OLMAYACAK
“SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” A ÂMİN DENMEZ “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL”
KAPİTALİZMİN ÖMRÜNÜ UZATMAYA YARAR
“Sol
liberalizm” ya da “liberal sol” hem teorik olarak hem de pratik olarak
gerçekleşmesi mümkün müdür? Sorusuna
verilecek cevap ne o kadar karmaşıktır ne de o kadar zordur. Bu sorudaki iki
kavramın öncelikli olarak bir araya gelmesi aynı çuvala domateslerle
patatesleri koymak gibidir. Sonuç
domatesler eve gidinceye kadar ezik büzük olur.
Emek, demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramları liberallerle bir arada
çözmeye çalışmak sadece kapitalizmin değirmenine su taşımaktır.
Dünyanın
her yerinde burjuvazinin emeği sömürdüğü, demokrasiyi sadece kendi için allayıp
pulladığı, özgürlüğü kendi sınıf özgürlüğü olarak gördüğü, barış yerine yeni
yeni savaşlarla yeni pazarlar yaratmaya çalıştığı gerçeği tarih sayfalarında
eskimemiştir.
*
Mevlana
gibi “ne olursan ol gel” mantığıyla ideolojik politik mücadele vermek üretici
güçleri kapitalizmin kucağına altın tepside sunmaktır. Üretici güçler temelinde
gerçekleştirilmeyecek olan her türlü birlik, blok, cephe vs sadece geçici umut
tacirliğidir. Sözde stratejik ortaklık denilerek üretici güçlerden uzak, halkın
geniş kesimlerinden uzak yapıların en küçük sarsıntıya bile dayanamayacağı
gerçeği pek çok deneyimle ortadadır. Kapitalizm adeta sınıf niteliğini, sömürü
şeklini, baskı ve şiddetini değiştirmiş “her şey değişti”, “hiçbir şey eskisi
gibi olmayacak”, “açıyor açıyor açılıyoruz işte” gibi yaklaşımlarla “gel, gel
ne olursan ol” şiarıyla kim olduğu ne olduğu kime hizmet ettiğine
bakılmaksızın, hangi sınıfa hizmet ettiğine bakmaksızın “hadi stratejik
ortaklık yapalım” demek sadece kapitalizmin ömrünü uzatmaya hizmet edecektir.
*
“Arap
baharı” diye dillendirilen emperyalizmin askeri işgalinden farklı yeni işgal
modelini “devrim” sananlar ya da bu gibi baharların buraya da geleceğini umut
edenler bilmeliler ki abd’nin en önemli, en başarılı, en söz dinleyen, en biat
eden ittifakı mevcut düzen ve onu yönetenlerdir. Emperyalizmin kendi sohbet
odalarında oluşturduğu stratejik ortaklıklara dikkat edilirse “gel ne olursan
ol gel” şiarıyla değildir. Sadece kendi sınıf çıkarları temelinde sadece o
sınıftan olanlardır. Bunu karşısına kurulacağı iddia edilen ittifaklarda da
içinde ortak sınıf kaygıları olan üretici güçler olmalıdır.
*
Yakındır
yakında yeni bir seçim havasına daha girilecek ve kamyonlarca laf, söz yine
yeniden havalarda uçuşacak. Modayı takip
edenler bilir şimdilerde “bu sorun bin yıllık sorun var mı öyle hemen birden
çözmek mümkün mü…” evet mümkün. Yeter ki sen iste. Yeter ki sen mücadele et.
Yeter ki sen örgütle, örgütlen. Sorunu ya da sorunları çözmek o sorunun çözümüne
dair yeterli enerjinin harcanmasına bağlıdır.
Adeta “saldım çayıra, mevlam kayıra” mantığıyla sorunlar çözülmez.
Kapitalizm
her geçen gün adım adım mıknatıs misali, vantuz misali, girdap misali kendi
içine içine çektiği toplumsal muhalefet güçlerini yutarken, onca ideolojik
politik birikime sahip olan çeşitli kesimler yaptıklarının mücadele olduğunu
sanadursun, her geçen gün lümpenliğin, her geçen gün yeni yeni burjuvaların
güçlendiği, bir toplumla karşı karşıyayız. Sağına dönsen “para” soluna dönsen
“para” paradan başka lafın sözün edilmediği dolmuşlar, otobüsler, taksiler,
metrolar dolusu insandan geçilmeyen toplumu göremeyenler kapatıldıkları
hücrelerinden özgürlük, eşitlik, adalet vs diye bağırırken sadece
hücrelerindekilerin duyduğu bir sokakta, caddede, meydanda yürüdüklerinin
farkındalar mı, elbette hayır. Yaşanan öylesine derin bir travma ki verilen
onca antibiyotik, onca ağrı kesici, onca öksürük şurubuna rağmen hastalığın
henüz farkında bile değiller. Yakındır yerel seçimler başlayacaktır yine envayi
çeşit tellallıklar. Sonuç yine burjuvaziye gelsin rant, faiz, kar hadi bakalım
sermayeyi büyütsün üretici güçlerde ağızlarına çalınmış bir parmak balla
geçinip dursun. Dön dolaş yine sana aynı manzara ey halk!
*
“Sol
içi tartışmalar” denilen tartışmalar evet gerçekten de çok “iç” tartışmalar.
Geniş halk kesimlerinin ve üretici güçlerin bu tartışmalardan ne kadar haberi
var, ne kadarına katılıyor, ne kadarına katkıda bulunuyor onlarca yüzlerce soru
tartıştığını iddia edenler tarafından cevaplanmasını bekliyor. Sol tartışmalar
sadece salonlarda değil, odalarda değil, alanlarda, meydanlarda, sokaklarda,
mahallelerde, fabrikalarda, okullarda yapılmadır ki adı “tartışma” olsun. Bu
tartışmaların yüzde kaçı emek-sermaye çelişkisi dersiniz bileniz var mı? Evet,
yanlış bir soru oldu değil mi… “Kaldı mı bu tür çelişkiler, seninki de laf mı”
diyenler çoğunlukta olsa gerek.
Yoldaşlık
ilişkilerin çöktüğü, komün yaşamın kaldırılıp atıldığı, “paran varsa siyaset
yaparsın” sözünün tüm derneklerde, sendikalarda, partilerde ilke olduğu bir
zaman ve mekân kaosunda laf mı şimdi ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisinin
konuşulması. Geçmişte siyaset yapanların mücadeleye hangi zorluklar, hangi
yokluklar içinde başlayıp ne kadar değerli sonuçlar elde ettiklerine bakılmasında
da fayda vardır.
“Gel
vatandaş, gel, gel abiler, ablalar, sen de al, moda bunlar” diye pazarcı tellallığı
edasıyla sadece resmi ideolojinin izin verdiği, resmi makamların izin verdiği,
liberallerin ve çeşitli dini grupların tartıştığı, bürokratizm bataklığı içinde
debelenen, her geçen gün “acaba biz de sınıf atlar mıyız” hayalleriyle sadece
kapitalizmin güçlenmesine karşı, değil tehdit oluşturmak yerine kapitalizme
karşı mücadele ettiği iddia edilen “memurlar” topluğundan başka bir şey olmayan
sağı, solu belli olmayan nereye gittiği ne yaptığı konusunda kendisinin dahi ez
cümle haberi olmayan travmatik sarkaçlar misali sallanan milyon kere milyon
edenlerle dolup taşarken “ne güzel uyuttuk ama hepinizi, ne de güzel kandırdık
hepinizi”, “ne de güzel sömürdük hepinizi” diye mutluluktan “balkonlara “çatılara
çıkan burjuvazi ve onun en kadim hizmetkârları şimdi koltuklarında nasıl da
geriniyordur bileniz var mı?
*
Bu
coğrafyadaki solun en temel sorunlarından birinin nedense geçmişteki
önderliklerinin katledilmesi ve onların yerine gelenlerin de onlar gibi halkı
arkasından sürüklememeleridir. Bu önderlik sorunu halen aşılmamıştır bu
coğrafyada. Oysa bu konuda mevcut sistem oldukça iyi çalışmakta. Kendi
önderleri, liderleriyle ilgili sorunlar yaşadığında çok kısa zamanda neredeyse
sokaktan geçen herhangi birini allayıp pullayıp halkın önüne lider olarak
koyabiliyor ve sorunu aşıyor. Zaman zaman yaratılan liderler ülke sınırlarını
da aşıp başka halklara da liderlik nutukları çekebiliyor. Sol önderlik konusunda
adeta neredeyse “mehdi” beklenircesine bir adet, töre uygulaması var.
“Asyatik
toplumların en temel özelliklerinden birisi de lidere, öndere bağımlı toplumlar
olması” diye bir tez vardır ki bu tez batının tamamen çıkmaz sokak yaratmak
adına orta attığı “sosyolojik” bir tezdir. Oysa sosyalizm ve toplumsal
mücadeleler tarihi bize lider ve önder değil top yekûn, üretenlerin, halkların,
insanlığın sadece toplumsal bilice erişmiş insanlar olmasını salık verir.
“Halka
inmek, halka çıkmak” gibi yaklaşımlar adeta halkın dışında, halktan ayrı
anlaşılmaktadır. “ben halkın içinden geldim”, “ben de bir zamanlar gecekondu da
yaşadım”, “beni halkım yarattı”, “beni buralara sizler getirdiniz”, “bende
zamanında çok açlık çektim”, “halkın nabzını çok iyi tutuyorum”, “ben de
halktan biriyim” daha nice nice envayi çeşit cümleler. Genelde bunları kimler
söylüyor, burjuva politikacılar, topçular, popçular, artistler, aktrisler,
mankenler, burjuvalar, yüksek bürokratlar. Peki, neden söylüyorlar? Evet,
onlarda “halktan biri” elbette hayır,
sistem çarklarını işletirken “halk”ı kullanmanın bir başka yolu da “onun
gibi olmalıdır, ondan olmalıdır, onunla olmalıdır” evet, bunu sadece sözde
söyler ama asla bunları yapmaz.
Sol
halka inemez de çıkmazda! Çünkü sol sadece halk olabilir. Halkın kendisi sol
değilse birileri istediği kadar sol olduğunu iddia etsin.
Halkın
kendisinin bizzat içinde yaşadığı toplumun insanlaşmamış bir toplum olduğunu
insanın ve doğanın sömürüldüğünü kavraması ve buna karşı kendi alternatifini
koyması şarttır. Bu nasıl olacak evet, “liberalleşerek, faşistleşerek,
islamlaşarak, paraya tapınarak, mala mülke düşerek, özel mülkiyete sıkı sıkı
sarılarak, makam mevki peşinde koşarak, bürokratizm bataklığına saplanarak, kırtasiyecilik
yaparak, egemenlerin kırıntılarıyla
yetinerek, sabah akşam liberal ideologların, teorisyenlerin vaazlarını aktarıp
dönderip, nutuk çekerek vs”! Evet, ne oldu şaşırdınız mı, aynaya bakın bakalım
yalan mı? Neden mi, çok basit kendi sınıf ideolojisini politikasını inkâr etme
aşamasına gelmiş olanlardan ne beklenir ki!
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
28.09.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder