. Bu elbette ki Cumhuriyetin I.
Dönemi’nde oluyordu.
Halk Fırkası (1924’e değin),
(1924-35) Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF), Cumhuriyetin 1. Dönemi’nin ilk siyasal
partisidir. Halk Fırkası (HF), Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından
sonra, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin siyasal bir parti haline
dönüştürülmesiyle kurulmuştur. HF’ nin kuruluşuna ilişkin karar 9 Eylül I923’te
açıklanmış olmasına rağmen, HF’ nin resmi olarak kuruluş tarihi 11 Eylül
I923’tür. Genel Başkanlığına Mustafa Kemal Atatürk, genel başkan vekilliğine
İsmet İnönü ve genel sekreterliğine de Recep Peker seçildi. HF’ nin, tüzüğünde
ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasına yol gösterme,
Türkiye’yi çağdaşlaştırma ve hukuk devletini egemen kılma gibi amaçlar yer
alıyordu. HF 10 Kasım 1924’de, CHF adını aldı. CHF, tüzüğü demokratik bir
nitelik taşımaktaydı. CHF, Sivas Kongresi’ni (1919) 1. Kurultay olarak kabul
etti. 15 Ekim 1927’de II. Kurultay’ı topladı. II. Kurultayda cumhuriyetçilik,
halkçılık, milliyetçilik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması
(laiklik) temel ilkeler olarak kabul edildi. CHF, 1929 Kapitalist Kriz’inde ekonomide
devletçiliği benimsedi. 10 Mayıs 1931’de III. Kurultayı toplandı ve partinin
ilk programı kabul edildi. Parti ilkelerine devletçilik ve devrimcilik ilkeleri
eklenerek, partinin temel ilkeleri olarak altı ilke belirlenmiş oldu. 19 Şubat
1932’de partiye bağlı bir kitle örgütü olan Halkevleri kuruldu. Zamanla parti
ekonomik konulara daha da ağırlık verdi. Bu dönemde devletçiliğin başlıca
uygulayıcılarından Celal Bayar iktisat vekilliğine getirildi. 9 Mayıs 1935’te
toplanan IV. Kurultayda liberalizme karşı devletçilik anlayışı daha fazla
vurgulandı. Böylece devlet özel girişimleri denetleme ve yönlendirme yetkisine
sahip oldu. 1937’de fırkanın altı temel ilkesi cumhuriyetçilik, halkçılık,
milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilik anayasa maddesi oldu. İş
Bankası Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kurdurduğu bir bankadır. CHF’yi de
Mustafa Kemal Atatürk kurdu. Bugün İş Bankası ve CHF nerede, nasıl, neleri
savunuyor, kime hizmet ediyor, ilkeleri nedir? 2009 yılında, Türkiye İş Bankası
Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Ersin Özince,
‘’İstanbul’un finans merkezi olması için Türkiye’nin daha liberal bir ülke
olması gerektiğini ’’, ‘’Yoksa onun taşınması, bunun taşınması değil.
Londra’nın, New York’un, hatta Dubai’nin finans kurallarına göre kurallarınızı
değiştirmeye başlayın, banka Ankara’ya gitsin, isteyen New York’tan, Londra’dan
İstanbul’a gelsin. Onları şirketlerin kendilerine bırakın. Merkez Bankası
istediği yerde kalabilir. Yani isterseniz buna ’Van’a gitsin’ ‘’
diyebilirsiniz. Kuralların iyi düzenlenmesi yeterli’’ diyor. Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) Mustafa Kemal Atatürk’ün Genel Başkanlığından sonra öylesine
farklı farklı değişimlere dönüşümlere uğradı ki her defasında Mustafa Kemal
Atatürk’ün kemiklerini sızlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ e ve CHF döneminde
partinin almış olduğu kararlarından farklı farklı noktalara gelmiştir. CHP
İsmet İnönü döneminde ‘’ortanın solu’’, Bülent Ecevit döneminde ‘’demokratik
sol’’, Erdal İnönü döneminde (Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yi (SHP), CHP’nin
bir dönem devamı ya da bağlaşığı sayarsak) ‘’sosyal demokrat’’, Deniz Baykal
döneminde ‘’ulusal sol’’ olduğu siyasal tarih bilgimizi tazelersek, bu
aşamalardan bugünlere gelmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk,
dönemindeki CHF, ANTİ-EMPERYALİST, DEVLETÇİ EKONOMİden yana, Sovyetler Birliği
ile dayanışma halinde bir parti idi. Emperyalistlere karşı savaşı yöneten
Mustafa Kemal Atatürk, İş Bankası’nı ve CHF’yi kurarken merkez bankamızın
‘’isterse ‘Van’da olsun’’ demedi. Bankaların ve bankalarımızın Londra’da, New
York’ta ya da Dubai’de olmasını da söylemedi. Hele hele ‘’Türkiye ne kadar
liberalleşirse o kadar çok finans merkezi haline gelir ’’ hiç demedi. İş
Bankası’nı kurma amacını yukarıda açıkladık. Oysa bugün ki genel müdürü’nün
küresel ekonomiye ya da emperyalist ekonominin kapitalist işbirlikçiliği
tadında konuşma yapmasını düşünmemiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde küresel
(emperyalist) mali kriz diye tanımlanan ‘’kapitalizmin kabuk değiştirme’’sinden
başka bir şey olmayan bu dönem ve finans sektörünün baş atı olan bankaların
nerede olup olmamasının hiç de öneminin olmadığını söylemek CHF ve İş
Bankası’nın kuruluşuna terstir. Abd merkez bankası acaba bugün ya da yarın
ülkenin ücra bir yerinde mi yoksa merkezinde mi? Teksas’ın ya da Alaska’nın ya
da Hawaii’nin bir kentinde ya da kasabasında mı? Abd kendi ülkesinde yapamadıklarını
nedense kendisine bağımlı ülkelerdeki sözcüleriyle ne de güzel dillendiriyor
olsa gerek. Tıpkı Imf’nin bol bol şuna buna zam yapın, ancak o zaman ekonominiz
düzelir, öğütleri verilirken, ne hikmetse temel tüketim mallarına 50 yıldır
Abd’de zam yapılmamakta. Evet, bu ne lahana bu ne perhiz. Aynen öyle,
teknolojik, otomobil vs ürünler dışında temel tüketim mal ve hizmetlerine
Abd’de 50 yıldır zam yapılmıyor. Oysa bizim gibi ülkelerde zam, zam, zam
tavsiyesinden başka hiçbir şey yok. İngiliz Sterlinin Abd Dolarının yıllardır
değişmediği gerçeği orta dururken biz de değişen, değiştirilen para ve
birimlerinin değişmesini, gelişme olarak anlatılıyor. Biz de piyasaya çıkan
paraları bir albüme dizersek başka paraya gerek kalmaksızın geniş bir para
koleksiyonu oluştururuz. Çok geriye gitmeye gerek yok 20 yıl önceki dolar ya da
sterlini yastık altından çıkarın gidin ne alacaksanız alırsınız. 20 yıl önce ki
TL’yi çıkarın bakalım ne alacaksınız? Elbette hiçbir şey.
Cumhuriyetin II. Dönemi’nin
I945 yılından sonra Türkiye ekonomisinin dışa açılmasına İş Bankası da katıldı.
İlk yabancı sermayeli şirketlerin kuruluşuna önayak oldu. 1948’de Vehbi Koç ve
General Electric Company adlı Abd şirketi ile birlikte General Elektric’in ve
Hollanda’nın Unilever grubuyla birlikte Unilever-İş’ in kuruluşunu destekledi.
1950’de Dünya Bankası’nın öncülüğünde Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın
kurulmasında önemli rol oynadı. Cumhuriyet’in I. Dönem’in ilkesel
ANTİ-EMPERYALİST yaklaşımının II. Dönemle yerle bir edilmesi elbette ki bu
sonuçları doğuracaktır. Dolayısıyla iş bankası genel müdürünün bugün ki
açıklamalarına şaşırmamak gerek.‘’Türkiye ne kadar liberalleşirse o kadar çok
finans merkezi haline gelir ’’, cümlesine umarım CHP yönetimi ve iş bankası
yönetimi bir kere daha düşünür. Kapitalizmin liberalist anlayışlar sonucunda
geldiği son nokta küresel yani emperyalist mali kriz. Emperyalizmin göbeğinde
devlet müdahaleleri, devlet planlamaları, devletin sosyalleşmesi, sözde de olsa
öne çıkarken, bu cümle ne kadar anlam taşır? McCain Abd’ deki seçimler
sırasında ‘’Obama’yı seçerseniz Abd’ye sosyalizm gelir’’ derken bizde hala
kraldan çok kralcı olma geleneği devam etmekte. Gerçi Obama’nın gelmesiyle
Abd’ye sosyalizm geldiği de yok.
IV- Alternatif olabilmek ve
çözüm
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer,
CHP’nin yüzde 20’nin üstünde oy almasının mümkün olmadığını belirterek ‘’Şimdi,
oyları bölmeyin demek ayrı bir bölücülüktür ’’ diye konuştu. Kırıkkale’de
konuşan Sezer ‘’22 Temmuz seçime birlikte gidildi, alınan oy yüzde 20. şimdi
‘oyları bölmeyin’ demek ayrı bölücülüktür. Türkiye’yi Akp karşısında,
alternatifsiz bırakmaktır ’’ dedi.
Sayın Sezer DSP’nin tek
başına, CHP’nin tek başına, SHP’nin tek başına ve birbirinin devamı olan,
ardılı olan, önceli olan ya da ayrılanı olan diğer tüm CHF’den türeyen
partilerin tek tek aldıkları oyun ve hepsinin birden aldığı toplam oyları çok
iyi bildiğine inanıyorum. İyi de bunu bilmek ve bunu çözümsüzlüğe sürüklemek
kime ve kimlere yaradı? Çok partili sisteme geçmemizden bugüne kadar CHF
kuruluş amacının temelinin DEVRİMCİ olması nerede kaldı, ANTİEMPERYALİST olması
nerede kaldı, ÖZGÜRLÜKÇÜ, BARIŞÇI, TOPLUMCU, HALKÇI ve daha pek çok özelliği
nerede kaldı? Bunun da bir sayısal değerini verebilir miyiz? Bugün CHF’ nin
kurulduğu günden ve parçalara ayrılmasından bu yana hepsinden önce
ANTİEMPERYALİST duruşu nerede kaldı? Parti kongrelerinde Mustafa Kemal
Atatürk’ün resmini koca koca duvarlara asanlar o resme bakarken CHF’ nin ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusunun ANTİEMPERYALİST duruşunu bugün
nasıl ve ne şekilde dillendirmekte? Hangisinin parti programında tüzüğünde,
planlarında, projelerinde ANTİEMPERYALİST savaşım vardır? Bugüne kadar CHF’nin
devamı olan, ardılı olan, ya da ayrılan hangi parti ANTİEMPERYALİST duruşu
yaydı, yaygınlaştırdı, hangisi bir gün bile bu ülkede ANTİEMPERYALİST bir
eylemi örgütledi ve gerçekleştirdi.
‘’Bölücülük’’ evet,
‘’bölücülük’’ herhalde en iyi bilenler CHF’ yi bugün bu kadar çok parça parça
hale getirenler herkesten daha iyi biliyordur. ANTİEMPERYALİST bir programı
olmayan CHF devamı ya da ayrılan hiçbir parti onu temsil etmemektedir.
Dolayısıyla bugün şu ya da bu şekilde olsa da dün olduğu gibi bugün de kendi
köklerinden uzak olanlar asla emperyalistlerle işbirliği yapan partilerin
alternatifi olamaz.
Her şeye rağmen mevcut olanı değiştirmek
isteyenler, bu konuda samimi, dürüst, gerçekçi olduğunu savunanlar ‘’oyları
bölmek’’, ‘’bölücülük’’, ‘’geçen seçim şu kadar oy aldın, almadın’’ gibi
tartışmalar yerine nerede olduğumuzu ve nereye doğru gittiğimizi bilerek çözüm için,
birlik oluşturmalıdır.
V- Kadın demeden, çocuk
demeden
Gazze’de savunmasız çocuk ve kadınlara bomba
yağdırmak, terörle mücadele olarak tanımlanıyorsa elbette Abd’de ve Ab’de bunun
arkasında yer alacaktır. Neden, çünkü Abd ve Ab nerede olursa olsun terörle
mücadele konusunda haklı olarak savaş vermektedir. Tabi terör, denilen Abd ve
Ab çıkarlarına vuruyorsa, terörle mücadele daha da güçlü dile getirilir.
Kadınmış çocukmuş kim olursa olsun başını
ezeceksin. Kadın olsun çocuk olsun bombaları yağdıracaksın. Terörle mücadelenin
emperyalist ve kapitalistler için kuralı budur. Gürcistan’da Abd’nin gösterdiği
hassasiyete sakın yanlış anlamayın. Orta Asya’ya uzanan emperyalizmin önünde
engel varsa Gürcistan’ın yaptıkları helaldir, Rusya’nın yaptığı yanlıştır.
Gazze’de yağan bombalarda helaldir. Buna şaşırmaya gerek yok. Bm, Abd, Ab, Arap
ülkeleri, vs bugün olup bitenlere terörle mücadele olarak yeni bakmıyor,
yıllardır bu böyle. Böyle olmasa Afganistan, Irak bu kadar kolay işgal
edilebilir miydi? Dünya Afganistan’ın ve Irak’ın yerle bir edilmesinde ne yaptı
da Gazze’de yapılanlara karşı ne yapılmasını bekliyoruz. Kadın demeden, çocuk
demeden yağdıracaksın bombayı, kadın demeden çocuk demeden kurşuna dizeceksin,
kadın demeden çocuk demeden zincirleyeceksin, kadın demeden çocuk demeden
süreceksin, kadın demeden çocuk demeden yakacaksın. Neden? Çünkü emperyalizm
kadının değişiminin, dönüşümünün, kadının insanlaşmasının ve erkekle eşit
olmasının, yöneten, düşünen, üreten olursa o toplumun değişeceğine, dönüşeceğini
biliyor. Neden? Çünkü emperyalizm çocukların yani yeni nesillerin eski nesiller
gibi kolay kolay durağanlaştırılamaz, kandırılamaz, uyutulamaz, uyuşturulamaz.
Genç insanların dinamik, hareketli, değişimi ve dönüşümü dayatacağını biliyor.
Kadınların ve çocukları katli emperyalizmin en
temel görevidir. Onlar küçük küçük büyük büyük katledilecek yok edilecek,
alınacak, satılacak, pazarlanacak, bombalanacak, yakılacak, sürülecek ki
emperyalizm kendi egemenliğini devam ettirsin ve yoluna devam etsin, gücü
kuvvetini göstersin. Öyle mertçe, yiğitçe göğüs göğse savaşmayı aklına bile
getirmez. Şurada atom bombası yapılıyor, şurada hidrojen bombası yapılıyor,
şurada kimyasal silah yapılıyor, şurada terörist var, şurada falan var filan
var yağdır bombayı kadınların, çocukların üstüne. İnsani yardımların Gazze’ye
gidebilmesi için izin isteyenler acaba orada ki ölülerin ve yaralıların her
geçen gün daha da arttığını ve gidecek olan insani yardımın yıkık virane boş
evlere gitmesi halinde hangi izni isteyecekler? Kadın demeden çocuk demeden
terörle mücadele adına gereken neyse o yapılmalıdır. Zihniyeti barbarlığın
başlangıcından günümüze kadar devam etmektedir. Neden? Çünkü kadın ve çocuk
barbarlığın başlangıcından günümüze değin ya ganimet olarak görülmüştür ya da
yok edilmiştir. Her hangi bir mal gibi satılmıştır bin yıllardır. Halen de
devam etmektedir. Irak’ın işgalinden hemen sonra Irak ve Suriye pazarlarında
Iraklı kadınlar alınıp satılmıştır. Dönemin Avrupalı bazı devletleri
(İspanyollar, Portekizliler, İngilizler, vs) Amerika kıtasını keşfettikten
sonra, Amerika’nın yıllardır gerçek sahibi olan halkları katliamdan geçirdi.
Özellikle kadın ve çocukları barbarist bir şekilde köleleştirdi. Amerika’da
yaşayan Kızılderili, Aztek, Maya, İnka (Bu halkların Türk olduğu iddialarını,
bir an olsun kabul etsek Avrupalı barbaristlerin yıllar öncesinde, Türklere
olan düşmanlığın o yıllarda adeta Amerika’da yaşayan halkların sanki Türk
olduğunu bilerek intikam duygusuyla bu halklar üzerinde büyük bir soykırım
gerçekleştirmiştir.) halklarına soykırım uygulamıştır. Avustralya’da
Aborjinlere yönelik soykırım yine aynı mantıkla yapılmıştır. Afrika halklarına
yönelik soykırım gene aynı mantığın ürünüdür.
Barbarist, katliamcı zihniyet çeşitli
dönemlerde kendisini göstermiştir, göstermektedir devam etmektedir. Sömürgeci,
işgalci, katliamcılar için o dönem de Kızılderililer, Aztekler, Mayalar,
İnkalar onlar için teröristti o dönemde. Yıllar sonra Avrupa’dan çeşitli adli
suçlardan, siyasi suçlardan, vs Amerika’ya gidenler, İngilizlere karşı
Amerika’da bağımsızlık savaşı verdiğinde İngilizlerin deyimiyle ‘’bu çapulcular
’’ da ‘’terörist’’ti. Birkaç yıl sonra Fransa’da ayaklanan ve daha sonra
cumhuriyeti ilan eden halk ve onların önderleri de mevcut monarşi tarafından
‘’terörist’’ ilan edilmişti. Devamın da Paris Komünü gerçekleştiren işçi sınıfı
da cumhuriyet sonra II. Napolyon yönetimince ‘’terörist’’ ilan edilmiştir. Ekim
devrimi öncesinde çarlık Rusya’sın da Bolşevikler de ‘’terörist‘’ ilan edilmişti.
Cumhuriyet ilan edilmezden önce Osmanlı, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa
Kemal Atatürk’ü de ‘’terörist‘’ ilan edilmişti.
Faşist Nazi Almanya’sında Dimitrov ve dönemin antifaşist cephe içinde yer
alanlar da ‘’terörist‘’ ilan edilmişti. Küba’da Castro, Vietnam’da Ho Chi Minh
Her ikisi de Abd emperyalizme karşı savaş açtıklarında onlar da ‘’terörist‘’
ilan edilmişti. Kısacası, insanlık tarihinin barbarist dönemin başlangıcından
günümüze kadar, tarihsel süreç içersin de nerede olursa olsun insana dair,
insanlaşamaya dair, bugün emperyalizm ve kapitalizm adı altında bütünleşen yani
barbarist, katliamcı, inkârcı, yok edici, sömürgeci, işgalci güçlere karşı
koyan herkes emperyalistlerce ‘’terörist’’ ilan edilmiştir.
VI-Bizim diyebilmek adına
Burjuvazinin medya ve basının da çalışan ‘’gazeteci’’lerin
aşağıdan, yukarıya pek çok kademesinde geçmişte ‘’solcu’’ oldukları bilinen
daha doğrusu ‘’solcu’’ olduklarını düşünen oldukça fazladır. ‘’Solcu’’ olmak ve
burjuva medya ve basınında çalışmak ne kadar çelişki ise de öyle ya da böyle bu
çelişkinin farkında değildir, çalışanlar ya da farkındadırlar ama ‘’geçim derdi
ne yapalım’’ deyip konu kapanır.
Paranın alamayacağı pek çok şey vardır ve
bunlardan biri de insanın inandığı değerlerdir. Bu öyle bir şeydir ki ne makam
ne para tanımaz gün gelir tokat gibi çarpar. Sahip oldukları yaşam
standartlarını kaybetmemek adına çoluk çocuk geçindiriyoruz adına gece gündüz
hafta sonu demez üç kuruş adına inandığı değerleri reddederek çalışırlar. Kimi
zaman hastası olsa da, ölüsü de olsa, doğumu da olsa başında bulunamaz ya bir
haber peşinde ya, baskı da vs olmak zorunda ve patronunun gözüne girebilmek
adına her türlü değerden soyutlanır ve patronun isteklerini gerçekleştirir. Bu
‘’gazeteci’’lerin pek çoğu demokrasiyi insan haklarını, halkın özgür iradesini,
azınlıkların haklarını, hukukun üstünlüğünü, baskıya, zulme, sömürüye
karşıdırlar, daha pek çok şeyi savunurlar ama ne hikmetse çalışırken maaşlarını
tıkır tıkır alırken, bunlar hiç akıllarına gelmez. İşsiz kalınca ya da istifa
edecekleri zaman akıllarına gelir. Burjuva medya ve basınında çalışanlar ne
‘’solcu’’ idiler, ne de bugün, ne de yarın ‘’solcu’’ olamayacaklar. Her toplum
da olduğu gibi bizim toplumumuzda da pek çok insanın ailesi çocukları var. Her
aile çocuklarını ve geleceklerini düşünmekte ve onlar için çalışmakta. Ancak
inandığı değerleri bir kenara bırakıp hatta hatta inkâr edip eline kalemi alıp,
eline küreği alıp, eline fırçayı alıp, eline neşteri alıp vs ben işime bakayım
çoluğumun çocuğumun geçimine bakıyım, hak, hukuk, gelişme, değişme, dönüşme,
yeni toplum, yeni insan yaratmak, topluma insanlığı daha iyi daha doğru daha
güzel daha mutlu hep birlikte paylaşabileceğin, üretebileceğin bir topluma
gitmek adına mücadele etmek adına, benim ailem, benim çocuklarım, benim işim,
benim evim, benim arabam, benim param, benim malım, benim geleceğim, benim
çocuklarımın geleceği, benim, benim, benim, diyerek hiçbir şey olmaz hiçbir şey
değişmez, dönüşmez.
Her ne yaparsak yapalım, hangi işte çalışırsak
çalışalım, yaptığımız her şeyi tüm dünya insanlığının mutluluğu adına
yapmalıyız. Senin, onun, benim, tek başına mutluluğu olamaz. Bizim olabilir
ancak.
VII- Faşist Saldırılar
İsrail ordusu, operasyonun
ikinci aşamasının ‘’İsrail’in güneyine yönelen roket saldırılarını etkisiz hale
getirmek ve Hamas’ın terör alt yapısını imha etmek’’, İsrail askeri Baş sözcüsü
Avi Benayahu, ‘’Bu bir okul gezisi değil. Birçok günden bahsediyoruz’’, ‘’Amaç
operasyon bölgesinde Hamas’ın terör alt yapısını çökertmek ’’, İsrail Başbakanı
Ehud Olmert’in ‘’Amacımız Hamas’ı iktidardan indirmektir’’, George W. Bush (Abd
Başkanı 20 Ocak 2009’a kadar) Ehud Olmert’i arayıp kara harekâtı için onay
verdi. Başkan Bush, yarın Bm (Güvenlik Konseyi’nde ele alınacak İsrail’i
kınayan karar tasarısını veto edeceği sözü de verdi. Ayrıca Bush İsrail
bombardımanını, ‘’halkını korumaya çalışan bir ülkenin verdiği cevap’’, Ab
Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin sözcüsü Jiri Frantisek Potuznik, İsrail kara
birliklerinin Gazze’ye girişini ‘’saldırı değil, savunma amaçlı’’ ve Potuznik,
Ab Troykası’nın ziyaretinden hemen önce İsrail’in kara birliklerini Gazze’ye
sokmasının kendilerinde hayal kırıklığı yaratmadığını’’ söylediler.
Bu cümleler, bu laflar, bu sözler, bu haberler
ulusal ve uluslararası pek çok basın ve medya kuruluşunda yayınlandı. Bunları
okuyup, izleyip, dinleyip de hala şok olan, şaşıran varsa yuh. Bunları okuyup,
izleyip, dinleyip de hala Ab, Abd, İsrail ayrı ayrı devletler, ayrı ayrı
duruşlar sergiliyor diyorsa yuh. Her ne şekilde olursa olsun dün, bugün ve bu
siyasal ve ekonomik çıkar, menfaat ilişkileri devam ettiği sürece bu beraberlik
devam edecek. Ülkemizdeki ve Ab, Abd, İsrail’deki sosyalistler umarım bu
konuşmalardan sonra da devlet olarak, yönetim olarak, sistem olarak Ab, Abd,
İsrail’de herhangi bir farklı duruş olmadığını anlamıştır.
Ab, Abd, İsrail’in alacağı kararların kendi
burjuvalarının ve sistemlerinin çıkar ve menfaatinin söz konusu olduğunda nasıl
da ağız birliği yaptığını hala anlamayan varsa yuh. Abd, Ab, İsrail halkları
yıllardır hangi dönem olursa olsun, hangi yönetim, hangi başkan, başbakan,
cumhurbaşkanı olursa olsun bu katliamlara, savaşlara, kadın ve çocukların
ölümlerine sebep olan kapitalist emperyalist sisteme ve yönetenlerine dur
demenin zamanı geldi de geçti. Evet, bu katliamlar okul gezisi değil, yüzlerce,
binlerce, milyonlarca insan yıllardır, bu savaşlara katliamlara ve bu konuşma
metinlerine sebep oldu. Sebep, daha fazla satış, pazarlama, kar, rant (getirim),
daha fazla çıkar, menfaat daha fazla güç, ganimet, Peki, bunların ne kadarını
Ab, Abd, İsrail halkı yaşıyor? Dünyanın en büyük şirketlerinden GM, Ford,
Chrysler Abd merkez bankasından milyarlarca dolar istiyor. Bu para nereden
geliyor? Sıradan bir Abd vatandaşı birkaç bin dolar istesin bakalım merkez
bankası verecek mi? Ab’de durum farklı mı, elbette hayır. Asıl daha da önemlisi
ne Ab, ne Abd kaldı ki çok da umarsız olabilir, bir an için. Oysa Nazi
Almanya’sında Hitler döneminde dünyanın en vahşi uygulamasıyla faşist, ırkçı
katliama uğrayan Yahudi halkının adeta bunları yaşamamışçasına bu kadar
katliamcı faşist bir ülkeye ve yönetime tahammül etmesi her şeyden daha haince,
alçakça. Toplama kamplarında, gaz odalarında, trenlerde, yollarda, ölüm
çukurlarında, öldürülen, sürülen, yok edilen hatta hatta sabun yapılan
atalarının uğradığı, yaşadığı acıları, zulmü, zalimliği bugün daha fazlasını
uygulayan bir İsrail yönetimi ve onu destekleyen izinler veren ve daha
fazlasını yapan Abd’ye bu kadar sessiz kalmak asla ve asla bir Yahudi’ye
yakışmaz. Hitler faşizminin Yahudi halkına ne yaptığı ortada iken bile bile
aynısını Filistin’e ve dünya halklarına uygulayan Ab, Abd, İsrail yönetimini
destekleyen bir tek Yahudi bile milyonlarca katledilen her bir Nazi katliamına
uğrayan Yahudi’nin kemiklerini sızlatmaktan başka hiçbir şey değildir.
Nazilerin Yahudilere uyguladığı katliamları yıllar sonra Mossad’ın yakaladığı
her Nazi’den hesabını sordu. Bugün Filistin’de, Gazze’de, Lübnan’da, Irak’ta,
Afganistan’da ve daha pek çok ülkede yapılan katliamların hesabını ilerde hangi
Mossad ya da başka bir birim soracak?
Faşizmin katliamına uğramış bir halk faşist
olamaz.
VIII- Kimin eli kimin cebinde
Türkiye Nato üyesi. Yunanistan Nato üyesi.
Türkiye Ab üyesi yolunda ilerliyor. Yunanistan Ab üyesi. Rusya dünün Varşova
Paktı üyesi. Bugün ne Nato, ne Varşova Paktı üyesi. Rusya Ab üyesi olmadı, ne
de Ab üyesi olma düşüncesinde. Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında da yer
alıyor.
Rus savaş gemileri ve uçakları tatbikat için
Ege’nin güneydoğusunda. 8 ve 10 Ocak günleri Marmaris’in karşısındaki Rodos
Adası’nın güneydoğusunda (Rodos ile Kıbrıs arasında Atina FIR hattı içindeki
bölge) ve 11 Ocak’ta da Girit Adası’nın güneyden geçen ve Atina FIR hattı
içinde çok yönlü tatbikatlar gerçekleştirecekler Nato üyesi olmayan Rusya’nın
Nato üyesi iki ülkenin sınırında ve sınırının yakın bölgesinde tatbikat
yapmasının hem Gürcistan, hem Yunanistan’daki gençliğin isyanı, hem de
Gazze’nin bombalanmasının eş zamanlı gerçekleşmesinin tesadüf olmadığını
anlamak zor olmasa gerek. Abd, Ab, İsrail buna sessiz kalmayacaktır ama
Yunanistan’ın buna izin veriyor olmasını umarım Ab, Abd, İsrail en kısa zamanda
açıklar. Kimin eli kimin cebinde dedikleri bu olsa gerek. Türkiye bu olup
bitenlerin neresinde? Dış ilişkilerimiz, askeri ortaklıklarımız, Ab yolundaki
politikaları, Abd ile ilişkileri nasıl ve ne şekilde stratejize ediliyor merak
konusu. Hem Ab’ye girmeye çalışacağız, hem Abd ile ilişkilerimizi sıkı
tutacağız, hem Nato üyesi olacağız, hem Kıbrıs sorunumuz olacak, hem
Yunanistan’la ilişkilerimiz olacak, Rusya ile ekonomik ilişkilerimiz olacak ve
burnumuzun dibinde tatbikat olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk
Dışişleri’nin, Türk Hükümeti’nin bu olup bitenlerden haberi var mı, var ise bu
tatbikatın neresinde, karşısında ise ne yaptı, değilse ne yaptı, bunların
cevabı var mı? Cevabı olsa bile bu cevap ancak tatbikat bittikten sonra olacak
herhalde. Nato’nun kuruluş amacı özellikle komünizm yayılmasını önlemekti.
Bugün de farklı değil. Nato adına pek çok kere çeşitli ülkelere askerlerimiz
gitti. Ancak görüyoruz ki dün dündür de kalmış, burnumuzun dibinde bir başka
Nato üyesinin izniyle hem de Nato’nun yıllarca karşı olduğu Rusya’nın
tatbikatına izin veriyor. Kore’ye gitmek ya da Afganistan’da Nato yetkilisi
olmak vs, Türkiye artık bunları sorgulamasının zamanı gelip geçiyor bile.
Irak işgaline giden Abd
uçakları Türkiye’den kalkmadı, Gürcistan’a giden Abd gemileri boğazlardan
geçmedi, İsrail pilotları Türkiye’de eğitim görmedi ve Yunanistan, Türkiye
sınırında Rusya tatbikat yapmıyor. Şapkayı önümüze koyup düşünme ve yerimizi,
hangi yola gideceğimize karar vermeliyiz. Burnumuzun dibinde Irak işgali,
İran’a tehdit, Filistin’in bombalanması, Kıbrıs sorunu, Gürcistan’ın Güney
Osetya’yı işgali ve Rusya’nın müdahalesi, etrafımızda bunlar olup biterken yeni
stratejiler, yeni kararlar, yeni duruşlar ortaya koymak zorundayız, aksi halde
deniz sınırlarımızı aşmış olan karasal sınırlarımızda daha pek çok tatbikat,
savaş, katliam olmaya devam edecektir.
IX-Özgürlük ve teknoloji
Bilim ve teknoloji öylesine
gelişti ki artık en uzak noktalar bile burnumuzun dibine geldi. İletişim,
teknolojisinin gelişmişliği insanlığın gelişmesine yüksek seviye de katkıda
bulunuyor. Teknoloji gelişmeyi getirdiği gibi daha fazla tüketici bir toplum yaratmaya
da hizmet ediyor.
Tüketici daha fazla tüketici
olmak kapitalizmin can damarıdır. Ne kadar tüketici olursa toplumlar o kadar
kapitalizm ilerler ayakta kalır daha fazla kar, rant (getirim) vs elde eder.
Elbette teorik olarak böyle olsa da tüketim her zaman ilerleme, gelişme demek
değildir. Nitekim küresel mali krizin temelinde yatan sebeplerden biride
tüketimdir. Teknoloji özgürleşmeyi de arttırır. İnternette bunlardan biri.
İnternette insanlar özgürce iletişim kurmakta, bilgi paylaşmakta, gruplar oluşturmakta
ne mutlu insanlığa. Peki, bunlar her zaman geçerli mi? Faşizm ve internet. Hadi
canım, hiç olacak iş mi? Öyle bir olur ki. Pek çok insanın facebook’a üye
olduğu ve pek çoğu eşini, dostunu, arkadaşını bulduğu, pek çok arkadaş edindiği
site, bilimi, teknolojiyi ne de güzel faşizme oturturdu. Gazze saldırısını
protesto etmek için kurulan dayanışma gruplarına facebook yasak koydu. Bu tür
girişimlerde bulunanların üyeliğini iptal edeceği tehdidinde bulundu. Daha
ileri gidecek olursa bu grupların hesabını kapatacağı tehdidinde bulundu.
‘’Filistin halkı yalnız değildir’’, ‘’İsrail’in Filistin katliamını
kınıyorum’’, ‘’İsrail’in Filistin halkına yaptığı soykırımı nefretle
kınayanlar’’ adlı gruplara üye olanlara facebook gönderdiği mesajlarla tepki
gösterdi.
Hani teknoloji, hani ilerleme,
hani özgürlük, hani internet şu bu lafları ne oldu. Yüzlerce, binlerce nazi
siteleri üyeleri, kafatasçı, ırkçı, faşist gruplara, kullanıcılara, sitelere
laf yok. Ama iş katliama karşı gelmek olunca hop dur bakalım, en büyük faşist
benim demek ne oluyor. Yahudi katliamını faşistler tarafından yaşayan hiçbir
Yahudi faşist olamaz. Faşist olan Yahudi kendini, tarihini, aslını, atalarını inkâr
eden Yahudi olamaz.
X-Sendika başkanı mı ceo mu?
Macaristan Otomotiv Sendikası
Başkanı Sanos Borsik, işten çıkarılmak yerine hafta da 4 gün çalışılmasının ve
buna göre aylık alınmasının gayet mantıklı olduğunu, başka çare olmadığını,
audi ve suzuki ve bu fabrikalara parça üreten şirketlerden binlerce kişinin
işten çıkarıldığını, haftalık iş günü, sayısının düşürülmesinin tüm dünyada
uygulanabileceğini açıladı.
‘’… başka çare olmadığını,…’’ bu cümleyi
söyleyenin işçi sendikası başkanı olma ihtimali nedir? Hem işçi sendikası
başkanı olacaksınız o da yetmeyecek birkaç yıl öncesinde sosyalist bir devletin
vatandaşı olacaksın, o da yetmeyecek, ekim devriminden önce sosyalist
mücadeleye öncülük eden ülkelerden birinin tarihine sahip olacaksın ve ‘’… başka çare olmadığını,…’’ gibi bir cümle
kullanacaksın. Bu ancak işçi olmayan, örgütlü olmayan, sosyalist ya da
sosyalist bir geçmişe sahip olmayan birinin sözü olabilir. Bugün 4 güne inen
çalışma süresi yarın sıfıra inerse de mi aynı şeyi söyleyecek? Ne audisi, ne
suzukisi dünyanın en büyük otomotiv şirketleri gm, ford, chrysler Abd
Senatosunun kapısında dileniyor. ‘’Biz batarsak kapitalizm batar’’ diyor.
Senato ise hala ne kadar destek olabileceğini açıklamamışken audi ya da
suzukinin daha iyiye gitme ihtimalini düşünüyorsunuz.
Ne dün ne bugün ne de yarın kapitalizm devam
ettikçe üretenlerin yönetmediği bir sistem olmadığı sürece, kara, ranta ve
sadece burjuvazinin çıkar ve menfaatleri ön planda olduğu sürece işçi sınıfının
ne 4 ne de, 5 ne de 7 gün çalışıp çalışmamasının çözüm olmayacak.
XI- Yalanların getirdiği
ödüller
İkiyüzlülük, alçaklık,
hainlik, döneklik, yalancılık, inkârcılık, hiçbiri. Bunların hiçbiri açıklamaya
yetmez.
İsrailliler ve Filistinliler amca
çocuklarıdır. Çinliler ve Japonlarda amca çocuklarıdır. İsrailliler Alman nazi
partisinin faşist katliamına uğramıştır. Bugünde Filistin’de faşist katliamları
İsrail yapmakta. Japonlar Amerikan faşist katliamıyla atom bombasıyla katledildiler.
Japonya yıllarca Çin’le savaştı.
İsrail’inde Japonya’nın da eylemleri
birbirinden pek de farklı değil. İsrail’i de Japonya’yı da destekleyen, arkasında
duran Anayasaları, yönetimlerini, yaptıkları ve yapacaklarını belirleyen ve
karar veren Abd. I97I’de, Abd’den Çin’e nükleer saldırı yapmasını isteyen
Japonya, Başbakanı Eisaku Sato’nun Japon Meclisi tarafından onaylanan 3 Nükleer
Karşıtı ilke Programı, kendisine I974’de Nobel Barış Ödülü aldı. 3 ilke,
Japonya’nın nükleer silah üretmemesi, bu silahların Japon topraklarına
sokulmamasına ve Nükleer silahların yayılmasını önleme Anlaşması’nın
imzalanması olarak belirlenmiştir. Japonya’da en uzun süre başbakanlık yapan
Sato I965’te Abd’ye yaptığı ziyaret sırasında dönemin savunma bakanı Robert
McNamara’ya gerekirse Abd’nin Çin’e denizden bir nükleer saldırı
düzenleyebileceklerini söyledi. 2. dünya Savaşı’nı sonunda, Japonya’ya Abd’nin
iki atom bombası atarak dünyanın en büyük katliamlarından biri
gerçekleştirildi. Onursuzluk, kişiliksiz, kimliksiz, tarih bilincine sahip
olmamak, tarihi unutmak, inkâr etmekle daha da gelişiyor. Kendi halkının 2 atom
bombasıyla katledilmesi ve ardından nükleer karşıtı anlaşmalara imza atmak ve
el altından da Çin’e atom bombası atabileceğini kendisine 2 atom bombası atan
ülkeden istemek ve bu kadar hüner beceri, yetenek elbette Nobel Barış Ödülü’nü
getirir. Nobel Barış Ödülü verilirken kazı kazanı kazımadan verildiğinin bir başka
somut gerçeğidir. Altını kazıyınca hiçte büyük ödül çıkmıyor. Madalya alan
sporcularda doping (uyarıcı) çıkınca madalyasını geri alan sistem uzun yıllar
Nobel Barış Ödülü’nde uygulanmayacak. Kimbilir daha kaç kişi bu ödülü hak
etmeden aldı. Asıl sorun burada hal eden mi alıyor bu ödülü yoksa hak etmeyen
mi? Adı barış olan ne kadar savaşçı, katliamcı olanlara mı veriliyor? Sato
örneği Barışı isteyen değil savaşı isteyene verildiğinin ispatıdır. Asıl burada
ödülden de önemli olanın katliamları tarihsel süreçte acı ve ağır şekilde
yaşamış olan halkların neden zaman içinde katliamcı olduğu, sorusu daha önemli.
Cevap elbette emperyalist politikaların o halklar içindeki işbirlikçi
kapitalistlerinden kaynaklanmaktadır.
Dün nazi faşizminin katlettiği Yahudiler
Filistin katliamına sessiz kalması, dün iki atom bombasıyla katledilen
Japonların hala Abd emrinde yaşaması ve Abd katliamlarını desteklemesi özünde
halkların kararı değil işbirlikçi kapitalistlerin emperyalist efendilerinin
emirlerine uymasıdır.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
22.01.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder