17 Şubat 2016 Çarşamba

HER ŞEY KENDİ KARŞITINI YARATIR

Genel olarak bakıldığında 1848 devrimleri çok güçlü sayılamayabilir. Bu olayların esas gücü ilerleyen zamanlarda açığa çıkacaktı. Başlangıçta küçük depremlerin yarattığı sarsıntılardı. İleri de daha büyük depremlere sebep olacaktı. 19. Yüzyılın devrimleri olarak dönemin egemen sınıfları karşısında üretici güçlerin neler yapabileceğini ilan ettiler. Avrupa 1848’den öncesine kadar devrimi bu kadar hissetmemişti. 

Avrupa’da bir yandan sanayi ve bilimsel pek çok gelişme olurken, bir yandan da Roma imparatorluğunun son dönem yaşadığı her türlü yozlaşmayı, çürümeyi, lümpenleşmeyi, gericiliği yaşıyor. Bu koşullara rağmen devrimler Avrupa’nın her yerini sarmıştı.

Her şey kendi karşıtını yaratır.

Her geçen gün artan makineler ve zenginlikler bir yandan da yoksul, fakir, aç, işsizler artıyordu. En zor şartlarda, en düşük ücretlerle yokluk içindeki üretici güçlere karşı her geçen gün artan zenginlikleriyle lüks içinde yaşayan burjuvalar karşı karşıyaydı.

Sanat adına sadece kişiliksiz eserler üretiliyordu. Her geçen gün burjuvazinin insanı ve doğayı daha fazla sömürdüğü bunun yaygınlaştığı bir dönemdi. Ne kadar bilimsel gelişmeler olsa da -ki bu gelişmeler daha çok yine burjuvazinin çıkarlarına çalışıyordu- toplumda öylesine cahillik, gericilik, cehalet yaygınlaşmıştı. Bu cehalet neredeyse sokakları, caddeler, kasabaları, köyleri kül yağmuru altında kapkara sislerle sarmıştı. İnsanlık öylesine bir travma içine girmişti ki aptallığı aşan akıl ve ruh haslığı boyutunda bir hal almıştı.

Toplumun iki farklı tarafında iki farklı durum yaşanmaktaydı. Bu durum birbirinden öylesine zıt kutuplardaydı ki bunu anlamak hiçte zor değildi. Bir yanda ilerlemiş, çağdaş, modern sanayi ve bilim öte yanda çağdaş modern fakirlik, yoksulluk, açlık, işsizlik böylesine bir uzlaşmaz çelişki yaşanmaktaydı. Üretici güçlerle burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çeşitli her şeyiyle açık açık ortadaydı. Bu çelişkinin bu denli artması ve belirginleşmesi kaçınılmaz olarak çözümü de dayatıyordu. Dönemin çeşitli partileri uzlaşma adı altında esasında burjuvaziyle işbirliği adına bu uzlaşmaz çelişkilerin giderilebileceğini düşünse de bu durum hiçte öyle değildi. Sanayideki yüksek ilerlemeye karşılık siyasal alanda çok farklı bir gerileme yaşanıyordu. Bu çelişkileri açığa çıkaran ve bu çelişkileri de çözecek olan yeni bir güç ortaya çıkmıştı. Bu güç iş sınıfıydı elbette. İşçi sınıfı hem çelişkileri çözmek hem de yeni bir yönetim anlayışıyla üretende yönetende kendisi olmak istiyordu.

Burjuvaziyi, orta sınıfı, aristokrasiyi yerinden sarsacak olan devrimlerin fabrikalardaki, sokaklardaki, barikatlardaki direnişleriyle işçi sınıfının sesleri yükseliyordu her yerden. Kapitalizmin yarattığı ücretli köleliğe karşı evrensel olan bir devrimi gerçekleştirmek o dönemde Avrupa işçi sınıfına nail oldu.

Artık egemen sınıfların üretici güçler üzerinde yaratmış olduğu baskı, şiddet, sömürü son bulacaktı ve bunu hesabını soran proletarya, hesabını verende egemen sınıflar olacaktı.

Ortaçağ da Almanya’da gizli olan bir halk mahkemesi vardı ve bu mahkeme egemen sınıfların yapmış oldukları her türlü baskı, şiddet, katliamı yargılayan ve kim ya da kimler yapmışsa onu cezalandıran mahkemelerdi. Bu cezayı hak edenleri yargılayanda cezalandıranda halkın kendisiydi.

1848’lerde da artık yargılayanda cezalandıran da üretici güçlerdi.

Halk mahkemeleri nedir, ne değildir bunu pek çok çevre bilir. Bu mahkemelerin karşılığın bu coğrafyada daha çok kimler tarafından uygulandığı da bilinir. Hani nicedir bu halk mahkemeleri çalışmaz oldu. İzindeler mi yoksa. Artık işlerinin başına dönseler ne dersiniz…


Vehmgericht (gizli mahkemeler); Egemen sınıfların yaptıkları kötülüklerin öcünü almak için, ortaçağlarda, kurulana Almanya'daki, gizli bir mahkemeler.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
29.09.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder