HER ŞEY KENDİ KARŞITINI YARATIR
Genel
olarak bakıldığında 1848 devrimleri çok güçlü sayılamayabilir. Bu olayların
esas gücü ilerleyen zamanlarda açığa çıkacaktı. Başlangıçta küçük depremlerin
yarattığı sarsıntılardı. İleri de daha büyük depremlere sebep olacaktı. 19.
Yüzyılın devrimleri olarak dönemin egemen sınıfları karşısında üretici güçlerin
neler yapabileceğini ilan ettiler. Avrupa 1848’den öncesine kadar devrimi bu
kadar hissetmemişti.
Avrupa’da
bir yandan sanayi ve bilimsel pek çok gelişme olurken, bir yandan da Roma
imparatorluğunun son dönem yaşadığı her türlü yozlaşmayı, çürümeyi,
lümpenleşmeyi, gericiliği yaşıyor. Bu koşullara rağmen devrimler Avrupa’nın her
yerini sarmıştı.
Her
şey kendi karşıtını yaratır.
Her
geçen gün artan makineler ve zenginlikler bir yandan da yoksul, fakir, aç,
işsizler artıyordu. En zor şartlarda, en düşük ücretlerle yokluk içindeki
üretici güçlere karşı her geçen gün artan zenginlikleriyle lüks içinde yaşayan
burjuvalar karşı karşıyaydı.
Sanat
adına sadece kişiliksiz eserler üretiliyordu. Her geçen gün burjuvazinin insanı
ve doğayı daha fazla sömürdüğü bunun yaygınlaştığı bir dönemdi. Ne kadar
bilimsel gelişmeler olsa da -ki bu gelişmeler daha çok yine burjuvazinin
çıkarlarına çalışıyordu- toplumda öylesine cahillik, gericilik, cehalet
yaygınlaşmıştı. Bu cehalet neredeyse sokakları, caddeler, kasabaları, köyleri
kül yağmuru altında kapkara sislerle sarmıştı. İnsanlık öylesine bir travma
içine girmişti ki aptallığı aşan akıl ve ruh haslığı boyutunda bir hal almıştı.
Toplumun
iki farklı tarafında iki farklı durum yaşanmaktaydı. Bu durum birbirinden
öylesine zıt kutuplardaydı ki bunu anlamak hiçte zor değildi. Bir yanda
ilerlemiş, çağdaş, modern sanayi ve bilim öte yanda çağdaş modern fakirlik,
yoksulluk, açlık, işsizlik böylesine bir uzlaşmaz çelişki yaşanmaktaydı.
Üretici güçlerle burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çeşitli her şeyiyle açık açık
ortadaydı. Bu çelişkinin bu denli artması ve belirginleşmesi kaçınılmaz olarak
çözümü de dayatıyordu. Dönemin çeşitli partileri uzlaşma adı altında esasında
burjuvaziyle işbirliği adına bu uzlaşmaz çelişkilerin giderilebileceğini
düşünse de bu durum hiçte öyle değildi. Sanayideki yüksek ilerlemeye karşılık
siyasal alanda çok farklı bir gerileme yaşanıyordu. Bu çelişkileri açığa
çıkaran ve bu çelişkileri de çözecek olan yeni bir güç ortaya çıkmıştı. Bu güç
iş sınıfıydı elbette. İşçi sınıfı hem çelişkileri çözmek hem de yeni bir yönetim
anlayışıyla üretende yönetende kendisi olmak istiyordu.
Burjuvaziyi,
orta sınıfı, aristokrasiyi yerinden sarsacak olan devrimlerin fabrikalardaki,
sokaklardaki, barikatlardaki direnişleriyle işçi sınıfının sesleri yükseliyordu
her yerden. Kapitalizmin yarattığı ücretli köleliğe karşı evrensel olan bir
devrimi gerçekleştirmek o dönemde Avrupa işçi sınıfına nail oldu.
Artık
egemen sınıfların üretici güçler üzerinde yaratmış olduğu baskı, şiddet, sömürü
son bulacaktı ve bunu hesabını soran proletarya, hesabını verende egemen
sınıflar olacaktı.
Ortaçağ
da Almanya’da gizli olan bir halk mahkemesi vardı ve bu mahkeme egemen
sınıfların yapmış oldukları her türlü baskı, şiddet, katliamı yargılayan ve kim
ya da kimler yapmışsa onu cezalandıran mahkemelerdi. Bu cezayı hak edenleri
yargılayanda cezalandıranda halkın kendisiydi.
1848’lerde
da artık yargılayanda cezalandıran da üretici güçlerdi.
Halk
mahkemeleri nedir, ne değildir bunu pek çok çevre bilir. Bu mahkemelerin
karşılığın bu coğrafyada daha çok kimler tarafından uygulandığı da bilinir.
Hani nicedir bu halk mahkemeleri çalışmaz oldu. İzindeler mi yoksa. Artık
işlerinin başına dönseler ne dersiniz…
Vehmgericht
(gizli mahkemeler); Egemen sınıfların yaptıkları kötülüklerin öcünü almak için,
ortaçağlarda, kurulana Almanya'daki, gizli bir mahkemeler.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
29.09.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder