17 Şubat 2016 Çarşamba

KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELEDE, TEMELİ ÜRETİCİ GÜÇLERE DAYANMAYAN HİÇ BİR YAPI AYAKTA DURAMAZ

Kışların yoğun geçtiği ülkelerde çatılar oldukça uzun ve büyük olur, neden, çünkü evler yoğun kar ve yağmura karşı daha korunaklı olsun diye.

Yine de temel olmadan, temeli sağlam olmadan, iyi etüt edilmeden çatı ne kadar uzun ya da büyük olursa olsun hiçbir yağış sistemine dayanıklı olmaz.

Ayrıca son on yıllarda gerçekleşen depremler ve sonucunda meydana gelen can ve mal kaybı zemin etütleri hem şart olmuştur hem de daha da önem kazanmıştır.

Tabi ki zemin etüdü de işin bilimsel, gerçekçi, güvenilir şartlarına uygun yapılırsa doğru bir etüt yapılmış olur.

Zemin etütleri genel de elektrik prospeksiyon, sismik, elektromanyetik vs gibi yöntemlerle yapılmakta biz de daha çok ilk ikisi kullanılsa da ikinci yöntem başlangıçta ihmal edilmiştir ki bu hem bilimsellik hem de güvenilirlik açısında çok önem arz eder.

Ayrıca daha düne kadar ve hatta pek çok yer de halen bu kesin ve doğru yöntemler kullanılmak yerine dört beş noktada yapılan mekanik sondajla zemin etüdü yapılmaktaydı. Kaldı ki mekanik sondaj yıllardır yapılmakta ve sonuçları gerçekleşen depremlerdeki kayıplarla karşılaştırıldığında ne kadar güvenli sonuçlar alınıp alınmadığı görülecektir.

Evet, günümüzde ne kadar sismik yöntemle zemin etütleri tam anlamıyla yapılmasa da imzayı atan projeyi ruhsatı kapıyor ve iş bitiriyor.

Uzun uzun burada jeofizik yazmayı düşünmüyorum elbette.

Ayrıca bu işin ekonomik boyutuna ve maliyetlerin normal de ne kadar az olmasına rağmen kimlerin nerede, nasıl rantlar, karlar elde ettiğine de girmeyeceğim.

Çatı, temel derken mühendislik sorunlarına da girdik ama aslında her iki sorun arasında da özü itibariyle diyalektik bir bağ var. Bu da ayrı bir çalışmam olacak zaten.

Her ne yapılırsa yapılsın, her nerede yapılırsa yapılsın, kim ya da kimler tarafından yapılırsa yapılsın, konu, olay, yer, mekân, vs ne olursa olsun zemin doğru, bilimsel, güvenilir, sağlıklı, bir şekilde ele alınıp, incelenmeden, analizi, sentezi yapılmadan “kervan yolda düzelir” deyip yola çıkıldığı sürece daha çok çatıdan evin göbeğine göbeğine su da sızar, duvarlar çatlar, zamanla evin halini ilk depremde –darbede- seyredin!

Dolaysıyla çatıya çıkmadan zemini doğru düzgün etüt etmeden kurulacak küçük bir “kanaryaları koruma derneği” bile daha başlangıçtan kaybetmek demektir. Tabi daha baştan bu sonucu bilenler özellikle bu tür yöntemlerle bu işlere başlıyorsa orasını kim bilebilir.

Çatı öncelikle temel bir sorundur. Birlik, blok, cephe uzantılarının bir yerde toplanıp çoğalıp birikmesi ve sonuçta daha merkezi hale gelmesi sorunun diğer bir adına çatı denilse de bu yaklaşım özünde çatıdan çok “temel” olarak konulsa daha gelişkin olabilir. Temeli oluşmadan çatıyı kurmak ne kadar dayanıklı ne kadar uzun vadeli kılabilir ki. Dolayısıyla çatı yerine öncelik temel olmalı. Henüz ilkeler, plan, program, tüzük, bileşenler, üzerine tartışmalar netleşmemişken bodoslama çatı kurmanın daha başlamadan ilk yağışla çöküş anlamına gelecektir bu durum.

Tabi bu daha çok ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, emek-sermaye, burjuvazi-işçi sınıfı, sermaye güçleri-üretici güçler arasındaki çelişkilerden çözüme doğru yönelmek isteyenlere yönelik bir yaklaşımdır. Bu tür kaygıları olmayanların çatı meselesine bakış üstüne olan bu yazıyı dikkate almasına gerek yok.

Her ne kadar güçlü dayanakları var gibi dursa da hem ülke hem de dünya deneyimleri pek çok dönemde liberallerle, çeşitli dini gruplarla, yapılan birlik çalışmaları her zaman liberallerin ve dini grupların çıkarına olmuştur. Bunu anlamak çok az bir tarih bilgisi ile çözülecektir. Fransız ihtilali incelenmeli. Paris Komün sonrası incelenmeli, Rusya’dan bund’cular incelenmeli, Çin’de Tibet rahipleri incelenmeli, ikinci emperyalist savaş döneminde hem katolik devletlerin hem de Almanya dışındaki yahudiler incelenmeli, savaş sonrası yahudiler incelenmeli, İngiltere’de katolik protestan parti çekişmesi ve bunun abd ayağındaki durumu incelenmeli yeterli mi yetmiyorsa Gandi ve müslüman-budist ilişkileri incelenmeleri. Daha geniş kapsamda ise ilk kez söylüyorum nato güçleri hristiyan, müslüman, yahudi’dir. Ve ortaktırlar. Ne kadar kavgalı, tartışmalı dursa da en sıradan bir lejyonerle, nato askeriyle, vs çok kısa bir sohbette “ne işiniz var Afganistan’da Pakistan’da ne işiniz var Kırgızistan’da üs kuruyorsunuz, ne işiniz var güney Çin kıyılarına yerleşiyorsunuz” diye sorun alacağınız cevap   “1,5 milyar Çin, 1 milyar da hindistan hepsi budist ya da çok tanrılı dinlere inanıyor bunların yayılmasını önlemeye çalışıyoruz diye cevap verirler”. Evet, bu kadar basit sıradan bir argümanla kafaları yıkanmaktadır. Oysa durumun aslı bu mudur elbette değil.

Liberaller ve çeşitli dini gruplar, solcular Fransız ihtilalinde bir araya geldiler sonucu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Burjuvazinin iktidarı arkasından da on yıllar sürecek olan Napolyon sülalesi krallığı geldi.

Liberaller ve çeşitli dini gruplar, solcular Sovyet Devrimi öncesi bir ara aynı trende buluştular sonuç Bolşevikler Devrime giderken liberaller ve dindarlar çarın beyaz ordusuyla Bolşeviklere savaş açtı.

Liberaller ve çeşitli dini gruplar, solcular bir araya geldi abd’e de, ab’li yeniden sömürgeci, istilacı, işgalci olmaya başladı tabi ki solcularını da liberalleştirerek.

Öncelikle liberalizmin Sosyalistlerle buluşmasını düşünmek bile işin felsefesine, ideolojisine aykırıdır. Bir yanında kapitalizm üretim ilişkilerini savunlar diğer yanında kapitalizmi ortadan kaldırıp üretime, paylaşıma, kardeşliğe, eşitliğe, özgürlüğe dayalı bir sistem kurmaya çalışan Sosyalistler olacak, ne için mevcut sistemi koruyup kollamak için mi, ne için mevcut sistemi ayakta tutmak için!

Bu sistemi bu kadar çok yaşatmak isteyen vardı da bunlar ne diye yıllardır çırpınıp durdular… Gidip bir düzen partisine üye olup orada siyaset yapsalardı daha iyi olmaz mıydı, elbette iyi olurdu.

Bu liberaller ve çeşitli dini gruplar işbirliği ya da birlikteliği yakın gelecekte bu coğrafyada elde edilen pek çok kazanımın, tarihe karışmasına neden olmazsa hiç şaşırmayın. Her ikisi de öğütücü, yok edici asit özellikleriyle bütün hünerlerini sözde sahte hoş görünme, kibarlık, nezaket, tolerans gibi klasik davranış biçimleriyle, sözde özgürlükçü, bireyden yana, demokrat, hassas, anlayışlı, maneviyata düşkünlük tezleriyle gösterse de bunların her yanı her şeyleri sadece sermaye güçlerine hizmet etmektedir.

Liberallerle, ve çeşitli dini gruplarla yola çıkılarak elde edilen tek bir mevzi var mı çıkıp bunu söyleyecek tek bir kişi var mı, elbette yok. Özal’ın dört eğilim anlayışı gibi bu eğilim sadece yok etmeye yarayacaktır. Nitekim Özal’da bu sonuç elde edilmiştir. “Yok, biz de deneyelim, yaşayalım” diyorsanız buyurun “Halep orada arşın burada”.

Neredeymiş hangi liberal ya da ve çeşitli dini gruplar;

Hangisi aç, yoksul, işsiz, evsiz, barksız, yurtsuz,
Hangisi işkenceden geçirilip sakat kalmış ya da ölmüş,
Hangisi asılmış,
Hangisi yakılmış,
Hangisi sürgün edilmiş,
Hangisi katledilmiş,
Hangisi inkâr edilmiş,
Hangisi imha edilmiş,
Hangisi kaç hücre cezası almış,
Hangisi ölüm oruçlarında ölmüş,
Hangisinin köyü kasabası boşaltılmış,
Hangisinin inancı ya da düşüncesi yasaklanmış,
Hangisi anadilinde konuşamıyor,
Hangisi kaç greve, eyleme, katılmış,
Hangisine dışkı yedirilmiş,
Hangisi kendini yakmış,
Hangisi daha çocuk yaşlarda katledilmiş,
daha sayalım mı bu kadar yeterli her halde.

Bu burjuva demokratlıkları, sosyal demokratlık, halk demokratlığı vs diye kimseye yutturmayın. Burjuva partileri orada burjuva devleti de orada gidersiniz biat edersiniz hemen sizi kabul ederler buyurun “Halep orda arşın burada”.

Kendine sol, sosyalist diyenlerin burjuva demokratların tuzağına düşeceklerini sanmıyorum ama yine de ideolojik politik köklerinden koptularsa yakındır bekleyin görün yakında yüzde 49 liberal yüzde 49 dindar yüzde 2 de sol olan -olursa öp başına koy-  temeli olmayan çatı olursa! Hiç şaşırmayın.

İnancını yitirmiş olanın yolu olmaz.
İnancını yitirmiş olanın çizgisi olmaz.
İnancını yitirmiş olanın aydınlığı olmaz.
İnancını yitirmiş olanın çıkışı olmaz.

O inanç Bilimsel Sosyalizm değilse ve onu da üretici güçler temelinde örgütlenme gibi bir derdi olmayan hiçbir sosyalist hareket sistemin uşaklığından kurtulamaz.

Sosyalizm hiç kimsenin tekelinde asla olmadı olamazda. Günümüze kadar yaşanan deneyimlerin yön değiştirmesi de doğaldır. Henüz köklerini tam olarak yerleştirmemiş iki dünya emperyalizm savaşının kayıplarını görmezden gelip dar eleştiriler yapmaya benzemez. Bugüne kadar her nerede olursa olsun isterse tek bir kasabada ya da köyde isterse üç gün bile olsa emperyalizme karşı, kapitalizme karşı, faşizme karşı üretici güçlerin zaferiyle sonuçlanmış sosyalizmin bayrağını dikenlere selam olsun. Üç üç saat bile olsa burjuvaziye karşı elde edilen tüm çatışmalara, barikatlara, ayaklanmalara, savaşlara, mücadelelere, zaferlere selam olsun.

Kimse kimseye aba altından sopa göstermesin. Ezenler sömürenler karşısında “atarı” olan çıkar meydana aslanlar gibi üç gün de olsa üretici güçlerin bayrağını yükseltir.

Liberallerin, ve çeşitli dini gruplar ne nasihatlarına, ne düşüncelerine, ne kendini beğenmişliklerine, ne servetlerine, ne yalanlarına, ne ajanlıklarına, ne işbirliklerine solun sosyalistlerin ihtiyacı olamaz.

Bu ittifak geçmişteki ajanların, muhbirlerin, işbirlikçilerin, itirafçıların, teslimiyetçilerin vereceği zarardan daha büyük olacaktır. Bu zarar yüzyıl geriye gidecek olan bir sürecin kapısını açacaktır. Tarih ortada. Günümüz ortada. Liberaller ve çeşitli dini gruplar onca ihalenin, onca rantın peşindeyken seninle ne için bir araya gelsin ki.

Kaldı ki hadi diyelim her konu da anlaşıldı liberaller ve çeşitli dini gruplar peki ekonomik sistem ne olacak, sınıfsal farklılık ne olacak, üretim araçları kimin elinde olacak buyurun sol ve sosyalistler kurulması düşünülen ittifakta birilerinin kapitalist birilerinin, kendi dinine göre ekonomik sistemi dayatması durumunda sizler nerede olacaksınız, üretici güçler dediğinizde, işçi sınıfı dediğinizde hatta en kutsal değer emek dediğinizde en kutsal değer paradır, özel teşebbüstür, rekabettir, sermayedir diyen liberalle, en kutsal değer Allah’tır, peygamberdir, ayettir, kitaptır, dindir diyene ne diyeceksiniz. Hele hele feministim diyenler metres hayatını meşru sayan liberallerle, dört kadınla evlenmeyi meşru görenlerle neyi paylaşmayı düşünüyorsunuz, ormanları kesip, nehirleri kurutan, gölleri bitiren, her yere neredeyse en küçük ırmağın üstüne bile “hes” yapmak isteyenlerden habire ihale almaya çalışan liberallerle, nerede birlikte oturmayı düşünüyorsun çevreciler, nükleer karşıtçılar, hes karşıtları, lezbiyenlerin, gaylerin, homoseksüellerin ve daha pek çoğunun cinsel tercihlerini savunanlar kadını bile erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına inanan çeşitli dini gruplar ne yapmayı düşünüyor, yüzyıllardır katliama uğrayan ve bunların altında imzası olan jakoben, jironden, napolyoncu fark etmez bunların torunları olan liberallerle ne yapmayı düşünüyorsun. Daha dün Koçgiri ’de, Dersim’de, Ağrı’da, Maraş’ta, Çorum’da, Diyarbakır’da, Sivas’ta, Gazi’de daha pek çok yerde çoluk çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden katledenlerin zihniyetinden olan liberallerle ve çeşitli dini gruplar hangi çatıya çıkmayı düşünüyorsun.

Birlik, blok, cephe kurulacaksa emek-sermaye, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, burjuvazi-işçi sınıfı, sermaye güçleri-üretici güçler çelişkisini ortadan kaldırmak isteyen insanlaşma yolu olan Bilimsel Sosyalizm ilkeleri doğrultusunda olmalıdır. Bunun ilkeleri de açık ve nettir. Sağa sola duvara kafayı gözü vurmaya gerek yok.

Adında sosyalizm, komünizm, demokrasi, eşitlik, özgürlük, işçi, devrimci, emek, kardeşlik, barış, vs kelimeleri taşıyanlar öncelikle bu sözlerin köklerinin nereden geldiğine yeniden bakması çok önemli. Bu sözler insanın insanı ve doğayı sömürmemesi, ezmemesi, katletmemesi, inkâr etmemesi, imha etmemesi, adına söylenmiştir. Herkes kendi bulunduğu yerin adındaki kelimeleri bir daha düşünsün ve sonrada ya bu kelimeleri çıkarıp liberallerle ve çeşitli dini gruplarla ittifak yapsın ya da bu tür kavramların hakkı neyse onu verecek işlere soyunsun.


HASAN HÜSEYİN BEYDİL
-02.09.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder