16 Şubat 2016 Salı

BURJUVAZİ İLE ÜRETİCİ GÜÇLER ARASINDAKİ ÇELİŞKİDE SÖZDE “ORTA SINIF”IN YERİ

Burjuvazi ile üretici güçler arasındaki çelişkiyi anlayabilmek hem çok kolay hem de çok zordur. Kolay olan tarafından bakıldığında bu çelişki her alanda bakmasını, görmesini bilen herkes tarafından anlaşılabilir. Zor olan ise bu çelişkinin burjuvaziye yakın olma ve yakınlaşma isteğinin bataklık kokusuna kapılma durumudur. Bataklığın kokusu uzaktan dünyanın en güzel kokusu gibi gelir onlara, yaklaştıkça bataklıktan yükselenin lağım kokusu olduğunu anlamak artık zorlaşır. Öylesine bir hayal dünyası yaratır ki burjuvazinin bataklığı kendisini öylesine cazip kılar ki adeta dünyada tek ulaşılması gereken cennet gibidir. Elbette pek çok insan burjuva kadrolarının sınırlı olduğunu bilmez ve adeta “bende, bende onun gibi olacağım” naralarıyla, dualarıyla koşar adımlarla burjuvalaşmaya çalışır. Oysa sen sözde “orta sınıf”da debelenip dururken ona her yaklaştığında o senden daha yüksek basamaklara çoktan çıkmıştır ve senin o sınıfa ulaşma ihtimalin seni daha da bataklığa çeker. Burjuvazi ile üretici güçler arasındaki çelişkinin anlaşılmamasında ki en temel sorun bu çelişkiyi sözde anladığını iddia edenlerin, burjuvazinin düzeni olan kapitalizmle göbek bağlarını koparamamaları ve habire bir sınıf atlama telaşı içinde olmalarıdır.

Esasında o dar bilinç seviyesinde sadece “köylü” kapasitesiyle “kent”li gibi davranmaktan başka bir şey değildir durum. Köylülüğü aşamamış olmanın kentliymişçesine davranarak köylülüğünün KENTLİ SOYSUZLUĞU ’nu yaşamaktadır.

Burjuvazinin kendisine bahşettiği ve milyarlarca üretici gücün emeğinin hakkı olan, kırıntılarla beslediği sözde “orta sınıf” her daim burjuvazinin yedeği olarak köpek kulübesinde beklemektedir. Son yıllarda özellikle insanlığın kurtuluşunun sözde “orta sınıf ”ta olduğu gibi iddialar, esasında köpek kulübesi beslemeleri olan sözde “orta sınıf”ın, sınıf bunalımdan ve “belki bir gün sınıf atlarım” iddiasıyla debelenip durmasından başka bir şey değildir. Kaldı ki işçilerden, köylülerden daha iyi yerlerde oturmakla, daha çok gelir elde etmekle, burjuvalardan daha düşük yerde oturmakla, daha az gelir elde etmekle sözde “orta sınıf” denilen, uydurulmuş sınıf esasında o da çalışanlar sınıftandır. Daha detaylı incelendiğinde o da emeğini satarak yaşamını idame ettirir. Dolayısıyla ücretli köledir o da. Elbette o artık bu kavramla anılmayı sevmez, hoşuna gitmez, itici, iğreti bulur. İsminin önünde ya da altında herhangi bir unvan taşımakla adeta kendisini işçiden, köylüden daha üstün, burjuvaziye daha yakın hatta her an onunla bir olacağı hayaliyle yatar, kalkar. Oysa durum tamda bu değildir. Sadece tüketim araçlarının ve çeşitli konformist metalara sahip olmakla kendini farklı bir sınıfmış gibi görür ki bu sınıfsal farklılığı adeta farklı bir çözümünde kaynağıymış gibi kendisini de toplumsal kurtuluşun kurtarıcısı sanar. Oysa böyle bir ne mantık, ne de ideloji söz konusu değildir.

Burjuvazi, üretici güçler arasında çeşitli ücret ya da gelir farklılıkları yaratarak onlar arasında oluşabilecek ortak yaşam, ortak birlik anlayışının gelişmesini ve yaşanmasını engeller. Bu tür sözde çeşitli konfor farklılıkları ya da gelir farklılıkları kimilerine adeta birinin üst sınıfı diğerinin de alt sınıfıymış gibi düşünmesini sağlar. Mesleki farklılıkların olması o mesleğin gelirinin bir işçiden ya da köylüden farklı olması onun sınıfını değiştirmez.

Kaldı ki temel olarak sadece burjuvazi ve üretici güçler olarak iki temel sınıf vardır. Ezen-ezilen ilişkisi özellikle burjuvazi ile üretici güçler arasında geçmektedir. Kapitalist sistem içerisinde burjuvazi kendi sistemini yönetebilmek adına kurmuş olduğu devlet içinde oluşturduğu “bürokrasi” -burada bürokrasiyi klasik anlamıyla değil top yekûn yönetim alanı olarak kullanıyorum- ve meclis, hükümet, yargı, yasama, kamu yönetimi vs hepsi sonuç itibariyle burjuvazi tarafından tabandan tavana kadar belirlenmektedir. Bu hiyerarşik yapı öylesine sistematik öylesine birbirine bağlıdır ki burjuvazinin çıkar ve menfaatlerine uygun olmayan bir başkan, başbakan, bir odacı, bir temizlikçi dahi olsa o kademe de artık duramaz. Burjuvazi için bu yönetim hiyerarşisinde eğitim düzeyine, cinsiyetine, ulusal kimliğine, dinine, bakmaksızın ne olursa olsun onun için çok fazla önemli değildir. Yeter ki biat etsin, hizmette kusur etmesin, efendisine itaat etsin gerisi önemli değildir. Bu yönetim hiyerarşisinde asla hata affetmez burjuvazi. Başkanlarıyla, genel müdürleriyle, şefleriyle vs pek çok rütbe, makam ve mevki ile nedense öylesine emir komuta oluşturulmuştur ki bu zincirin tek bir halkasında bile hata affedilmez, derhal işine son verilir, ceza kesilir, rütbesi sökülür, makamı değiştirilir, ataması yapılmaz, sürgün edilir, tazminatı verilmez, ücretsiz izne gönderilir daha neler neler anlatmakla bitmeyecek cezalar. Elbette bu cezalar karşısında mükâfatları da vardır. İkramiyeler, tatiller, hediyeler, rütbe ve makam yükseltmeler vs.

Ne tesadüf değil mi tüm kitaplı dinlerde de cezalar ve mükâfatlar vardır! Elbette tesadüf değil. Tanrıya biat, devlete biattir, devlete biat burjuvaziye biattir, dolayısıyla burjuvazi kapitalizmin tanrısıdır ve kulları olan çalışanlarda onun köleleridir. 

Evet, pek çoğumuz bunu biliriz ama nedense bunu bilmekle anlamak arasındaki farkı bilmeyiz. Tanrı-devlet-burjuvazi temelli bir toplumda elbette tanrının yerini artık burjuvazi almıştır. Kulları da sabah akşam ona dua, biat ve itaat etmektedir. Ne için üç beş kırıntı, üç beş çul çaput, üç beş kemik parçası için. İnsana ve doğaya yakışan bu mudur, elbette hayır.

İnsanın ve doğanın sömürülmediği ve hiç kimsenin kimseye kulluk yapmadığı bir toplum gerçekleşebilir.

Sözde “orta sınıf” diye köşeye sıkıştırılmış, hamamböceklerinden bile daha beter durumda olan, kendisi de üretici güç olanlar bu aldatmacadan sıyrılmalı ve kendi köklerine kendi sınıf birlikteliğine hizmet etmesi onun için daha kurtarıcı olacaktır.

Sınıf atlama hayalleriyle yatıp kalktıkları güvenlikli siteleri bir gün onlar için fazla güvenli olmayabilir.

Eskiden komünistlere “servet düşmanı, zengin düşmanı” gibi sıfatlar yakıştırırlardı şimdilerde de sözde “orta sınıf” olduğu iddia edilenler o hamamböceğinden beter bunalımlı, stresli, kasvetli, sadece paraya ve elindeki malı mülkü koruma dürtüleriyle kendi sınıfının düşmanı olanlar akıllarını başlarına toplamalılar. Her geçen gün bu mal, mülk edinme makam ve mevki edinme kariyer kaygıları, sınıf atlama hayalleri ve daha pek çok düşünce yüzünden kendi köklerinden kopmakta ve hatta insanlıktan çıkmaktadır. Duygusuz, düşüncesiz bir hal alan insanı ve doğayı sevmeyi sadece konformist yaşam anlayışı içinde ruhsuz yaşamlarına hapsetmekteler. Sahip olduklarının sadece kırıntı olduğunun farkına varmalıdırlar.

Sözde “orta sınıf” aracılığıyla üretici güçlerle, burjuvazinin arasını bulmaya çalışmak için uydurulan “liberal sol” ya da “sol liberal” arayışlar sadece kırıntı sahiplerinin mastürbasyonundan başka hiçbir şey değildir.

Burjuvaziyle, üretici güçlerin arasını bulmak her zaman burjuvazinin çıkarlarına denk düşmektedir.

Dar alanda kısa hak alış-verişi sömürüyü değiştirmemektedir. İşçiler ve köylüler ne kadar sömürülüyorsa onlarda sömürülüyorlar. Oturdukları koltuğun, yemek yedikleri tabakların, oturdukları evlerin vs. farklı olması ya da biraz daha konforlu olması çok fazla bir şey değiştirmiyor, sömürülmeleri açısından. Burjuvazinin arada sırada yanında, yöresinde, yakınında olmakla ya da onunla uzlaşma adına sohbet, muhabbet etmekle onun ona daha iyi davranacağı anlamına gelmez. Kaybedeceklerinin diğerlerinden az ya da fazla olması onun esas sınıf niteliğini değiştirmez.

Sözde “orta sınıf” iddiaları sadece orta yolculuktur. Orta yolculuk ise sadece burjuvazinin ekmeğine yağ sürmektir. Daha az grev, daha az direniş, daha az mücadele, kime yarar elbette burjuvaziye. Orta yolculukla kendi köklerinden uzaklaşanlar yaklaştıkları bataklığın kokusunu yol yakınken alsalar iyi olur.

Bir yanıyla sola yüzünü dönmüşçesine gıdasını oradan aldığını iddia edenler, bir yandan da özel mülkiyet bataklığından uzak durmamaları onlara hiçbir şey kazandırmaz.

Özel mülkiyet sadece korku, bunalım, stres, kişiliksizlik, kimliksizlik yaratır. İnsanın ve doğanın sömürülmemesi özel mülkiyetin reddiyle mümkündür. Aksi halde insanlık ve doğa özel mülkiyetin bataklığında sadece yıkıma, çöküşe ve yok oluşa sebep olacaktır. Burjuvaziyle, üretici güçler arasındaki çelişkinin reddi bu yok oluşun kabulüdür. Bu çelişkinin ortadan kaldırılması insanın insanı ve doğayı sömürmesini ortadan kaldıracaktır. İnsanlaşma ancak o zaman daha da çoğalacaktır.

Açlığa, yoksulluğa çözüm sadece kırıntılarsa sen biraz daha fazla kırıntı alıyorsun diye kendi sınıf köklerini burjuvaziye teslim edemezsin. Makamın, mevkiin, unvanın, sıfatın ne olursa olsun sonuçta emeğini satarak yaşamını sağlıyorsan sende bir çalışansın ve üreticisin. İşçiden, köylüden farkın burjuva için çok fazla değil. Kapılma bu pembe hayallere ve sınıf köklerine sahip çık.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
09.11.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder