14 Şubat 2016 Pazar

KUŞATMA SİSTEMİ VE GÖRME YETENEĞİ

“Görünen köy kılavuz istemez” denilse de göz görmeyince görmüyor işte. Özellikle yaşadığımız coğrafya da tıbbi olarak görme yeteneğine sahip olanların esasında büyük bir çoğunluğunun görme sorunu mevcuttur. Büyük çoğunluğu görme yeteneğinden yoksun bir toplumda yaşamaktayız. Kimileri de çoğunlukla renk körü olmuş durumda. Köy ya da kasaba ne kadar görme mesafesinde olsa da halen toplumun büyük çoğunluğu değil köyü henüz ağaçların tepelerini, bacaların uçlarını bile görememekte. Yaşanılan sorunlara ilişkin temel sorunlardan biri görme yeteneğinin ortadan kaldırılmış olması. Evet, görme yeteneği ortadan kaldırılmış bir toplumla karşı karşıyayız.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüzde kadar devam eden bir kuşatma yaşıyor toplum. Etrafı çevrilmiş adeta bir sahte karantina adına kuşatılmış bir toplum yaratıldı. Bu bugün olan bir sonuç ya da başlangıç değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üretici güçler ve halklar üzerinde yoğun bir baskı, şiddet ve kuşatma açık ve net bir biçimde görülmekte. Ancak bu köyü görme yeteneğine sahip olanların sayısı görme yeteneğini ortadan kaldıranların sayısından fazla olsa da ortada görünen bir köy söz konusu değil. Üretici güçleri yıllardır her koşul ve şartta boğmaya çalışan bir durum yaşanmakta. Kuruluşundan günümüze kadar uygulanan en ağır baskı, şiddet ve kuşatma görme yeteneğinin kaybına neden oldu. Bu kuşatma devam ediyor.

Zaman zaman sözde “halkın kendi kendini yönetmesi” adına seçimler yapılıyor ve bugün yarın yine bir seçimle karşı karşı kalınacak. Peki, sonuç değişen yine bir şey olmayacak! Her geçen gün daha fazla görme yeteneği kaybolacak. Seçimlerin olumlu ya da olumsuz sonuçları diye ne kadar sınıflandırma yapılsa da sonuçlar her zaman üretici güçler açısından olumsuz burjuvazi açısından olumlu sonuç verecektir.

Özellikle 1946 yılı itibariyle kuşatma daha büyümüştür. Her ne kadar günümüzde “ideolojiler bitti” denilse de bu kuşatma başından günümüze kadar ideolojiktir. Bu ideolojinin en temel özelliği “komünizm tehlikesi” ilkesidir. Mevcut sistem kurulduğu günden günümüze kadar kendisini ve sisteme ait olan tüm kurumlarıyla komünizme karşı büyük bir ideolojik mücadele vermektedir. Özellikle bu tarihlerde komünizme karşı büyük bir baskı, şiddet ve kuşatma gerçekleştirildi. 1950’lere gelindiğinde bu baskı, şiddet ve kuşatma hem genişledi hem de yoğunlaştı. İlerleyen zamanlarda bu sistematik kuşatma ideolojisi Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin, Mazlumların, Kemallerin ve daha pek çok sosyalistin kuşatılması devam etti. Hemen hemen hepsi bu kuşatmayı çözümlemeye çalışmışlardı ve bunu başarmışlardı. Kuşatmaya karşı sonuna kadar karşı koydular.

Bu kuşatma özellikle İngiltere ve Abd eliyle gerçekleştirildi. Yani emperyalizmin baş aktörleri tarafından.

Son yıllarda bu kuşatma üretici güçler ve onların öncülerine yönelik daha da yoğunlaştı. Bu kuşatmanın azması şurada dursun çemberini daha da genişletmiştir. Hitler dönemindeki meşhur rahip ve tutuklananlar meselesine dönmüştür. Artık komünist olup olmamasına bakılmaksızın kimden ya da nerden olduğu önemli olmayan hatta kavramsal ve politik olarak esas itibariyle muhalif bile sayılamayacak türden kişi ya da kişiler dahi toplama kamplarına tıkılmakta. Evet, toplama kampları yanlış değil. Kimin neyi neden nasıl yaptığına bakılmaksızın en küçük sözlü, yazılı ya da eylemsel olarak en küçük muhalif ses dahi toplama kamplarına gönderilmeye yetmektedir. Unutulmamalıdır ki her şey “demokrasi, özgürlük, eşitlik vs” adına yapılmaktadır. Tıpkı emperyalizm için sözde uygar olmayan toplumlara uygulanan neyse aynısı uygulanmaktadır. Uygarlığı, medeniyeti yani toplumu ehlileştirmek adına nerede ne kadar uygar olmayan varsa torlanıp toplanıp toplama kamplarına gönderilmektedir.

Devam ediyor mu, evet, görme engelli bir toplum yaratılmaya devam ediyor, bundan kimsenin şüphesi olmasın, peki, ne için ehlileştirmek için, evet, yanlış değil ehlileştirmek, bir yanda toplumun azınlık bir kesimi kendilerini çoğunluk olanlardan daha uygar sayıyor ve o çoğunluğu ehlileştirmeye çalışıyor. Büyük ölçüde de bu ehlileştirme kuşatmasında da başarılı olmuş durumda bu küçük azınlık. Dünyanın neredeyse tamamında yerleştirilmeye çalışılan bu kuşatma ve görme özürlü durum her geçen gün daha da artmakta. Sahte devrimler, sahte ayaklanmalar, sahte seçimler, sahte eylemler, sahte partiler, sahte sendikalar, sahte meclisler, sahte mahkemelerle en yoğun ve en şiddetli şekilde bu kuşatma devam etmekte.

Uzak değil daha sömürgeciliğin başlarında amerika, afrika, avustralya, hindistan ve daha pek çok yerde uygarlığın taşınması, transferi adına hem oradaki halkların hem de o ülkelerin, kıtaların kanları emildi. Kuşatma hem askeri, hem sosyal, hem kültürel, hem ekonomik, hem psikolojik, hem dinsel olmuştur. Bu mantık her geçen yüz yıl içinde kendini yenileyerek yoluna devam etmiştir. Görme yeteneğinin bu denli ortadan kaldırılma çabası elbette ki gören gözler ne kadar çoğalırsa bu sömürüye karşı mücadele edenlerde o kadar çoğalacaktır.

Bu kuşatma salt seçimler denilen sahte uygarlık oyunuyla çözümlenemez. Kuşatma ancak başka bir kuşatma ile ortadan kaldırılabilir. Bunun içinde “sen benden az ben senden çok kuşatılıyorum” tartışmalarıyla değil doğrudan kuşatmanın esas merkezinde olan üretici güçlerin ve halkların örgütlenmesi ve yeni bir birliktelikle olabilir. Bu birlikte öncelikle kuşatmayı gerçekleştirenlerin sömürgeci mantığa sahip olan emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri olduğunu kavramasıyla ve bu saldırgan insanlığın ve doğanın kanını emenlere karşı üretici güçler temelinde örgütlenmesi şarttır.

Üretici güçlerin birliği olmadan bu kuşatma ortadan kaldırılamaz. Geri püskürtmek, azalmak, hafifletmek değil ortadan kaldırmak yani kökten yok etmek adına olmalıdır bu birliktelik. Aksi halde sadece sömürgecilere ve onların işbirlikçilerine zaman kazandırılmış olunur.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
24.11.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder