16 Şubat 2016 Salı

OLMAYACAK “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” A ÂMİN DENMEZ  “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” KAPİTALİZMİN ÖMRÜNÜ UZATMAYA YARAR

“Sol liberalizm” ya da “liberal sol” hem teorik olarak hem de pratik olarak gerçekleşmesi mümkün müdür?  Sorusuna verilecek cevap ne o kadar karmaşıktır ne de o kadar zordur. Bu sorudaki iki kavramın öncelikli olarak bir araya gelmesi aynı çuvala domateslerle patatesleri koymak gibidir.  Sonuç domatesler eve gidinceye kadar ezik büzük olur.  Emek, demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramları liberallerle bir arada çözmeye çalışmak sadece kapitalizmin değirmenine su taşımaktır.

Dünyanın her yerinde burjuvazinin emeği sömürdüğü, demokrasiyi sadece kendi için allayıp pulladığı, özgürlüğü kendi sınıf özgürlüğü olarak gördüğü, barış yerine yeni yeni savaşlarla yeni pazarlar yaratmaya çalıştığı gerçeği tarih sayfalarında eskimemiştir.
*
Mevlana gibi “ne olursan ol gel” mantığıyla ideolojik politik mücadele vermek üretici güçleri kapitalizmin kucağına altın tepside sunmaktır. Üretici güçler temelinde gerçekleştirilmeyecek olan her türlü birlik, blok, cephe vs sadece geçici umut tacirliğidir. Sözde stratejik ortaklık denilerek üretici güçlerden uzak, halkın geniş kesimlerinden uzak yapıların en küçük sarsıntıya bile dayanamayacağı gerçeği pek çok deneyimle ortadadır. Kapitalizm adeta sınıf niteliğini, sömürü şeklini, baskı ve şiddetini değiştirmiş “her şey değişti”, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “açıyor açıyor açılıyoruz işte” gibi yaklaşımlarla “gel, gel ne olursan ol” şiarıyla kim olduğu ne olduğu kime hizmet ettiğine bakılmaksızın, hangi sınıfa hizmet ettiğine bakmaksızın “hadi stratejik ortaklık yapalım” demek sadece kapitalizmin ömrünü uzatmaya hizmet edecektir.
*
“Arap baharı” diye dillendirilen emperyalizmin askeri işgalinden farklı yeni işgal modelini “devrim” sananlar ya da bu gibi baharların buraya da geleceğini umut edenler bilmeliler ki abd’nin en önemli, en başarılı, en söz dinleyen, en biat eden ittifakı mevcut düzen ve onu yönetenlerdir. Emperyalizmin kendi sohbet odalarında oluşturduğu stratejik ortaklıklara dikkat edilirse “gel ne olursan ol gel” şiarıyla değildir. Sadece kendi sınıf çıkarları temelinde sadece o sınıftan olanlardır. Bunu karşısına kurulacağı iddia edilen ittifaklarda da içinde ortak sınıf kaygıları olan üretici güçler olmalıdır.
*
Yakındır yakında yeni bir seçim havasına daha girilecek ve kamyonlarca laf, söz yine yeniden havalarda uçuşacak.  Modayı takip edenler bilir şimdilerde “bu sorun bin yıllık sorun var mı öyle hemen birden çözmek mümkün mü…” evet mümkün. Yeter ki sen iste. Yeter ki sen mücadele et. Yeter ki sen örgütle, örgütlen. Sorunu ya da sorunları çözmek o sorunun çözümüne dair yeterli enerjinin harcanmasına bağlıdır.  Adeta “saldım çayıra, mevlam kayıra” mantığıyla sorunlar çözülmez.

Kapitalizm her geçen gün adım adım mıknatıs misali, vantuz misali, girdap misali kendi içine içine çektiği toplumsal muhalefet güçlerini yutarken, onca ideolojik politik birikime sahip olan çeşitli kesimler yaptıklarının mücadele olduğunu sanadursun, her geçen gün lümpenliğin, her geçen gün yeni yeni burjuvaların güçlendiği, bir toplumla karşı karşıyayız. Sağına dönsen “para” soluna dönsen “para” paradan başka lafın sözün edilmediği dolmuşlar, otobüsler, taksiler, metrolar dolusu insandan geçilmeyen toplumu göremeyenler kapatıldıkları hücrelerinden özgürlük, eşitlik, adalet vs diye bağırırken sadece hücrelerindekilerin duyduğu bir sokakta, caddede, meydanda yürüdüklerinin farkındalar mı, elbette hayır. Yaşanan öylesine derin bir travma ki verilen onca antibiyotik, onca ağrı kesici, onca öksürük şurubuna rağmen hastalığın henüz farkında bile değiller. Yakındır yerel seçimler başlayacaktır yine envayi çeşit tellallıklar. Sonuç yine burjuvaziye gelsin rant, faiz, kar hadi bakalım sermayeyi büyütsün üretici güçlerde ağızlarına çalınmış bir parmak balla geçinip dursun. Dön dolaş yine sana aynı manzara ey halk!
*
“Sol içi tartışmalar” denilen tartışmalar evet gerçekten de çok “iç” tartışmalar. Geniş halk kesimlerinin ve üretici güçlerin bu tartışmalardan ne kadar haberi var, ne kadarına katılıyor, ne kadarına katkıda bulunuyor onlarca yüzlerce soru tartıştığını iddia edenler tarafından cevaplanmasını bekliyor. Sol tartışmalar sadece salonlarda değil, odalarda değil, alanlarda, meydanlarda, sokaklarda, mahallelerde, fabrikalarda, okullarda yapılmadır ki adı “tartışma” olsun. Bu tartışmaların yüzde kaçı emek-sermaye çelişkisi dersiniz bileniz var mı? Evet, yanlış bir soru oldu değil mi… “Kaldı mı bu tür çelişkiler, seninki de laf mı” diyenler çoğunlukta olsa gerek.

Yoldaşlık ilişkilerin çöktüğü, komün yaşamın kaldırılıp atıldığı, “paran varsa siyaset yaparsın” sözünün tüm derneklerde, sendikalarda, partilerde ilke olduğu bir zaman ve mekân kaosunda laf mı şimdi ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisinin konuşulması. Geçmişte siyaset yapanların mücadeleye hangi zorluklar, hangi yokluklar içinde başlayıp ne kadar değerli sonuçlar elde ettiklerine bakılmasında da fayda vardır.

“Gel vatandaş, gel, gel abiler, ablalar, sen de al, moda bunlar” diye pazarcı tellallığı edasıyla sadece resmi ideolojinin izin verdiği, resmi makamların izin verdiği, liberallerin ve çeşitli dini grupların tartıştığı, bürokratizm bataklığı içinde debelenen, her geçen gün “acaba biz de sınıf atlar mıyız” hayalleriyle sadece kapitalizmin güçlenmesine karşı, değil tehdit oluşturmak yerine kapitalizme karşı mücadele ettiği iddia edilen “memurlar” topluğundan başka bir şey olmayan sağı, solu belli olmayan nereye gittiği ne yaptığı konusunda kendisinin dahi ez cümle haberi olmayan travmatik sarkaçlar misali sallanan milyon kere milyon edenlerle dolup taşarken “ne güzel uyuttuk ama hepinizi, ne de güzel kandırdık hepinizi”, “ne de güzel sömürdük hepinizi” diye mutluluktan “balkonlara “çatılara çıkan burjuvazi ve onun en kadim hizmetkârları şimdi koltuklarında nasıl da geriniyordur bileniz var mı?

*

Bu coğrafyadaki solun en temel sorunlarından birinin nedense geçmişteki önderliklerinin katledilmesi ve onların yerine gelenlerin de onlar gibi halkı arkasından sürüklememeleridir. Bu önderlik sorunu halen aşılmamıştır bu coğrafyada. Oysa bu konuda mevcut sistem oldukça iyi çalışmakta. Kendi önderleri, liderleriyle ilgili sorunlar yaşadığında çok kısa zamanda neredeyse sokaktan geçen herhangi birini allayıp pullayıp halkın önüne lider olarak koyabiliyor ve sorunu aşıyor. Zaman zaman yaratılan liderler ülke sınırlarını da aşıp başka halklara da liderlik nutukları çekebiliyor. Sol önderlik konusunda adeta neredeyse “mehdi” beklenircesine bir adet, töre uygulaması var.

“Asyatik toplumların en temel özelliklerinden birisi de lidere, öndere bağımlı toplumlar olması” diye bir tez vardır ki bu tez batının tamamen çıkmaz sokak yaratmak adına orta attığı “sosyolojik” bir tezdir. Oysa sosyalizm ve toplumsal mücadeleler tarihi bize lider ve önder değil top yekûn, üretenlerin, halkların, insanlığın sadece toplumsal bilice erişmiş insanlar olmasını salık verir. 

“Halka inmek, halka çıkmak” gibi yaklaşımlar adeta halkın dışında, halktan ayrı anlaşılmaktadır. “ben halkın içinden geldim”, “ben de bir zamanlar gecekondu da yaşadım”, “beni halkım yarattı”, “beni buralara sizler getirdiniz”, “bende zamanında çok açlık çektim”, “halkın nabzını çok iyi tutuyorum”, “ben de halktan biriyim” daha nice nice envayi çeşit cümleler. Genelde bunları kimler söylüyor, burjuva politikacılar, topçular, popçular, artistler, aktrisler, mankenler, burjuvalar, yüksek bürokratlar. Peki, neden söylüyorlar? Evet, onlarda “halktan biri” elbette hayır,  sistem çarklarını işletirken “halk”ı kullanmanın bir başka yolu da “onun gibi olmalıdır, ondan olmalıdır, onunla olmalıdır” evet, bunu sadece sözde söyler ama asla bunları yapmaz.

Sol halka inemez de çıkmazda! Çünkü sol sadece halk olabilir. Halkın kendisi sol değilse birileri istediği kadar sol olduğunu iddia etsin.

Halkın kendisinin bizzat içinde yaşadığı toplumun insanlaşmamış bir toplum olduğunu insanın ve doğanın sömürüldüğünü kavraması ve buna karşı kendi alternatifini koyması şarttır. Bu nasıl olacak evet, “liberalleşerek, faşistleşerek, islamlaşarak, paraya tapınarak, mala mülke düşerek, özel mülkiyete sıkı sıkı sarılarak, makam mevki peşinde koşarak, bürokratizm bataklığına saplanarak, kırtasiyecilik yaparak,  egemenlerin kırıntılarıyla yetinerek, sabah akşam liberal ideologların, teorisyenlerin vaazlarını aktarıp dönderip, nutuk çekerek vs”! Evet, ne oldu şaşırdınız mı, aynaya bakın bakalım yalan mı? Neden mi, çok basit kendi sınıf ideolojisini politikasını inkâr etme aşamasına gelmiş olanlardan ne beklenir ki!

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
28.09.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder