KAPİTALİZMİN
VAROLUŞU YAŞADIĞI KRİZLER KADARDIR
Kapitalizmin
gelinen son aşamasında krizlerle beslendiği ve krizin onun doğasının bir
parçası olduğu artık çok daha netleşmiştir. Esasında onun kriz diye tanımladığı
ya da tanımlattığı sadece onun kendi kendini yeniden yapılandırması ve daha da
güç kazanma aşamasıdır. Tabi bu durumu anlamak o kadar basit değil. Hele hele
yaşadığımız coğrafya da son yıllarda bu denli
“para” ya tanrı gibi tapınmanın, özel mülkiyetin bu denli yaygınlaştığı
bir dönem oldukça zor. Şu sıralar sadece magazinle siyaset yapan, magazinle
düşünen, magazinle yaşayan bir durum yaşanıyor. Özellikle teorik düzeyde pek
fazla bir üretim olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Bu da pratiği doğrudan
etkilemektedir. Sözde her şeyin birbirinin içine geçtiği, kimin kim olduğu
belli olmayan bugün sarı olanın yarın yeşil, mavi olanın siyah, turuncu olanın kahverengi
olduğu bir siyasal kaos dönemi yaşandığı iddia edilse de her şeyin değiştiği,
pek çok farklı düşüncenin tartışılabildiği, pek çok farklı düşüncenin bir arada
yer aldığı, iddiası başlı başına bir yalandır. Sömürenler yine burjuvalar ve
işbirlikçileri, sömürülenler ise halen yine üretici güçler. En zor koşullarda
çalışan, işsiz kalmamak adına her türlü insan hakkından vazgeçen, iş bulabilmek
adına her şeye her yere başvuranların olduğu bir dönemde “kimin neresiyle teori
yapmasını bekliyorsun ki” denilebilir ama içinde bulunduğumuz mevcut sistemi
anlamadan kavramadan yorumlamadan ve bunu tartışmadan bundan kurtulmak mesihle,
mehdiyle, gökten ya da yeraltından gelecek bir orduyla mümkün değil. Yani eni
sonu bir şeyler yapılacaksa bir şeyler değişecekse bunu yine üretenler yapacak.
Bu çelişkilerin ortadan kalkması ancak çelişkinin doğru anlaşılmasıyla
mümkündür. Deve kuşu gibi toprağın altına ne kadar kafa sokulsa da
düşünmeliyiz, tartışmalıyız, üretmeliyiz ve bu çelişkiye karşı mücadeleyi
yükseltmeliyiz.
*
Kapitalizm,
bireyi akıl ve ruh hastası yapar.
Bugün
en fazla uyuşturucunun kullanıldığı, sakinleştiricinin kullanıldığı, uyku
hapının kullanıldığı en fazla psikolog ve psikiyatrın iş gördüğü ülkeler
kapitalizmin en yoğun olduğu ülkelerdir. İnsanın daha çocuk yaşta karşı karşıya
kaldığı bunalımlar, stresler, krizler, kişilik ve kimlik sorunları bunların
travmatik hallere dönüşmesi gizli ya da açık pek çok akıl ve ruh hastasının
ortaya çıkmasının temel nedeni kapitalizmin insanı ve doğayı sömürmeye dayalı
sistemidir.
Salaklaştırır
kapitalizm. Aptallaştırır kapitaliz. Zamanla duygu ve düşünceyi geri dönülmez
bir felce uğratır.
Kapitalist
toplumda yaşayan insan zamanla bırakın insana olan sevgisini yitirmeyi
kendisine bile sevgisi kalmaz. Bunun temel nedeni özel mülkiyetle olan
ilişkisidir. Dolayısıyla aile ve devletle olan ilişkisidir. Bu üç temel ilişki
aile, devlet ve özel mülkiyet arasındaki bağ anlaşılmadığı ve kavranmadığı
sürece kapitalist toplumda bir insanın insanlıktan nasıl çıktığını ve bırakın
bir hayvanı, bırakın bir robotu, bırakın bir makinayı bir ot gibi bile
değildir. Ki ot deyip geçmeyin! Aslında otlar çok önemlidir. Ki dünyanın büyük
bir kısmını otlar kaplamaktadır ve hem atmosferik hem de doğal yaşamı doğrudan
etkileyen belirleyen bir özeliği vardır.
Kapitalist
toplumda birey sadece şuna ya da buna yabancılaşmaz doğrudan doğruya insana ait
olan her şeye karşı yabancılaşır. Yani zamanla insanlıktan çıkar. O
acımasızlığı, duyarsızlığı, vicdansızlığı, iradesizliği, kişiliksizliği boşuna
yaşamaz çünkü özel mülkiyet öylesine ego patlamaları yaratır ki bu ego zamanlar
onu öylesine ele geçirir ki artık sadece para kazanan, çalışan, hizmet eden,
yiyen, içen, harcayan, harcanan, tüketen, her şeyi parayla yapabileceğine, her
şeyi parayla alabileceğine inanmaya başlar ki bu bir dinsel tapınma ve ibadet
haline gelir. Çalışacak, hizmet edecek, para kazanacak koşa koşa harcayacak,
şanına şan, şöhretine şöhret katacak çul çaput, beton, tuğla, bir sürü tahıl ve
envayi çeşit ilaç, uyuşturucu, alkol, giyim, kuşam alacak ve daha neler neler
böylece varolduğunu var olabileceğini sergileyecek ve ayrıcalıklı halinin
bitmek tükenmez bir alt katındakine afra tafra bir üst katındaki ne ise
öykünmeyle geçirecek o sahte yaşamını. Sevginin, aşkın sevgililer gününde,
anne, baba sevgisini anneler, babalar gününde, anmaya başlayacak. Bayramları
seyranları sadece tatil ya da kesip biçtiği öküzün büyüklüğüyle ölçecek.
Paylaşımı, sokak kedilerine köpeklerine bir tas su bir lokma ekmek vermek
sanacak. İşçilerin bindiği gidip geldiği yerlerden uzak durarak üzerine kiri
pası bulaştırmayacak. Çocukluğunun, erginliğinin, ergenliğinin insana dair olan
sevgiye dair olan neyi varsa hepsini çoktan koca koca yetişkin olmaların ardına
kaldırıp atarak kendimle “barışığım halen kendimi genç hissediyorum”
yalanlarına sarılacak. Yardıma ihtiyacı olanlara iki sms göndererek ya da bir
kutu hazırlayıp en yakın hayır kurumuna vermeyi yardımlaşma dayanışma sayacak.
Sokak kedilerine köpeklerine gösterdikleri ilgiyi doğaya ve canlı hayata
gösterildiğini sanarak “iyi de ben kendi sokağımı süpürüyorum” diyerek
milyonlarca katliama uğrayan hayvanın yaşama hakkı için sokağa bile çıkmayacak.
“Japonya’da patlayan nükleer santralin bana ne zararı dokunacak” deyip burnunun
dibine yapılmak istenen nükleer santralleri görmek için bol bol mangal sefası
yapacak. “Nasıl olsa ben anadilimde eğitim yapıyorum” diyerek başkalarının
anadilde eğitim hakkı talebine dönüp bakmayacak bile. Gerçi konuştuğu dilin anadili
olduğu da şüpheli. İngilizce eğitim verilmesini çağdaşlık sayıp Arapça eğitimi
gericilik sayacak kadar dil özürlü olacaksın ama kendi ana dilini bile doğru
düzgün bilmeyeceksin.
Kapitalizmin
yarattığı ve yaratacağı kişiliksizliği yaşamaya devam etmek ve buna karşı
direnmemek ise daha büyük bir kişiliksizliktir.
Din
afyondur deyince dinin esrar, eroin gibi bir uyuşturucu olmadığını dinin bir
sömürü aracı olarak kullanıldığını anlatmaya çalışan Marks’ı anlamamakta ısrar
edenler, kapitalizm yeni dinlerinde değil afyonlamak doğrudan damardan altın
vuruşu çoktan yapmış olduğunun farkında bile değiller. Beyninde duyguya ve
düşünceye yer bırakmayan sadece hizmet eden ve karşılığında parasını alan ve bu
parayla koşa koşa tüketim mallarına, hizmetlerine saldıran moronlar sürüsü
olmaktansa insanın, insanı ve doğayı sömürmediği insanlaşma yoluna yönelmeleri
doğrudan hemen onları tedavi etmese de kurtarmasa da en azından acılarını
hafifletecektir. Çünkü bu kurtuluş hemen ilk elden olacak gibi değil artık.
Ancak yeni nesillere şimdiden başlanılırsa özel mülkiyet hastalığından kurtulma
anlatılır, öğretilir, eğitilirse o zaman altın vuruştan onlar kurtulabilir.
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
09.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder