KUŞATMA SİSTEMİ VE GÖRME
YETENEĞİ
“Görünen köy kılavuz istemez”
denilse de göz görmeyince görmüyor işte. Özellikle yaşadığımız coğrafya da
tıbbi olarak görme yeteneğine sahip olanların esasında büyük bir çoğunluğunun
görme sorunu mevcuttur. Büyük çoğunluğu görme yeteneğinden yoksun bir toplumda
yaşamaktayız. Kimileri de çoğunlukla renk körü olmuş durumda. Köy ya da kasaba
ne kadar görme mesafesinde olsa da halen toplumun büyük çoğunluğu değil köyü
henüz ağaçların tepelerini, bacaların uçlarını bile görememekte. Yaşanılan
sorunlara ilişkin temel sorunlardan biri görme yeteneğinin ortadan kaldırılmış
olması. Evet, görme yeteneği ortadan kaldırılmış bir toplumla karşı karşıyayız.
Cumhuriyetin kuruluşundan
günümüzde kadar devam eden bir kuşatma yaşıyor toplum. Etrafı çevrilmiş adeta
bir sahte karantina adına kuşatılmış bir toplum yaratıldı. Bu bugün olan bir
sonuç ya da başlangıç değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üretici güçler ve
halklar üzerinde yoğun bir baskı, şiddet ve kuşatma açık ve net bir biçimde
görülmekte. Ancak bu köyü görme yeteneğine sahip olanların sayısı görme
yeteneğini ortadan kaldıranların sayısından fazla olsa da ortada görünen bir
köy söz konusu değil. Üretici güçleri yıllardır her koşul ve şartta boğmaya
çalışan bir durum yaşanmakta. Kuruluşundan günümüze kadar uygulanan en ağır
baskı, şiddet ve kuşatma görme yeteneğinin kaybına neden oldu. Bu kuşatma devam
ediyor.
Zaman zaman sözde “halkın
kendi kendini yönetmesi” adına seçimler yapılıyor ve bugün yarın yine bir
seçimle karşı karşı kalınacak. Peki, sonuç değişen yine bir şey olmayacak! Her
geçen gün daha fazla görme yeteneği kaybolacak. Seçimlerin olumlu ya da olumsuz
sonuçları diye ne kadar sınıflandırma yapılsa da sonuçlar her zaman üretici
güçler açısından olumsuz burjuvazi açısından olumlu sonuç verecektir.
Özellikle 1946 yılı itibariyle
kuşatma daha büyümüştür. Her ne kadar günümüzde “ideolojiler bitti” denilse de
bu kuşatma başından günümüze kadar ideolojiktir. Bu ideolojinin en temel
özelliği “komünizm tehlikesi” ilkesidir. Mevcut sistem kurulduğu günden
günümüze kadar kendisini ve sisteme ait olan tüm kurumlarıyla komünizme karşı
büyük bir ideolojik mücadele vermektedir. Özellikle bu tarihlerde komünizme
karşı büyük bir baskı, şiddet ve kuşatma gerçekleştirildi. 1950’lere
gelindiğinde bu baskı, şiddet ve kuşatma hem genişledi hem de yoğunlaştı.
İlerleyen zamanlarda bu sistematik kuşatma ideolojisi Denizlerin, Mahirlerin,
İbrahimlerin, Mazlumların, Kemallerin ve daha pek çok sosyalistin kuşatılması
devam etti. Hemen hemen hepsi bu kuşatmayı çözümlemeye çalışmışlardı ve bunu
başarmışlardı. Kuşatmaya karşı sonuna kadar karşı koydular.
Bu kuşatma özellikle İngiltere
ve Abd eliyle gerçekleştirildi. Yani emperyalizmin baş aktörleri tarafından.
Son yıllarda bu kuşatma
üretici güçler ve onların öncülerine yönelik daha da yoğunlaştı. Bu kuşatmanın
azması şurada dursun çemberini daha da genişletmiştir. Hitler dönemindeki
meşhur rahip ve tutuklananlar meselesine dönmüştür. Artık komünist olup olmamasına
bakılmaksızın kimden ya da nerden olduğu önemli olmayan hatta kavramsal ve
politik olarak esas itibariyle muhalif bile sayılamayacak türden kişi ya da
kişiler dahi toplama kamplarına tıkılmakta. Evet, toplama kampları yanlış
değil. Kimin neyi neden nasıl yaptığına bakılmaksızın en küçük sözlü, yazılı ya
da eylemsel olarak en küçük muhalif ses dahi toplama kamplarına gönderilmeye
yetmektedir. Unutulmamalıdır ki her şey “demokrasi, özgürlük, eşitlik vs” adına
yapılmaktadır. Tıpkı emperyalizm için sözde uygar olmayan toplumlara uygulanan
neyse aynısı uygulanmaktadır. Uygarlığı, medeniyeti yani toplumu ehlileştirmek
adına nerede ne kadar uygar olmayan varsa torlanıp toplanıp toplama kamplarına gönderilmektedir.
Devam ediyor mu, evet, görme
engelli bir toplum yaratılmaya devam ediyor, bundan kimsenin şüphesi olmasın,
peki, ne için ehlileştirmek için, evet, yanlış değil ehlileştirmek, bir yanda
toplumun azınlık bir kesimi kendilerini çoğunluk olanlardan daha uygar sayıyor
ve o çoğunluğu ehlileştirmeye çalışıyor. Büyük ölçüde de bu ehlileştirme
kuşatmasında da başarılı olmuş durumda bu küçük azınlık. Dünyanın neredeyse
tamamında yerleştirilmeye çalışılan bu kuşatma ve görme özürlü durum her geçen
gün daha da artmakta. Sahte devrimler, sahte ayaklanmalar, sahte seçimler,
sahte eylemler, sahte partiler, sahte sendikalar, sahte meclisler, sahte
mahkemelerle en yoğun ve en şiddetli şekilde bu kuşatma devam etmekte.
Uzak değil daha sömürgeciliğin
başlarında amerika, afrika, avustralya, hindistan ve daha pek çok yerde uygarlığın
taşınması, transferi adına hem oradaki halkların hem de o ülkelerin, kıtaların
kanları emildi. Kuşatma hem askeri, hem sosyal, hem kültürel, hem ekonomik, hem
psikolojik, hem dinsel olmuştur. Bu mantık her geçen yüz yıl içinde kendini
yenileyerek yoluna devam etmiştir. Görme yeteneğinin bu denli ortadan
kaldırılma çabası elbette ki gören gözler ne kadar çoğalırsa bu sömürüye karşı
mücadele edenlerde o kadar çoğalacaktır.
Bu kuşatma salt seçimler
denilen sahte uygarlık oyunuyla çözümlenemez. Kuşatma ancak başka bir kuşatma
ile ortadan kaldırılabilir. Bunun içinde “sen benden az ben senden çok
kuşatılıyorum” tartışmalarıyla değil doğrudan kuşatmanın esas merkezinde olan
üretici güçlerin ve halkların örgütlenmesi ve yeni bir birliktelikle olabilir.
Bu birlikte öncelikle kuşatmayı gerçekleştirenlerin sömürgeci mantığa sahip
olan emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri olduğunu kavramasıyla ve bu
saldırgan insanlığın ve doğanın kanını emenlere karşı üretici güçler temelinde
örgütlenmesi şarttır.
Üretici güçlerin birliği
olmadan bu kuşatma ortadan kaldırılamaz. Geri püskürtmek, azalmak, hafifletmek
değil ortadan kaldırmak yani kökten yok etmek adına olmalıdır bu birliktelik.
Aksi halde sadece sömürgecilere ve onların işbirlikçilerine zaman kazandırılmış
olunur.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
24.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder