KAPİTALİZMİN
YAPILANDIRILMASI… YİNE YENİ YENİDEN…
1980’lere
kadar gelip kenan evren’le sona erdiği iddia edilen kemalizm daha dikkatli
incelenmeli. kemalizm zamanla Mustafa Kemal’in kendisini de aşan ve çeşitli
kesimlerce farklı farklı algınansa da devletin yönetim anlayışı her zaman
aynıdır. Değişmemiştir.
Emperyalizm
-evet çekinmeyin korkmayın emperyalizm diye bir şey var- “1980’den sonra yeşil
kuşak anlayışını devreye soktu” diye bilinse de bu bahsi geçen proje daha
köklüdür. Sadece yeşil kuşak adıyla bilenen dar, lokal bir anlayış değil bu.
Esası 1950’ler civarına kadar gider. Sosyalist blokun Enternasyonalizm
anlayışına karşı şimdilerde de çok moda olan çeşitli çevrelerinde ağzına sakız
ettiği “küreselleşme, globalleşme” adına ki bunun esas adı emperyalizmdir ve yeni
strateji ve taktik planlaması yapılıyordu ki bu planın ilk adımları 1929 “sözde
büyük buhran” diye uydurulan altı kazıldığın da sahte kriz öncesinde
başlamıştır.
Evet,
ilk kez yazıyorum 1929 sözde krizi denilen sahte kriz ki yeni versiyonu
hazırlanıyor küçük krizlerle ayak sesleri duyurulsa da bunlar kriz değildir.
Bunlar kapitalizmin yeniden yapılandırılmasıdır.
1929
sözde kriziyle daha detaylı paylaşımlar yapacağım ilerde. Öncelikle kriz diye
kamuoyuna ilan edilen her ne varsa bunlar, bilinmelidir ki kapitalizmin yeniden
yapılandırılması ve daha güçlü olması için uydurulan oyunlardır.
Şimdilik
çok kısa değineceğim 1929’larda abd’de kriz olduğunda iddialara göre 14 milyon
işsiz, 2 milyon evsiz var ve yaklaşık birkaç yıl sonra roosvelt başkan olur
olmaz keynes’in tavsiyeleri de dikkate alınarak birden bire abd sihirli bir
değnekle milyonlar sessiz, sedasız devletin yardımıyla, yeni yol, baraj, inşaat
vs projeleriyle birden bire devrim yapmaktan vazgeçiyor -ki öyle bir şeye
yeltenmedikleri halde- sisteme entegre oluyorlar ve bir gecede neredeyse bu
evsizler bu işsizler iş ve ev sahibi oluyorlar.
Onlarca yıldır da ev ve işlerini kaybetmemek için sisteme öylesine
entegre oluyorlar ki değil bir isyan, değil bir ayaklanma, hepsi
televizyonlarının karşısına geçip bol bol “obez” olma yarışı yapmaya başlıyorlar.
Yaşadığımız coğrafyada dikkat edilirse özellikle son on yıldır pek farklı bir
durum yaşanmıyor. Yaşanan ekonomik ve siyasal krizler sonrasında uygulanan
ekonomik ve siyasal politikalar birden bire nasılda halkı bir refaha,
mutluluğa, huzura kavuşturdu, görülmeye değer! Bu huzur ve mutluluk tablosu
gerçek mi, illüzyon mu, sahte mi, montaj mı? Son yıllarda yaşanılan ekonomik ve
siyasal ortamı doğru tahlil etmeden ezberde ne varsa onunla bu sorulara kim
cevap verirse versin sınıfta kalır.
1940’lar
da İkinci emperyalist parçalama, yok etme, sömürme savaşı sonrası ise abd ki
açlıktan, yoksulluktan, evsizlikten, işsizlikten kırılanlar birden bire
dünyanın hâkimi olacak kadar zenginleşiyor.
İktisatçılar,
ekonomistler, istatistikçiler, maliyeciler de öve öve bitiremedikleri serbest
piyasa ekonomisine hem kendilerini hem de halkı sıkı sıkıya bağlıyorlar. 1929
öncesi ekonomiye müdahale etmeyen devlet “kimin ne hali varsa görsün”, “serbest
rekabet nasıl isterseniz onu yapın”, “ister kazanın, ister batın” diyen devlet
1929 sonrası artık merak etmeyin devlet olarak “batsanız da ben kurtarırım”,
“aç kalsanız da ben doyururum”, “evsiz, işsiz kalsanız da ben bulurum hepsini”
diyerek toplumu daha da bir sisteme bağlıyor. Sıkı sıkı sisteme sarılanlar bir
daha evsiz, işsiz kalmayalım korkusuyla “aman devletimiz, sistemiz ayakta
dursun tek biz gece gündüz çalışırız” diye günümüze kadar gelmiştir. Esasında
kısaca kapitalist sistemin toplumu nasıl bir korku çemberine aldığının da
göstergesidir bunlar.
“Biraz
mal, biraz mülk, biraz iş, biraz maaş, biraz gelir, biraz özgürlük sarılın ha
sarılın devlete, sarılın ha sarılın kapitalizme” diyerek toplumu çarmıha
geriyorlar.
Kaybedecek
malı, mülkü, parası, pulu, serveti olanın ne eşitlikle, ne özgürlükle, ne
adaletle, ne insanlaşmayla işi olmaz. O artık en ağır kölelik bağlarıyla
zincirlenmiştir kapitalizmin firavunlarının dizinin dibine.
Bu
sistemin modern hali yaşadığımız coğrafya da gerçekleştirildi son dönemde,
herkese hayırlara vesile olsun! Kısacası kriz denilen emperyalist kapitalist
oyun tuttu, durmaksızın yoluna devam ediyor. Neden çünkü halen karşısında güçlü
ENTERNASYONALİST BİLİMSEL SOSYALİZM güçleri yok. Var olan güçlerin birliği
sağlanmadan da uzunca bir süre özel mülkiyet sahibi olanların –kısaca mal,
mülk, servet sahibi olanlar- firavunların dizinin dibinden ayrılmayacağı
ortada.
Dağılan
sosyalist devletlere sevinenler, “bak çöktüler” diyenler, sosyalist devlet
kalmayınca “ kapitalizm mutlu ediyor toplumu” diyenler, işini gücünü bırakıp
Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao ve daha nice sosyaliste, üretici güçlerin
ideologlarına, teorisyenlerine, önderlerine, öncülerine küfür etmeyi kapitalizm
karşısında ya da mevcut düzen karşısında mücadele sayanlar, sözde sol,
sosyalizm, demokrasi, eşitlik, özgürlük adına mücadele edenler unutmasın ki
tarih pek çok kere bu oportünist, revizyonist, reformist işbirlikçileri
karşımıza çıkarmıştır ve her defasında üretici güçler ve onların öncüleri bunu
bertaraf etmiştir.
Engels’in
“Antiduhring” ve Lenin’in “Materyalizm
ve Ampriyokritizm” adlı eserleri bu hesaplaşmanın, karşı devrimcileri yerle bir
etmenin en önemli eserlerindendir. Her iki eserde de görülecektir ki devrimci
saflarda durduğu iddia edilenlerin gerçekte üretici güçlere karşı kapitalistlerle
nasıl işbirliği yapıldığı daha net görülecektir.
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
02.09.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder