BURJUVAZİ
İLE ÜRETİCİ GÜÇLER ARASINDAKİ ÇELİŞKİDE SÖZDE “ORTA SINIF”IN YERİ
Burjuvazi
ile üretici güçler arasındaki çelişkiyi anlayabilmek hem çok kolay hem de çok
zordur. Kolay olan tarafından bakıldığında bu çelişki her alanda bakmasını,
görmesini bilen herkes tarafından anlaşılabilir. Zor olan ise bu çelişkinin
burjuvaziye yakın olma ve yakınlaşma isteğinin bataklık kokusuna kapılma
durumudur. Bataklığın kokusu uzaktan dünyanın en güzel kokusu gibi gelir
onlara, yaklaştıkça bataklıktan yükselenin lağım kokusu olduğunu anlamak artık
zorlaşır. Öylesine bir hayal dünyası yaratır ki burjuvazinin bataklığı
kendisini öylesine cazip kılar ki adeta dünyada tek ulaşılması gereken cennet
gibidir. Elbette pek çok insan burjuva kadrolarının sınırlı olduğunu bilmez ve
adeta “bende, bende onun gibi olacağım” naralarıyla, dualarıyla koşar adımlarla
burjuvalaşmaya çalışır. Oysa sen sözde “orta sınıf”da debelenip dururken ona
her yaklaştığında o senden daha yüksek basamaklara çoktan çıkmıştır ve senin o
sınıfa ulaşma ihtimalin seni daha da bataklığa çeker. Burjuvazi ile üretici
güçler arasındaki çelişkinin anlaşılmamasında ki en temel sorun bu çelişkiyi
sözde anladığını iddia edenlerin, burjuvazinin düzeni olan kapitalizmle göbek
bağlarını koparamamaları ve habire bir sınıf atlama telaşı içinde olmalarıdır.
Esasında
o dar bilinç seviyesinde sadece “köylü” kapasitesiyle “kent”li gibi
davranmaktan başka bir şey değildir durum. Köylülüğü aşamamış olmanın kentliymişçesine
davranarak köylülüğünün KENTLİ SOYSUZLUĞU ’nu yaşamaktadır.
Burjuvazinin
kendisine bahşettiği ve milyarlarca üretici gücün emeğinin hakkı olan,
kırıntılarla beslediği sözde “orta sınıf” her daim burjuvazinin yedeği olarak
köpek kulübesinde beklemektedir. Son yıllarda özellikle insanlığın kurtuluşunun
sözde “orta sınıf ”ta olduğu gibi iddialar, esasında köpek kulübesi beslemeleri
olan sözde “orta sınıf”ın, sınıf bunalımdan ve “belki bir gün sınıf atlarım”
iddiasıyla debelenip durmasından başka bir şey değildir. Kaldı ki işçilerden,
köylülerden daha iyi yerlerde oturmakla, daha çok gelir elde etmekle,
burjuvalardan daha düşük yerde oturmakla, daha az gelir elde etmekle sözde
“orta sınıf” denilen, uydurulmuş sınıf esasında o da çalışanlar sınıftandır.
Daha detaylı incelendiğinde o da emeğini satarak yaşamını idame ettirir.
Dolayısıyla ücretli köledir o da. Elbette o artık bu kavramla anılmayı sevmez,
hoşuna gitmez, itici, iğreti bulur. İsminin önünde ya da altında herhangi bir
unvan taşımakla adeta kendisini işçiden, köylüden daha üstün, burjuvaziye daha
yakın hatta her an onunla bir olacağı hayaliyle yatar, kalkar. Oysa durum tamda
bu değildir. Sadece tüketim araçlarının ve çeşitli konformist metalara sahip
olmakla kendini farklı bir sınıfmış gibi görür ki bu sınıfsal farklılığı adeta
farklı bir çözümünde kaynağıymış gibi kendisini de toplumsal kurtuluşun
kurtarıcısı sanar. Oysa böyle bir ne mantık, ne de ideloji söz konusu değildir.
Burjuvazi,
üretici güçler arasında çeşitli ücret ya da gelir farklılıkları yaratarak onlar
arasında oluşabilecek ortak yaşam, ortak birlik anlayışının gelişmesini ve
yaşanmasını engeller. Bu tür sözde çeşitli konfor farklılıkları ya da gelir
farklılıkları kimilerine adeta birinin üst sınıfı diğerinin de alt sınıfıymış
gibi düşünmesini sağlar. Mesleki farklılıkların olması o mesleğin gelirinin bir
işçiden ya da köylüden farklı olması onun sınıfını değiştirmez.
Kaldı
ki temel olarak sadece burjuvazi ve üretici güçler olarak iki temel sınıf
vardır. Ezen-ezilen ilişkisi özellikle burjuvazi ile üretici güçler arasında
geçmektedir. Kapitalist sistem içerisinde burjuvazi kendi sistemini
yönetebilmek adına kurmuş olduğu devlet içinde oluşturduğu “bürokrasi” -burada
bürokrasiyi klasik anlamıyla değil top yekûn yönetim alanı olarak kullanıyorum-
ve meclis, hükümet, yargı, yasama, kamu yönetimi vs hepsi sonuç itibariyle
burjuvazi tarafından tabandan tavana kadar belirlenmektedir. Bu hiyerarşik yapı
öylesine sistematik öylesine birbirine bağlıdır ki burjuvazinin çıkar ve
menfaatlerine uygun olmayan bir başkan, başbakan, bir odacı, bir temizlikçi
dahi olsa o kademe de artık duramaz. Burjuvazi için bu yönetim hiyerarşisinde
eğitim düzeyine, cinsiyetine, ulusal kimliğine, dinine, bakmaksızın ne olursa
olsun onun için çok fazla önemli değildir. Yeter ki biat etsin, hizmette kusur
etmesin, efendisine itaat etsin gerisi önemli değildir. Bu yönetim
hiyerarşisinde asla hata affetmez burjuvazi. Başkanlarıyla, genel müdürleriyle,
şefleriyle vs pek çok rütbe, makam ve mevki ile nedense öylesine emir komuta
oluşturulmuştur ki bu zincirin tek bir halkasında bile hata affedilmez, derhal
işine son verilir, ceza kesilir, rütbesi sökülür, makamı değiştirilir, ataması
yapılmaz, sürgün edilir, tazminatı verilmez, ücretsiz izne gönderilir daha
neler neler anlatmakla bitmeyecek cezalar. Elbette bu cezalar karşısında mükâfatları
da vardır. İkramiyeler, tatiller, hediyeler, rütbe ve makam yükseltmeler vs.
Ne
tesadüf değil mi tüm kitaplı dinlerde de cezalar ve mükâfatlar vardır! Elbette
tesadüf değil. Tanrıya biat, devlete biattir, devlete biat burjuvaziye biattir,
dolayısıyla burjuvazi kapitalizmin tanrısıdır ve kulları olan çalışanlarda onun
köleleridir.
Evet,
pek çoğumuz bunu biliriz ama nedense bunu bilmekle anlamak arasındaki farkı
bilmeyiz. Tanrı-devlet-burjuvazi temelli bir toplumda elbette tanrının yerini
artık burjuvazi almıştır. Kulları da sabah akşam ona dua, biat ve itaat
etmektedir. Ne için üç beş kırıntı, üç beş çul çaput, üç beş kemik parçası
için. İnsana ve doğaya yakışan bu mudur, elbette hayır.
İnsanın
ve doğanın sömürülmediği ve hiç kimsenin kimseye kulluk yapmadığı bir toplum
gerçekleşebilir.
Sözde
“orta sınıf” diye köşeye sıkıştırılmış, hamamböceklerinden bile daha beter
durumda olan, kendisi de üretici güç olanlar bu aldatmacadan sıyrılmalı ve
kendi köklerine kendi sınıf birlikteliğine hizmet etmesi onun için daha
kurtarıcı olacaktır.
Sınıf
atlama hayalleriyle yatıp kalktıkları güvenlikli siteleri bir gün onlar için
fazla güvenli olmayabilir.
Eskiden
komünistlere “servet düşmanı, zengin düşmanı” gibi sıfatlar yakıştırırlardı
şimdilerde de sözde “orta sınıf” olduğu iddia edilenler o hamamböceğinden beter
bunalımlı, stresli, kasvetli, sadece paraya ve elindeki malı mülkü koruma
dürtüleriyle kendi sınıfının düşmanı olanlar akıllarını başlarına toplamalılar.
Her geçen gün bu mal, mülk edinme makam ve mevki edinme kariyer kaygıları,
sınıf atlama hayalleri ve daha pek çok düşünce yüzünden kendi köklerinden
kopmakta ve hatta insanlıktan çıkmaktadır. Duygusuz, düşüncesiz bir hal alan
insanı ve doğayı sevmeyi sadece konformist yaşam anlayışı içinde ruhsuz
yaşamlarına hapsetmekteler. Sahip olduklarının sadece kırıntı olduğunun farkına
varmalıdırlar.
Sözde
“orta sınıf” aracılığıyla üretici güçlerle, burjuvazinin arasını bulmaya
çalışmak için uydurulan “liberal sol” ya da “sol liberal” arayışlar sadece
kırıntı sahiplerinin mastürbasyonundan başka hiçbir şey değildir.
Burjuvaziyle,
üretici güçlerin arasını bulmak her zaman burjuvazinin çıkarlarına denk düşmektedir.
Dar
alanda kısa hak alış-verişi sömürüyü değiştirmemektedir. İşçiler ve köylüler ne
kadar sömürülüyorsa onlarda sömürülüyorlar. Oturdukları koltuğun, yemek
yedikleri tabakların, oturdukları evlerin vs. farklı olması ya da biraz daha
konforlu olması çok fazla bir şey değiştirmiyor, sömürülmeleri açısından.
Burjuvazinin arada sırada yanında, yöresinde, yakınında olmakla ya da onunla
uzlaşma adına sohbet, muhabbet etmekle onun ona daha iyi davranacağı anlamına
gelmez. Kaybedeceklerinin diğerlerinden az ya da fazla olması onun esas sınıf
niteliğini değiştirmez.
Sözde
“orta sınıf” iddiaları sadece orta yolculuktur. Orta yolculuk ise sadece burjuvazinin
ekmeğine yağ sürmektir. Daha az grev, daha az direniş, daha az mücadele, kime
yarar elbette burjuvaziye. Orta yolculukla kendi köklerinden uzaklaşanlar
yaklaştıkları bataklığın kokusunu yol yakınken alsalar iyi olur.
Bir
yanıyla sola yüzünü dönmüşçesine gıdasını oradan aldığını iddia edenler, bir
yandan da özel mülkiyet bataklığından uzak durmamaları onlara hiçbir şey
kazandırmaz.
Özel
mülkiyet sadece korku, bunalım, stres, kişiliksizlik, kimliksizlik yaratır.
İnsanın ve doğanın sömürülmemesi özel mülkiyetin reddiyle mümkündür. Aksi halde
insanlık ve doğa özel mülkiyetin bataklığında sadece yıkıma, çöküşe ve yok
oluşa sebep olacaktır. Burjuvaziyle, üretici güçler arasındaki çelişkinin reddi
bu yok oluşun kabulüdür. Bu çelişkinin ortadan kaldırılması insanın insanı ve
doğayı sömürmesini ortadan kaldıracaktır. İnsanlaşma ancak o zaman daha da
çoğalacaktır.
Açlığa,
yoksulluğa çözüm sadece kırıntılarsa sen biraz daha fazla kırıntı alıyorsun
diye kendi sınıf köklerini burjuvaziye teslim edemezsin. Makamın, mevkiin, unvanın,
sıfatın ne olursa olsun sonuçta emeğini satarak yaşamını sağlıyorsan sende bir
çalışansın ve üreticisin. İşçiden, köylüden farkın burjuva için çok fazla
değil. Kapılma bu pembe hayallere ve sınıf köklerine sahip çık.
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
09.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder