17 Şubat 2016 Çarşamba

MUHAFAZA-KAR YÖNETİCİLİ TİYATORAYA KARŞI MUHAFAZAKÂR OLMADIĞINI İDDİA EDEN TİYATRO OYUNCUSUNUN DURUŞU ÜSTÜNE

Öncelikle “OLMAYACAK “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” A ÂMİN DENMEZ “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” KAPİTALİZMİN ÖMRÜNÜ UZATMAYA YARAR” adlı makalemde açıkladığım için “liberal sol” denilen kavram üzerinde fazla durmayacağım. Dolaysıyla da zorlama ya da moda tabiriyle “liberal sol” kavramını kabul etmiyorum. Sol kavramının liberal, islam, milliyetçi, ulusal, Kemalist vs gibi kavramlara da eklemlenmesini doğru bulmuyorum. Keza sol kavramını salt dar anlamıyla Fransız ihtilalinde sol tarafta oturanlar türünden de ele almanın da sol kavramının içerini doldurmak da yeterli bulmuyorum. Ayrıca da sol’un komünizmin çocukluk hastalığı olduğu gerçeğini de yadsımıyorum. Sol kavramını sadece yaygın anlamı üzerinden sosyalistleri, komünistleri, devrimcileri işaret etme anlamında dahi olsa kabul ederekten sola devam edelim. “liberal sol” diye tariflenenlerin de bu manada sol olmadığını kabul ederek bu iki kavramın yan yana gelmesinin solun içini boşaltmaya yönelik bir hamle olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla da bu kavramı dillendirmenin sola çokta bir faydası olmayacaktır. Henüz toplumumuzun geniş kesimlerinin hale hazırda daha solun ne olduğunu bile tam olarak kavramadığı bir coğrafyada liberal, islamcı, milliyetçi, ulusal, Kemalist sol kavramlarıyla eklemlendirmenin sadece solun kendisinin kitleler nezdinde kan kaybı yaratacağı düşüncesindeyim.

Bundan yirmi yıl öncesinde pek çok kişinin puşiyle dolaştığı bir coğrafyadayken birden bire puşileri bir kenara bırakıp kravata sarılınınca senin değerlerini sen boş bırakınca illaki birileri sahiplenme üzerinden içini boşalmaya başlasa da puşi davası üzerinden on yıllar ceza alanlarda ortada durmakta. Sonrasında birden bire puşinin kendi değeri olduğunu anlayanlara da selam olsun. Bu örnek özellikle Anadolu ve Mezopotamya’da yaşamış ve pek çok direniş, mücadele, savaşım örneği yanında edebi, sanatsal, kültürel değerler üretmiş olan Kızılbaş Alevi önderleri, ozanları, şairleri, vs içinde geçerlidir. Devamla birlikte bu coğrafyadaki devrimci liderlerin bir dönemler kimi çevrelerce neredeyse unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde dizilerle burjuvazi onlara da rant amaçlı sahip çıkmıştır. Şimdilerde de bol bol özellikle sosyalizm denemeleri yapmış ideologlara, devrimci önderlere, devrimi gerçekleştirmiş olanlara bol bol eleştiri adında küfür etmeninde sevap sayıldığı değersizleştirme bakalım yakın gelecekte burjuvazinin dikkatini çekecek mi… Kısacası kendi değerlerine sahip çıkmayanların değerleri zamanla egemenlerin, hakim güçlerin içini boşaltmak ve kendilerine yeni rant kapıları açmak için yeni malzemeler olması o değerlere gerçekten sahip çıkması gerekenlerin çıkmamasındandır esasında. Solun başına sonuna sömürenlerin, ezenlerin felsefi, kültürel, ideolojik, politik kavramlarını eklemlendirmek sadece sola saldırı, içini boşaltma, zamanla da kişiliksizleştirme ve kimliksizleştirme amaçlıdır. Sözde ideolojisiz bir toplum yaratma adı altında sol düşünceye ait ne varsa onu bertaraf etme imha etme konsepti yatmaktadır.

Devamla birlikte “liberal sol” mevcut sistemin şimdilerdeki yönetenlerinin kuyruğuna takılması, desteklemesine hayıflanmanın sol adına çok fazla bir anlamı yok, çünkü “liberal sol” diye bir şey olmaz, olamaz. Ama illa kırk gün birilerine sen “liberal sol ”sun denirse de “liberal sol” olursa kimse şaşmasın! Liberaller her zaman sömüren, ezen bir sistem içinde iktidardadır, iktidarın yanındadır, iktidarı destekler bunda şok olacak şaşıracak hiçbir şey yok.

Mevcut sistemin günümüzdeki yönetici kadrolarının “muhafaza-kar ”lığı üzerinden icraatlarına dönük yapılan eleştirilerde devletçi parti eleştirisinden öteye gitmemektedir. Devletçi parti devleti kuran ve devamlılığını esas alan bugün muhalefette olan ya da şimdilerde iktidarda olanların yarın muhalefette olan partileri arasında çok fazla bir fark söz konusu değildir. Halen bu coğrafyada yapay olarak üretilen ve topluma sunulan iktidar ve muhalefet partilerin arasında adeta çok büyük çelişkiler, ayrılıklar varmışçasına herhangi bir konuya bakarken iktidarcı ya da muhalifçe bakış açılarının geliştirilmesinin herhangi bir takımın taraftarları arasındaki söz düellolarının ya da laf dalaşlarından çokta farklı olmadığı halen pek çok çevre tarafından anlaşılmamaktadır. Elbette bunda burjuva eğitimin halen sosyalist dahi olsa o sabahları, öğlenleri okunan andımız ve marşların bilinçaltındaki etkisi azımsanmayacak kadar yoğundur. Resmi ideoloji her ne kadar mevcut sisteme muhalif gibi duran pek çok sosyalist çevrenin beynine öylesine kazınmıştır ki pek çok sözde muhalif hareket, söz ve davranışlarıyla onun etkisi kolay kolay atılamaz.

Aslında  “DİZİ DİZİ GASP, DİZİ DİZİ HIRSIZLIK, DİZİ DİZİ CİNAYET” başlıklı makalemde de kısacada olsa değindiysem de yine gündemden eksik olmayan bu oyunculuk meselesine burada da değineceğim.

“Muhafaza-kar”lar “sanata da el atmış ve orada da kendilerine göre uygulamalar yapmaktalarmış”, elbette bundan doğal ne olabilir ki. Ne bekleniyordu hem muhafazacı hem de karcı olacaksın yani muhafaza-kar olacaksın ve hem de mevcut sistemin yöneteni olacaksın sanata el atmayacak mısın, oraya da atar buraya da bunu garipsemenin, buna şaşmanın çoktan bilmem kaç istasyon ilerde olan trene bakmanın çok da bir anlamı yok, tren kalkalı çok oldu ne kadar bakılsa da trenin kıçındaki vagonları bile görmek mümkün değil. Günümüzde gerçekleştirilen, projeler, planlar, programlar adeta salt günümüze has uygulamalarmış gibi şaşkol(y)ozlaşmak ancak tarih, siyaset, bilmemekle ilgili olsa gerek.

Sanki yıllardır özel ya da devlet tiyatrolarında sol, sosyalist, komünist, devrimci oyunlar geceli gündüzlü peşi sıra sahneye konuluyormuş da şimdilerde vay efendim sen nasıl falan göre filan kişiyi ya da oyunculukla, tiyatroyla ilgisi olmayan birini getirirsin diye veryansın etmek yıllarca bu coğrafyanın nasıl bir faşizmle yönetildiğini görmezden gelmektir. Bir yandan hepsi olmasa da pek çoğu burjuvazinin medyalarında programlar, diziler, sinemalarda da yine holdinglerin sponsorluğuyla filmlerde oynayanların tüh vah etmesini anlamak zor değil. hemen yarından tezi yok içinin  beşinin bu televizyonlardan ya da bu film şirketlerinden küçücük dahi roller alsınlar ceplerine de üç beş kuruş girsin bakalım hangisi özel ya da devlet tiyatroları nasıl yönetiliyormuş kimler başına getiriliyormuş acaba dönüp de bakarlar mı… Düne kadar bu kadrolarda adeta krallık, kraliçelik gibi oturdular mı kalkmayan, ya da kalkarlarsa en yakınlarının oturduğu koltuğa şimdilerde “muhafaza-kar” birilerinin oturmasına hayıflanmaktalar birileri, az yiyin de bir hizmetçi tutun lafı hoş olmadı buraya ama neyse. Yıllardır aklınız fikriniz neredeydi diye adama sorarlar. Onca akademik ya da alaylı oyuncu yetişip sonra gerçekten pek çoğu samimi ideallerle oyunculuk yapmak isterlerken “akıllı ol kapağı at bir filme, küçük büyük fark etmez, oradan arada birde bir iki tiyatro oyunu, pat bakmışsın cillop gibi birde reklamda oynamışsın, ondan sonra her şey bal kaymak”, “politik tiyatroda neymiş, sinemada neymiş, sen işin parasına bak, zaten kaç yıl yapabilirsin ki bu işi”, daha eskiden de “ herhangi bir yönetmen ya da yapımcı ayarladın mı daha da sırtın yere gelmez” gibi nice öğütler. Gerçekten oyunculuğu tiyatroyu yıllardır hem idealleri uğruna hem toplumla hem kendi derdini hem de toplumun derdinin paylaşmaya çalışan tiyatrolar teker teker kapanırken ya da seyirci bulmak da kılı kırk yararken beyler, hanımlar neredeydiniz demezler mi, bakınız yıllar öncesine küçücük bir krizde birden bire pornografiye kayan bir sinema sektörü daha dün gibi orada, gerçi sonradan kaydı yerlerde pornografi olmasa da toplumu daha da kişiliksizleştiren sözde sosyal içerikli filmler furyası, hemen ardından küfür edebiyatı üzerinden gelişen komediler furyası, o da yetmedi ardında bol paralı hem de reklam figürleri olan dizilerde oynamalar, hangi tiyatrodan bahsediyoruz pardon!

Televizyonlardaki programlardan, dizilerden aldıklarıyla yan gelip yatanlar tiyatronun nereye gittiğinin ve tiyatronun bir toplumun aydınlanmasında, ilerlemesinde ne denli önemli olduğunu bile bile sırtını dönenler e ne oldu “muhafaza-kar” yöneticiler geliyor başımıza mı diyor ne bekliyordunuz, iktidarı muhafaza-kar olanın kadroları da yöneticileri de muhafaza-kar olur.

Sosyalistler, komünistler, devrimciler, solcular, demokratlar kılı kırk yararak gece gündüz mevcut sistemin insanın insanı ve doğayı sömürmesine karşı, üretici güçlerle mücadele ederken pek çokları o gala senin, bu kokteyl benim, yok falan iktidar yöneticisi çağırdı, yok falan televizyon çağırdı hadi koşa koşa laklağa, kakara kikiriye ve sonrada habire muhafaza-kar iktidarlar gelir habire onlarında muhafaza-kar yöneticileri gelir soytarı yerine koyarlar. Üretici güçlerin küçük bir talebine bile yüzlerce tutuklamayla karşılık verirken, ezilenlerin, inkâr edilenlerin geceli gündüzlü cezalandırıldı bir toplumda 150 binleri aşan tutuklamaların, çoluk çocuk yetişkin demeden katledilenlerin, artık açık açık faili meşhulsuz cinayetlerin olduğu, elli kişilik fabrikada otuz sekiz kişinin sendikalı olur olmaz işten atılmayı bırak günaşırı gözaltına alındığı, aylarca çalışıp çalışıp en düşük ücretten de olsa maaşlarını alamayan işçilerin, çoluğun çoğun üzerine bombalar yağdırıp “terörist” diye katledilenlerin sırf Kürt olmalarından dolayı her türlü insanlık dışı muamele maruz kalanların, cayır cayır yakıp yakanların ellerini kollarını sallaya sallaya gezdiği sözde yargılamalarının zaman aşımına uğradığı halen bugün yarın yeni soykırımlarla yüz yüze kalacak olan Alevilerin olduğu, sokak ortasında geliyorum kafanı beynini paramparça edeceğim diyen katillerin hala Ermenileri öldürdüğü, daha dün hes inşaatlarında ölen işçilerin odluğu, sokak ortasında otuz kırk bıçak darbesiyle kadınların öldürüldüğü bir coğrafyada vay efendim tiyatromuza muhafaza-kar yönetici istemezük! Oldu gözlerim doldu diyordur egemenler! Tiyatroda neymiş ki, bizim bildiğimiz Hacivat karagöz o da padişah efendimizi ve çevresine dil uzatmayın cinsinden olacaksa, bizim bildiğimiz ramazanlarda ortada kuyu sen kaç ben tutuyum cinsinden ortaoyunculuktur, o da yetmez de falan memleketlerden sirkleri getiririz alsana oyun, oyuncak, tiyatro! Ey ahali bunlar on yıllardır bu memlekette yapılıyor. Bugün belediyelerin tiyatrolarında neler yapılıyor haberiniz var mı, bugün tiyatro öğrencisi mezun oluncaya kadar neredeyse orta halli bir ev parasına mezun olduğunu, kamyon kamyon tacizlere maruz kaldığını herhalde bileniniz yoktur, yetmez ama durun bir kere daha evet diyelim! Mezun olduktan sonra acaba hangi bakan hangi milletvekili ya da belediye başkanı ya da parti yöneticisinin torpilleriyle hangi tiyatro olursa olsun “show devam etmeli, ben oyuncuyum her oyunda oynarım” soytarılığına düştüğünüzden haberiniz vardır herhalde ahali! Yıllardır cumhuriyetin Kemalist ucuz sözde sol argümanlı ne odluğu belli olmayan ve toplumdan uzak elitize olmuş tamamen uydurma bir sınıf olan orta sınıfa has oyunların sahnelendiği, arada bir İngiliz, Fransız, alman, Rus tiyatrolarından o da aman millet ayaklanmasın, isyan etmesin, örgütlenmesin ama adı sol oyunlar olan oyunlarla tiyatro denilen kumpas bugünlere gelmedi mi… düne kadar baron ve baroneslerin elinde tamamen tek tipçi, tek dilci, tek milletçi, tek devletçi, tek dinci, tek ideolojiden, tek politikadan bahisli tiyatrolar sinemalar olmadı da şimdi vah vah tüh tüh sinekten yağ çıkartma misali tiyatroların başına muhafaza-kar yönetici getiriliyor diye mi veryansın ediliyor…

Gelmiş geçmiş kültürsüz, sanatsız, bilimsiz, edebiyatsız, yöneticiler en üstten en alta kadar ne kadar toplumda tiyatroların elitlerin gidip geldiği yerler imajını ne kadar kırabildiniz de bu çığlık yeri göğü inletiyor!
Hemen o muhafaza-kar dediğiniz kesimlerin ya da demokrat dediğiniz kesimlerin televizyon kanallarına dönüp bir bakım kimler orada dizilerde oynuyor, kimler reklamlarda oynuyor, kimler o paparazzi senin bu senin koşturan kimler, sırf popüler diye hiçbir oyunculuk yeteneği olmayan uvertür bile olmayanlarla koca koca oyunculuğun altından girmiş üstünden çıkmışlarla yan yana getirilmeyi kabul edenler kimler… Geçmişte küçümsenilen hatta yan yana bile gelmeye utananların olduğu yakın geçmişten günümüze arabesk-çilerle filmlerde boy gösteren “ömrünü tiyatroya vermiş olanlar” acımızdan mı ölseydik ne yapalım başka yapacak işimiz yok yaptık, e ne kaldı senin e bende emir kuluyum ne yapayım verdim cereyanı diyenden ne farkınız kaldı! Rosenbergler ölmemeli evet ölmemeli, ama Hrantlarda ölmemeli, Sivas’taki canlarda ölmemeli, Uğurlarda Eneslerde ölmemeli, Roboskilerde ölmemeli ve daha niceler…

Özel mülkiyetçiliğin bu kadar yaygınlaştığı tüketim toplumunun bu kadar toplumun her köşesine sirayet ettiği bir yerde hem “tiyatoracı” olacaksın hem de burjuvazinin envayi çeşit mal ve hizmetinin pazarlanmasında alametifarikalarını parçası olan pazarlama figüranları olacaksın hadi damarımızda az da olsa birazcık atadan dededen kalma solculuk var vay efendim tiyatroların baştacına muhafaza-kar yöneticiler gelecek diye yandım anam diye nara atacaksın.

Ebetteki bu belaların tek sorumlusu tiyatrocular değil! Son yirmi yılda olup biten sanat, edebiyat, sinema, tiyatro tartışmalarında her geçen gün show devam etmeli diyeceksin millet sahnede canını verecek, her oyunda oynarım sonuçta ben oyuncuyum deyip kişiliğini kimliğinin kapitalist düzenin çarklarına teslim edeceksin, ben alacağım paraya bakarım ne yapayım gidip de gecekonduda oturamam öyle ucuz çul çaput giyemem diyeceksin sonra da muhafaza-karlar gelince hayda bunlarda nereden çıktı diyeceksin.

E tabi böyle konuşmamak lazım, ne de olsa popülersiniz, yarın bir gün bir toplantıya, bir etkinliğe çağırıp halkımızın popüler insanlara koşarak geleceği anlayışını da düşünüp birbirimizin sırtını kaşımalıyız değil mi… şimdi tek tek ya da toplu halde holdinglerin, şirketlerin yüksek karlarla satmaya çalıştığı mal ve hizmetlerin reklamlarında oynarken acaba muhafaza-kar yöneticiye hayır demenin yanında nasıl bir muhalif, karşı duruş, mücadele sergilendiği sanılmaktadır. Bu nasıl bir travmadır, bu nasıl bir sarhoşluktur, bu nasıl bir afyonlanmadır, bir yandan burjuvazinin bir tarafının pazarlama, reklam, tanıtım bilmem ne elemanı olacaksın, diğer yandan da başka bir burjuvazinin muhafaza-kar yöneticisine karşı çıkacaksın ondan sonrada alkış bekleyeceksin, ne de olsa eskiden alkışla besleniyordu ya oyuncu, varsın beslenmese de en azından bu kadar azgın değillerdi eskiler! Gerçi onlarında sonradan çivileri çıktı, bir yanda çöpçü olup, bir yandan kapıcı olup sonrasında da liboş soytarılarının gümrük memuru olanları da gördük, kimileri de madenci olup, sonrada milliyetçilik bayrağına sarılanları da gördük, kimileri de bir zamanlar deli olup sonrada burjuva televizyonlarının envayi dizilerinde envayi şaklabanlıkları yapanları da gördük, bir zamanlar sözde en sosyal içerikli köylüsünün de işçi rollerinden, sonra ben oyuncuyum envayi çeşit oyunda oynarım, yönetmen nederse onu yaparım deyip memleketin en büyük filozofunu tayin eden liboşların soytarısı olan pamuk prensesleri de gördük, faşizmin nasıl bir devlet olduğunu güya memleketin nasıl kurtarıldığını uluyarak anlatmaya çalışan insan sesinden çok silah sesinin çok olduğu kurtçuklarla birlikte aynı dizileri paylaşan koca koca lafa geldi mi memleketin en büyük tiyatrocuları envasinin envayi okullarda hocalık yapıp sözde ideal oyunculuk dersleri verenlerin nasıl mafya babalarının soytarısı olduğunu da gördük.

Olan yine gerçekten tiyatroya amatör ya da profesyonel olarak oyunculuğundan, herhangi bir alandaki işçiliğinden dolayı gecesinin gündüzüne katıp sırf dünya görüşlerinden, sırf kimsenin adamı olmam, kralın soytarı ben değilim diyen birkaç samimi hayatları kırk kanat sırf tiyatroya adanmışlığıyla gırtlaklarını patlatanlara olmuştur ki her bir sahnede ya da sahne arkasındaki o tiyatronun işçilerine selam olsun. Burjuvazinin çanağından beslenen ve kendilerini tiyatrocu diye belleyenlere de nice muhafaza-kar yöneticiler dilerim.

Daha düne kadar emekli asker olmaktan gram ileri gidemeyen şimdilerde de üç beş sapır sapır saçma şahı yavuzu birbirine boca eden birilerinin lafıyla sözüyle mi oldu sanıyorsunuz bunca yaygaranın, askerden bozma birinin sözde sanatsal ilkeleri doğrultusunda mı oldubitti sanıyorsunuz, her şey… Birkaç yıl gerileri biraz daha gerilere gidelim bakalım ne oldu benziniz mi soldu nasıl nerelere liyakat esasıyla gelmediğiniz mi çıkacak ortaya yoksa e etme bulma dünyası gün ola harman ola bu işler böyle beyler bayanlar yemeyenin malını yerler misali sizler keyfe keder, televizyonlarda fink atarken o sırada birileri çoktan Amerikalardan icazetlerle parkları bahçeleri, okulları, üniversiteleri, sendikaları, dernekler, vakıfları, kamu kuruluşlarını sadece muhafaza-karlaştırmadırlar, envayi çeşit yeri çoktan zaptu rap altına aldılar.

Neyse ki çok şükür yeni tiyatrocularında çoğu dersine iyi çalışmışlar kimse merak etmesin bu rüzgârda eser biter, kimselerinde umurumda olmaz, iktidarlar ne diyorsa onu yapan, o takım senin bu takım ben futbolumu oynarım paramı alırım misali yeni yeni tiyatrocular da yeni yeni sahnelere çıkar oldu nicedir, onun için muhafaza-kar yöneticiler keyiflerine baksınlar, çokta sokağa aldırmasındalar.

Bu eylemler, bu mitingler, bu festival, panayır havasından öteye gitmez kimse öyle Nirvana’ya ulaşacakmışçasına uçmaya kalmasınlar. Sen oynamazsan oynayan bulunur ey ahali! Memlekette tiyatro okulumu yok, memlekette tiyatoracı mı yok. Çözüm hazır “fabrikam var, 50 tane de işçim var, otuz sekizi sendikalı olmuş, attım işten, çağırdım emekli işçileri çalıştırıyorum” diyor patron haberiniz var mı taaa orada değil başkentin göbeğinde, senin tiyatronun idealine mi bakacak tabi ki muhafazasına ve karına bakacak.


Tiyatroyu toplumun aydınlanması, gelişmesi, ufkunu genişlemesi, en küçük sanatsal gıda alması, insanın insanı ve doğayı sömürüsünü bellettiren her oyuna, her oyuncuya, her tiyatro emekçisine selam olsun.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
17.05.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder