17 Şubat 2016 Çarşamba

MALATYA-DOĞANŞEHİR’DE KIZILBAŞ ALEVİLERE FAŞİST SALDIRI VE KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ İDEOLOJİ ÜSTÜNE

 “MALATYA - Doğanşehir'in Sürgü Beldesi'nde Alevilerin yaşadığı bölgede rahatsız edici bir şekilde davul çalan davulcular ile Aleviler arasında çıkan tartışmanın ardından mahalleye gelen bir grup Alevilerin evlerine saldırdı. “ “…rahatsız edici bir şekilde davul çalan davulcular”  sahur vakti davul çalmak sadece rahatsız edici değildir, tam tersine muaviye islamının devamı olan Türk-islam-sünni ideolojisinin baskı ve dayatmasıdır. Bu baskı ve dayatma bilinçli bir şekilde oruç tutan ya da tutmayan herkesi bilinçli bir şekilde yönetme ve yönlendirmenin operasyonal eylemlerinden biridir. Artık günümüzde teknolojinin kırk bin çeşit uyandırma araç ve gereci var iken böylesine ilkel, böylesine gürültü ve rahatsızlık yaratan bir araçla sahura kaldırmaya çalışmak sadece baskı ve dayatmadır. Faşizm sadece şu ya da bu yolla olmaz, faşizm her türlü geleneği, inancı kullanarak toplum üzerinde baskı ve zorunu dayatır, sahur vakti davul çalmakta bunun bir parçasıdır. Bugüne kadar bunu sadece bir gelenek ya da rahatsız edici bir şey olarak düşünenler bunun faşizmin bir parçası olduğunu artık anlaması şarttır.
“…davulcular ile Aleviler arasında çıkan tartışmanın ardından mahalleye gelen bir grup Alevilerin evlerine saldırdı.”  Öncelikle herkesin şunu açık ve net bilmesi gerekiyor Kızılbaş Alevilerle hiçbir sıradan kişi ya da grup arasında tartışma olmaz, sadece Kızılbaş Alevilere yönelik bilerek, planlı, operasyonal saldırı, katliam ve soykırım olur. Küçük bir tartışma ya da saldırı gibi görünen her hareket önceden planlanmış ve örgütlenmiştir. Tarih bu ve benzeri saldırı, katliam ve soykırımla doludur. Bizzat mevcut sistemin kurumlarının ağzından ve bildirilerinden Kızılbaş Alevilere yönelik yapılan saldırı, katliam ve soykırımlar yasaldır, normaldir, hatta hatta sevaptır! Ayrıca bahsi geçen “bir grup” diye bir şey olamaz. Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırım tarih boyunca muaviye islam anlayışı üzerinden faşizm tarafından operasyonal bir planla yapılmıştır. Basit, dar, sıradan, gibi görünen ya da algılanan tartışmalar, saldırılar, vs diye bir olay ve olgu söz konusu değildir. Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırımları tarihsel süreçleri içerisinde kronolojik olarak inceleyen herkes en küçük gibi görünen arkasında nasıl bir planlı ve operasyonal faşist bir soykırımın devamlılığı görülecektir. Toplu ya da bireysel, lokal ya da bölgesel olmasına bakılmaksızın yaşadığımız coğrafyada her dönem Kızılbaş Alevilere yönelik sürekli ve kesintisiz bir saldırı, katliam ve soykırım planlı ve programlı bir şekilde uygulanmaktadır. Sanıldığının aksine ramazanda oruçlu olmak ya da olmamak değil mesele unutulması gereken faşizm kanla, baskıyla, şiddetle beslenir. Faşizmin gıdası kan dökme üstüne kuruludur ve kan dökmediğinde aç kalır, helak olur, güçten düşer ve bu kanı en çok ve en kolay döktüğü toplum Kızılbaş Alevi toplumudur. Kızılbaş Alevi kanı ile beslenmeyen faşizm ayakta duramaz. Tıpkı bir vampir gibi Kızılbaş Alevi kanını emmeden yaşayamaz faşizm. Her dönem ve her fırsatta mevcut sistemin iktidarları kendilerini daha güçlü daha sağlam kılabilmek adına Kızılbaş Alevi kanıyla beslenmeyi kendine ilke edinmiştir. Keza yaşadığımız coğrafyanın mevcut sistemi faşist ideolojisinin yenilenmesinde ve ilerlemesinde her türlü yol ve imkânı kullanarak Kızılbaş Alevilerin kanlarıyla kendilerini daha da güçlü kılmıştır. Unutulmasın ki Yavuz Sultan Selim ve pek çokları bu coğrafyada “Kızılırmak, Fırat, Dicle… Nehirleri Kızılbaş Alevi kanıyla sulanmadığı sürece payitahtımızda rahat oturamayız” söylemiyle varlıklarını devam ettirmiştir.

Neden bu saldırı, katliam ve soykırım, çünkü Kızılbaş Aleviler tarih boyunca insanın insanı ve doğayı sömürüsünü reddetmiştir, ortak yaşamı, ortak paylaşımı, ortak mülkiyeti, tüm insanlığı kardeş bilmesi vs esasını savunmuştur. Bu savunu her dönemdeki sömürgeci, katliamcı, soykırımcı, faşist yönetimlerin inkâr ve imha operasyonlarına sebep olmuştur. Tarih boyunca Kızılbaş Alevi toplumu ve ona önderlik edenler toplu ya da bireysel, lokal ya da bölgesel olarak saldırı, katliam ve soykırıma uğramıştır.

“Alevilerin dini inançlarından ötürü yaşadıkları baskılara bir yenisi daha eklendi. Alevilerin yoğunlukta yaşadığı Malatya'nın Doğanşehir İlçesi'ne bağlı Sürgü Beldesi'nde 2 gün önce Alevi yurttaşlara yönelik saldırı gerçekleştirildiği ortaya çıktı. “ “Alevilerin dini inançlarından ötürü yaşadıkları baskılara bir yenisi daha eklendi…” Kızılbaş Alevilerin dini inancı olmadığını anlamak için fazla değil üç tane Kızılbaş Alevi evine gitmeniz yeterlidir. Tıpkı burjuva basının gibi çeşitli devrimci, demokrat, sol basın da halen Kızılbaş Aleviliği anlamış kavramış değildir.  Kızılbaş Aleviliği anlamak, kavramak için çok fazla kafa karışıklığına gerek yok, evet böyle bir toplum var ve bin yıllardır yaşıyor ve ne olduğunu, ne olmadığını da bilen bir toplumdur. Din dediğiniz kavram aynı zamanda bir siyasettir, aynı zamanda bir ideolojidir. Eğer bu anlamda kullanıyorsanız bir açıdan doğrudur. Ancak esas olan Kızılbaş Aleviliği bir dünya görüşüdür, bir felsefedir, bir ideolojidir. Muaviye islamı, Türk-islam-sünniliği ve devamı olan faşizmde birer dünya görüşüdür, birer siyasettir, birer ideolojidir. Kızılbaş Alevilik ile muaviye islamını, Türk-islam-sünniliğini ve faşizmi adeta sıradan, basit, bireysel, hiçbir tarihsel sürekliliği olmayan bir çatışmalı ve çelişki durum gibi tarif edemeyiz ki bu tarz tarifler sadece mevcut sistemin değirmenine su taşımaktır. Adeta küçük bir grup üzerinde çeşitli zaman ve mekânlar sıradan mahalle kavgası tarzında üçünce sayfa haberi niteliğinde haberler gibi Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırımlara bu gözle bakılamaz.

Tarihsel süreç açık ve net Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırımlar doğrudan mevcut sistemlerin hâkim güçleri tarafından planlı, programlı ve operasyonal yapıldığını göstermektedir. Bu coğrafyanın sol, sosyalist, demokrat, devrimci, komünist çevreleri, okuru yazarı, aydını, ideoloğu vs açık ve net bir şekilde anlamalıdır ki muaviye islamı, Türk-islam-sünniliği mevcut sistemin faşist ideolojisinin adıdır. Sünniliği halen mezhep, muaviye islamını da halen din olarak kabul etmek ve onun üzerinden değerlendirmeler yapmak hem tarih, hem ideolojik, hem de politik bilgi eksikliği ve inkârı üzerine kuruludur. “ben sünni kökenli komünistim, ben sünni kökenli devrimciyim, ben sünni kökenli sosyalistim, ben sünni kökenli demokratım” gibi sözler yıllardır bu coğrafyada kullanılmaktadır ve yanlıştır, hatalıdır. Bu şekilde sünnilikle bu kavramları bir araya getirmek ve dillendirmek sadece ve sadece mevcut sistemi bilerek ya da bilmeyerek meşrulaştırmaktır. Muaviye islamı ve devamı olan sünnilik bir ideolojidir, siyasettir. Yönetim şekliyle, ekonomik anlayışıyla, bürokrasisiyle, kültürel faaliyetleriyle, eğitim sistemiyle, güvenlik sistemiyle, uluslararası ilişkileriyle, işbirlikleriyle mevcut sistemin ideolojisi muaviye islamı/sünnilikle tariflenmektedir. Bu ideoloji her dönem ve çağda Kızılbaş Aleviliğe karşıdır ve Kızılbaş Aleviliğin inkâr ve imhası onun için doğal bir temizlik operasyonudur.

“Edinilen bilgilere göre; Ramazan ayı dolayısıyla sahur vaktinde Alevi yurttaşların yaşadıkları mahallede uzun süre ve rahatsız edici bir şekilde davul çalınması üzerine tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesi üzerine bir grup Alevilerin yaşadıkları mahalleyi basarak Alevilerin evlerine saldırdı. “ Mevcut sistemin hiçbir yasal kurumunun bu ve benzeri saldırı, katliam ve soykırıma karşı anında müdahale etmemesine kimse şaşırmasın. Bu coğrafyada mevcut sistem ya da onun savunucularının Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırım onlar için meşrudur. Bunu hem yasal, hem fetva, hem ayet ve hadislerle desteği de vardır. Yasalar, fetvalar, ayetler ve hadisler öylesine uyarlanmış ve planlanmıştır ki herhangi bir kişi için yani alevi olmayan biri ya da birileri için Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırım meşruiyet kazandırılmıştır. “Kimi Alevi evlerinin camlarını kırdıktan sonra mahallede yürüyüş yapan grubun, "Sürgü Alevilere mezar olacak", "Sürgü Kürtlere mezar olacak" sloganları attığı belirtildi. Grubun sıklıkla Kızılbaş Alevi yurttaşları tahrik edercesine küfürler etmesine rağmen, herhangi bir önlemin alınmadığı bildirildi. Jandarmaya haber verilmesine rağmen bütün gece müdahale edilmediğini ifade eden Hatun Bigeç, yaşananları protesto etmek için bugün kendilerinin de sokağa çıkacağını kaydetti. Bigeç, devletin önlem almaması durumunda çatışmanın dahi çıkabileceğini aktararak, can güvenliklerinin olmadığını aktardı. “

Elbette hiçbir önlem alınmayacak, çünkü Kızılbaş Alevilere yönelik saldırı, katliam ve soykırım hem yasaldır, hem sevaptır, hem de cennetten yer edinmenin en kolay yoludur. Tarih binlerce örneğiyle doludur “Alevilerin kestiği yenmez, Alevilerin kanını dökmek cenneti mekân olmaktır, Alevilerden alış veriş yapılmaz vs” gibi söylemlerle.  Bu ve benzeri saldırı, katliam ve soykırımlar ve denemeleri sanıldığı kadar basit ve sıradan değil bunu anlamak için Kızılbaş Alevi olmak, Kızılbaş Alevi’ce düşünmek, Kızılbaş Alevi tarihini bilmek yeterlidir. Uzaktan gazel okunarak, içini dışının bilmediğin, tarihsel geçmişini anlamadan bu saldırıları anlamak mümkün değildir. Bu saldırıları anlamayan sadece Kızılbaş Alevi olmayanlar değil, Alevi olduğunu iddia eden çeşitli kişi ve kurumlarda bu saldırıları anlamamaktadır. Bunun temelinde bu kişi ve kurumların çoğunun sadece mevcut sistemin meşruiyeti adına varlıklarını sürdürmeleridir. Kızılbaş Aleviliğin ideolojik politik, tarihsel perspektifini anlamak, anlatmak, yayınlaştırmak yerine dar, sığ iddia ve taleplerle Kızılbaş Alevilerin de dar ve sığ bir ortama çekilmesi esas alınmaktadır.

Dikkat edilirse son yıllarda Kızılbaş Alevilik denildiğinde “zorunlu din derslerinin kaldırılması, diyanetin kaldırılması, madımak oteli ’nin müze yapılması, cemevlerinin ibadethane olması vs” gibi dar ve sığ talepler etrafında dönülüp durulmaktadır. Kızılbaş Alevilik hem bu coğrafyada hem de başka ülkelerde neredeyse bu birkaç talepte bulunan bir topluluk ya da sivil toplum hareketi gibi algılanmakta ki bu algı hem eksik, hem sakat, hem de Aleviliği bilerek ya da bilmeyerek burjuva liberal bataklığına sürüklemektedir. Öncelikle mevcut sistemin diyaneti ve zorunlu din derslerini kaldırmasını sadece demokratik mücadele ve taleplerle yasal yollardan elde etme düşüncesi sadece saflık değil, aynı zamanda mevcut sistemin varoluşunun muaviye islam anlayışına dayandığını anlamamak demektir, ayrıca mevcut sistem diyaneti kapatsa dahi onun yerine adı başka ama işlevi aynı olan bir başka kurumla yine Türk-islam-sünni faşist ideolojisine devam edecektir. İstiklal mahkemeler, devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler, ağır ağır ceza mahkemeleri vs gibi isimler değişse de işlevleri aynı olan yargı sistemi gibi bir durumdan başka bir değişliğe uğramayacaktır diyanet işleri. Dolayısıyla bu talebin ve buna karşı verilen mücadelenin çokta sonuç alıcı olmayacağı açık ve nettir. Zorunlu din dersleri ise son 4+4+4 ile hafta da kaç saat olduğu ve daha da neler olacağı gerçeği de ortadadır. Yani sen kalkmasını istedikçe o artırmakta ve çoğaltmakta, yayınlaştırmakta. Dolayısıyla bu talebinde karşılığı ortadadır. Cemevlerine gelince cemevlerinin ibadethanemi yoksa halk meclisi, halk mahkemesi, halkın kendi ortak yaşamını, ortak paylaşımını, ortak mülkiyetini sevk ve idare ettiği, tarihsel, kültürel paylaşımlarını bir arada güvenli olan her yerde yaptığı bir toplanma, toplantı, bir araya gelme eyleminin yeri değil midir. Hemen çok gerilere değil birkaç on yıllar öncesinde cemevi neredeydi, nasıldı ve cemevi mi deniliyordu, köy, kasaba ya da şehirlerde belirlenen herhangi bir evde Kızılbaş Alevilerin bir araya gelerek yukarıda da saydığımız eylem, faaliyet, etkinlik, paylaşım, üretimleri yaptığı cemi yapardı. Şimdilerde köylerde, kasabalarda, kentlerde adı cemevi olan hatta tabelası bile olan ve adım adım Kızılbaş Aleviliği bir din ve mezhep kervanına sürükleyen yapılanmaların savunusu ne kadar Kızılbaş Alevicedir, kaldı ki mevcut sistem iktidar ya da muhalefet belediye ya da diğer idari kurumlar tarafından gecekondu muamelesi görmekte ve sözde kaçak yapı vs adı altında yıkılmakta ya da yasak edilmektedir. Cem ve cemevi Kızılbaş Aleviler için güvenli oldukları her yerde yapılabilir ve yapılmalıdır da. Keza diyelim ki her mahallede cemevi olsun ki şu an pek çok yerde de cemevi bulunmakta, peki yılda, altı ayda, ayda kaç defa cem yapılmaktadır, diyelim ki ayda bir yapılsın ki öyle bir şey yok, yapılan cemlerde Kızılbaş Aleviliğin felsefesi, ideolojisi, tarihsel süreci, ne kadar gelen insanlara anlatılmakta, cem evlerinde ne kadar Kızılbaş Alevi’ce örgütlenme ve bilinçlenme söz konusudur, tabi ki zayıf, sığ, dar bir örgütlenme ve bilinçlenme söz konusudur. Cem ve cemevleri ya da cem yapılacak olan yerler Kızılbaş Alevi’ce bir yaşamı örgütlemedikten ve bilinç taşımadıktan sonra yasal olması ya da olmaması çok da önemli değildir. Kaldı ki günümüzde cemler dedelerin idaresinde yapılmaktadır ki dedelik makamının son yıllarda sıkıntılı bir durum aldığı açık ve nettir. Dedelerin çoğunun nesli tükenmektedir ve çocuklarının çocuğu da bu görevi yapmamakta ısrarlıdırlar ve soya dayalı devamlılık yerine görev ve sorumluk esasına dayalı dedeliğin devamı sorunu da çözülmemiştir. Her geçen gün Alevilik adına yapıldığı iddia edilen pek çok girişim, faaliyet vs sadece Kızılbaş Alevilerin her geçen gün daha fazla mevcut sisteme entegrasyonu ve yasal zemine çekilmeleri ve zamanla da bilerek ya da bilmeyerek Türk-islam-sünni sistemi içerisinde yer edinme çabası ile şekillenmektedir. Bu Kızılbaş Alevi ideolojisinin, felsefesinin, tarihsel özünün hem mevcut sistemin hem de Kızılbaş Alevilerinin kendi eliyle kendilerini yok etmelerinden başka bir şey değildir.

Kızılbaş Aleviliği tarihsel geçmişinden günümüze hedefleri, amaçları, ayaklanmaları, isyanları, katliamları, soykırımları, inkâr ve imhalarıyla, yaşam biçimleri, dünya görüşleriyle, ortak yaşam, ortak paylaşım, ortak mülkiyet ve insanın insanı ve doğayı sömürmemesi temelindeki anlayışını değerlendirip, yeniden sınıfsız, sınırsız, cinsiyetsiz, bir toplum yaratmanın öncüsü yapma adına örgütlemeliyiz.


HASAN HÜSEYİN BEYDİL
01.08.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder