MUHAFAZA-KAR YÖNETİCİLİ TİYATORAYA KARŞI
MUHAFAZAKÂR OLMADIĞINI İDDİA EDEN TİYATRO OYUNCUSUNUN DURUŞU ÜSTÜNE
Öncelikle
“OLMAYACAK “SOL LİBERALİZM” YA DA “LİBERAL SOL” A ÂMİN DENMEZ “SOL LİBERALİZM”
YA DA “LİBERAL SOL” KAPİTALİZMİN ÖMRÜNÜ UZATMAYA YARAR” adlı makalemde
açıkladığım için “liberal sol” denilen kavram üzerinde fazla durmayacağım.
Dolaysıyla da zorlama ya da moda tabiriyle “liberal sol” kavramını kabul
etmiyorum. Sol kavramının liberal, islam, milliyetçi, ulusal, Kemalist vs gibi kavramlara
da eklemlenmesini doğru bulmuyorum. Keza sol kavramını salt dar anlamıyla Fransız
ihtilalinde sol tarafta oturanlar türünden de ele almanın da sol kavramının
içerini doldurmak da yeterli bulmuyorum. Ayrıca da sol’un komünizmin çocukluk
hastalığı olduğu gerçeğini de yadsımıyorum. Sol kavramını sadece yaygın anlamı
üzerinden sosyalistleri, komünistleri, devrimcileri işaret etme anlamında dahi
olsa kabul ederekten sola devam edelim. “liberal sol” diye tariflenenlerin de
bu manada sol olmadığını kabul ederek bu iki kavramın yan yana gelmesinin solun
içini boşaltmaya yönelik bir hamle olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla da bu
kavramı dillendirmenin sola çokta bir faydası olmayacaktır. Henüz toplumumuzun
geniş kesimlerinin hale hazırda daha solun ne olduğunu bile tam olarak
kavramadığı bir coğrafyada liberal, islamcı, milliyetçi, ulusal, Kemalist sol
kavramlarıyla eklemlendirmenin sadece solun kendisinin kitleler nezdinde kan
kaybı yaratacağı düşüncesindeyim.
Bundan
yirmi yıl öncesinde pek çok kişinin puşiyle dolaştığı bir coğrafyadayken birden
bire puşileri bir kenara bırakıp kravata sarılınınca senin değerlerini sen boş
bırakınca illaki birileri sahiplenme üzerinden içini boşalmaya başlasa da puşi
davası üzerinden on yıllar ceza alanlarda ortada durmakta. Sonrasında birden
bire puşinin kendi değeri olduğunu anlayanlara da selam olsun. Bu örnek
özellikle Anadolu ve Mezopotamya’da yaşamış ve pek çok direniş, mücadele,
savaşım örneği yanında edebi, sanatsal, kültürel değerler üretmiş olan Kızılbaş
Alevi önderleri, ozanları, şairleri, vs içinde geçerlidir. Devamla birlikte bu
coğrafyadaki devrimci liderlerin bir dönemler kimi çevrelerce neredeyse
unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde dizilerle burjuvazi onlara da rant amaçlı
sahip çıkmıştır. Şimdilerde de bol bol özellikle sosyalizm denemeleri yapmış
ideologlara, devrimci önderlere, devrimi gerçekleştirmiş olanlara bol bol
eleştiri adında küfür etmeninde sevap sayıldığı değersizleştirme bakalım yakın
gelecekte burjuvazinin dikkatini çekecek mi… Kısacası kendi değerlerine sahip
çıkmayanların değerleri zamanla egemenlerin, hakim güçlerin içini boşaltmak ve
kendilerine yeni rant kapıları açmak için yeni malzemeler olması o değerlere
gerçekten sahip çıkması gerekenlerin çıkmamasındandır esasında. Solun başına
sonuna sömürenlerin, ezenlerin felsefi, kültürel, ideolojik, politik
kavramlarını eklemlendirmek sadece sola saldırı, içini boşaltma, zamanla da
kişiliksizleştirme ve kimliksizleştirme amaçlıdır. Sözde ideolojisiz bir toplum
yaratma adı altında sol düşünceye ait ne varsa onu bertaraf etme imha etme
konsepti yatmaktadır.
Devamla
birlikte “liberal sol” mevcut sistemin şimdilerdeki yönetenlerinin kuyruğuna
takılması, desteklemesine hayıflanmanın sol adına çok fazla bir anlamı yok,
çünkü “liberal sol” diye bir şey olmaz, olamaz. Ama illa kırk gün birilerine
sen “liberal sol ”sun denirse de “liberal sol” olursa kimse şaşmasın!
Liberaller her zaman sömüren, ezen bir sistem içinde iktidardadır, iktidarın
yanındadır, iktidarı destekler bunda şok olacak şaşıracak hiçbir şey yok.
Mevcut
sistemin günümüzdeki yönetici kadrolarının “muhafaza-kar ”lığı üzerinden
icraatlarına dönük yapılan eleştirilerde devletçi parti eleştirisinden öteye
gitmemektedir. Devletçi parti devleti kuran ve devamlılığını esas alan bugün
muhalefette olan ya da şimdilerde iktidarda olanların yarın muhalefette olan
partileri arasında çok fazla bir fark söz konusu değildir. Halen bu coğrafyada
yapay olarak üretilen ve topluma sunulan iktidar ve muhalefet partilerin
arasında adeta çok büyük çelişkiler, ayrılıklar varmışçasına herhangi bir
konuya bakarken iktidarcı ya da muhalifçe bakış açılarının geliştirilmesinin
herhangi bir takımın taraftarları arasındaki söz düellolarının ya da laf
dalaşlarından çokta farklı olmadığı halen pek çok çevre tarafından
anlaşılmamaktadır. Elbette bunda burjuva eğitimin halen sosyalist dahi olsa o
sabahları, öğlenleri okunan andımız ve marşların bilinçaltındaki etkisi
azımsanmayacak kadar yoğundur. Resmi ideoloji her ne kadar mevcut sisteme
muhalif gibi duran pek çok sosyalist çevrenin beynine öylesine kazınmıştır ki
pek çok sözde muhalif hareket, söz ve davranışlarıyla onun etkisi kolay kolay
atılamaz.
Aslında “DİZİ DİZİ GASP, DİZİ DİZİ HIRSIZLIK, DİZİ
DİZİ CİNAYET” başlıklı makalemde de kısacada olsa değindiysem de yine gündemden
eksik olmayan bu oyunculuk meselesine burada da değineceğim.
“Muhafaza-kar”lar
“sanata da el atmış ve orada da kendilerine göre uygulamalar yapmaktalarmış”,
elbette bundan doğal ne olabilir ki. Ne bekleniyordu hem muhafazacı hem de
karcı olacaksın yani muhafaza-kar olacaksın ve hem de mevcut sistemin yöneteni
olacaksın sanata el atmayacak mısın, oraya da atar buraya da bunu garipsemenin,
buna şaşmanın çoktan bilmem kaç istasyon ilerde olan trene bakmanın çok da bir
anlamı yok, tren kalkalı çok oldu ne kadar bakılsa da trenin kıçındaki
vagonları bile görmek mümkün değil. Günümüzde gerçekleştirilen, projeler,
planlar, programlar adeta salt günümüze has uygulamalarmış gibi
şaşkol(y)ozlaşmak ancak tarih, siyaset, bilmemekle ilgili olsa gerek.
Sanki
yıllardır özel ya da devlet tiyatrolarında sol, sosyalist, komünist, devrimci
oyunlar geceli gündüzlü peşi sıra sahneye konuluyormuş da şimdilerde vay
efendim sen nasıl falan göre filan kişiyi ya da oyunculukla, tiyatroyla ilgisi
olmayan birini getirirsin diye veryansın etmek yıllarca bu coğrafyanın nasıl
bir faşizmle yönetildiğini görmezden gelmektir. Bir yandan hepsi olmasa da pek
çoğu burjuvazinin medyalarında programlar, diziler, sinemalarda da yine
holdinglerin sponsorluğuyla filmlerde oynayanların tüh vah etmesini anlamak zor
değil. hemen yarından tezi yok içinin
beşinin bu televizyonlardan ya da bu film şirketlerinden küçücük dahi
roller alsınlar ceplerine de üç beş kuruş girsin bakalım hangisi özel ya da
devlet tiyatroları nasıl yönetiliyormuş kimler başına getiriliyormuş acaba
dönüp de bakarlar mı… Düne kadar bu kadrolarda adeta krallık, kraliçelik gibi
oturdular mı kalkmayan, ya da kalkarlarsa en yakınlarının oturduğu koltuğa
şimdilerde “muhafaza-kar” birilerinin oturmasına hayıflanmaktalar birileri, az
yiyin de bir hizmetçi tutun lafı hoş olmadı buraya ama neyse. Yıllardır aklınız
fikriniz neredeydi diye adama sorarlar. Onca akademik ya da alaylı oyuncu
yetişip sonra gerçekten pek çoğu samimi ideallerle oyunculuk yapmak isterlerken
“akıllı ol kapağı at bir filme, küçük büyük fark etmez, oradan arada birde bir
iki tiyatro oyunu, pat bakmışsın cillop gibi birde reklamda oynamışsın, ondan
sonra her şey bal kaymak”, “politik tiyatroda neymiş, sinemada neymiş, sen işin
parasına bak, zaten kaç yıl yapabilirsin ki bu işi”, daha eskiden de “ herhangi
bir yönetmen ya da yapımcı ayarladın mı daha da sırtın yere gelmez” gibi nice
öğütler. Gerçekten oyunculuğu tiyatroyu yıllardır hem idealleri uğruna hem
toplumla hem kendi derdini hem de toplumun derdinin paylaşmaya çalışan
tiyatrolar teker teker kapanırken ya da seyirci bulmak da kılı kırk yararken
beyler, hanımlar neredeydiniz demezler mi, bakınız yıllar öncesine küçücük bir
krizde birden bire pornografiye kayan bir sinema sektörü daha dün gibi orada,
gerçi sonradan kaydı yerlerde pornografi olmasa da toplumu daha da
kişiliksizleştiren sözde sosyal içerikli filmler furyası, hemen ardından küfür
edebiyatı üzerinden gelişen komediler furyası, o da yetmedi ardında bol paralı
hem de reklam figürleri olan dizilerde oynamalar, hangi tiyatrodan bahsediyoruz
pardon!
Televizyonlardaki
programlardan, dizilerden aldıklarıyla yan gelip yatanlar tiyatronun nereye
gittiğinin ve tiyatronun bir toplumun aydınlanmasında, ilerlemesinde ne denli önemli
olduğunu bile bile sırtını dönenler e ne oldu “muhafaza-kar” yöneticiler
geliyor başımıza mı diyor ne bekliyordunuz, iktidarı muhafaza-kar olanın
kadroları da yöneticileri de muhafaza-kar olur.
Sosyalistler,
komünistler, devrimciler, solcular, demokratlar kılı kırk yararak gece gündüz
mevcut sistemin insanın insanı ve doğayı sömürmesine karşı, üretici güçlerle
mücadele ederken pek çokları o gala senin, bu kokteyl benim, yok falan iktidar
yöneticisi çağırdı, yok falan televizyon çağırdı hadi koşa koşa laklağa, kakara
kikiriye ve sonrada habire muhafaza-kar iktidarlar gelir habire onlarında
muhafaza-kar yöneticileri gelir soytarı yerine koyarlar. Üretici güçlerin küçük
bir talebine bile yüzlerce tutuklamayla karşılık verirken, ezilenlerin, inkâr
edilenlerin geceli gündüzlü cezalandırıldı bir toplumda 150 binleri aşan
tutuklamaların, çoluk çocuk yetişkin demeden katledilenlerin, artık açık açık
faili meşhulsuz cinayetlerin olduğu, elli kişilik fabrikada otuz sekiz kişinin
sendikalı olur olmaz işten atılmayı bırak günaşırı gözaltına alındığı, aylarca
çalışıp çalışıp en düşük ücretten de olsa maaşlarını alamayan işçilerin,
çoluğun çoğun üzerine bombalar yağdırıp “terörist” diye katledilenlerin sırf Kürt
olmalarından dolayı her türlü insanlık dışı muamele maruz kalanların, cayır
cayır yakıp yakanların ellerini kollarını sallaya sallaya gezdiği sözde
yargılamalarının zaman aşımına uğradığı halen bugün yarın yeni soykırımlarla yüz
yüze kalacak olan Alevilerin olduğu, sokak ortasında geliyorum kafanı beynini
paramparça edeceğim diyen katillerin hala Ermenileri öldürdüğü, daha dün hes
inşaatlarında ölen işçilerin odluğu, sokak ortasında otuz kırk bıçak darbesiyle
kadınların öldürüldüğü bir coğrafyada vay efendim tiyatromuza muhafaza-kar yönetici
istemezük! Oldu gözlerim doldu diyordur egemenler! Tiyatroda neymiş ki, bizim
bildiğimiz Hacivat karagöz o da padişah efendimizi ve çevresine dil uzatmayın
cinsinden olacaksa, bizim bildiğimiz ramazanlarda ortada kuyu sen kaç ben
tutuyum cinsinden ortaoyunculuktur, o da yetmez de falan memleketlerden
sirkleri getiririz alsana oyun, oyuncak, tiyatro! Ey ahali bunlar on yıllardır
bu memlekette yapılıyor. Bugün belediyelerin tiyatrolarında neler yapılıyor
haberiniz var mı, bugün tiyatro öğrencisi mezun oluncaya kadar neredeyse orta halli
bir ev parasına mezun olduğunu, kamyon kamyon tacizlere maruz kaldığını
herhalde bileniniz yoktur, yetmez ama durun bir kere daha evet diyelim! Mezun
olduktan sonra acaba hangi bakan hangi milletvekili ya da belediye başkanı ya
da parti yöneticisinin torpilleriyle hangi tiyatro olursa olsun “show devam
etmeli, ben oyuncuyum her oyunda oynarım” soytarılığına düştüğünüzden haberiniz
vardır herhalde ahali! Yıllardır cumhuriyetin Kemalist ucuz sözde sol argümanlı
ne odluğu belli olmayan ve toplumdan uzak elitize olmuş tamamen uydurma bir
sınıf olan orta sınıfa has oyunların sahnelendiği, arada bir İngiliz, Fransız,
alman, Rus tiyatrolarından o da aman millet ayaklanmasın, isyan etmesin,
örgütlenmesin ama adı sol oyunlar olan oyunlarla tiyatro denilen kumpas
bugünlere gelmedi mi… düne kadar baron ve baroneslerin elinde tamamen tek
tipçi, tek dilci, tek milletçi, tek devletçi, tek dinci, tek ideolojiden, tek
politikadan bahisli tiyatrolar sinemalar olmadı da şimdi vah vah tüh tüh
sinekten yağ çıkartma misali tiyatroların başına muhafaza-kar yönetici
getiriliyor diye mi veryansın ediliyor…
Gelmiş
geçmiş kültürsüz, sanatsız, bilimsiz, edebiyatsız, yöneticiler en üstten en
alta kadar ne kadar toplumda tiyatroların elitlerin gidip geldiği yerler
imajını ne kadar kırabildiniz de bu çığlık yeri göğü inletiyor!
Hemen
o muhafaza-kar dediğiniz kesimlerin ya da demokrat dediğiniz kesimlerin
televizyon kanallarına dönüp bir bakım kimler orada dizilerde oynuyor, kimler
reklamlarda oynuyor, kimler o paparazzi senin bu senin koşturan kimler, sırf
popüler diye hiçbir oyunculuk yeteneği olmayan uvertür bile olmayanlarla koca
koca oyunculuğun altından girmiş üstünden çıkmışlarla yan yana getirilmeyi
kabul edenler kimler… Geçmişte küçümsenilen hatta yan yana bile gelmeye utananların
olduğu yakın geçmişten günümüze arabesk-çilerle filmlerde boy gösteren “ömrünü tiyatroya
vermiş olanlar” acımızdan mı ölseydik ne yapalım başka yapacak işimiz yok
yaptık, e ne kaldı senin e bende emir kuluyum ne yapayım verdim cereyanı
diyenden ne farkınız kaldı! Rosenbergler ölmemeli evet ölmemeli, ama Hrantlarda
ölmemeli, Sivas’taki canlarda ölmemeli, Uğurlarda Eneslerde ölmemeli, Roboskilerde
ölmemeli ve daha niceler…
Özel
mülkiyetçiliğin bu kadar yaygınlaştığı tüketim toplumunun bu kadar toplumun her
köşesine sirayet ettiği bir yerde hem “tiyatoracı” olacaksın hem de
burjuvazinin envayi çeşit mal ve hizmetinin pazarlanmasında alametifarikalarını
parçası olan pazarlama figüranları olacaksın hadi damarımızda az da olsa
birazcık atadan dededen kalma solculuk var vay efendim tiyatroların baştacına
muhafaza-kar yöneticiler gelecek diye yandım anam diye nara atacaksın.
Ebetteki
bu belaların tek sorumlusu tiyatrocular değil! Son yirmi yılda olup biten
sanat, edebiyat, sinema, tiyatro tartışmalarında her geçen gün show devam
etmeli diyeceksin millet sahnede canını verecek, her oyunda oynarım sonuçta ben
oyuncuyum deyip kişiliğini kimliğinin kapitalist düzenin çarklarına teslim
edeceksin, ben alacağım paraya bakarım ne yapayım gidip de gecekonduda oturamam
öyle ucuz çul çaput giyemem diyeceksin sonra da muhafaza-karlar gelince hayda
bunlarda nereden çıktı diyeceksin.
E
tabi böyle konuşmamak lazım, ne de olsa popülersiniz, yarın bir gün bir
toplantıya, bir etkinliğe çağırıp halkımızın popüler insanlara koşarak geleceği
anlayışını da düşünüp birbirimizin sırtını kaşımalıyız değil mi… şimdi tek tek
ya da toplu halde holdinglerin, şirketlerin yüksek karlarla satmaya çalıştığı
mal ve hizmetlerin reklamlarında oynarken acaba muhafaza-kar yöneticiye hayır
demenin yanında nasıl bir muhalif, karşı duruş, mücadele sergilendiği
sanılmaktadır. Bu nasıl bir travmadır, bu nasıl bir sarhoşluktur, bu nasıl bir
afyonlanmadır, bir yandan burjuvazinin bir tarafının pazarlama, reklam, tanıtım
bilmem ne elemanı olacaksın, diğer yandan da başka bir burjuvazinin
muhafaza-kar yöneticisine karşı çıkacaksın ondan sonrada alkış bekleyeceksin,
ne de olsa eskiden alkışla besleniyordu ya oyuncu, varsın beslenmese de en
azından bu kadar azgın değillerdi eskiler! Gerçi onlarında sonradan çivileri çıktı,
bir yanda çöpçü olup, bir yandan kapıcı olup sonrasında da liboş soytarılarının
gümrük memuru olanları da gördük, kimileri de madenci olup, sonrada
milliyetçilik bayrağına sarılanları da gördük, kimileri de bir zamanlar deli
olup sonrada burjuva televizyonlarının envayi dizilerinde envayi
şaklabanlıkları yapanları da gördük, bir zamanlar sözde en sosyal içerikli
köylüsünün de işçi rollerinden, sonra ben oyuncuyum envayi çeşit oyunda
oynarım, yönetmen nederse onu yaparım deyip memleketin en büyük filozofunu
tayin eden liboşların soytarısı olan pamuk prensesleri de gördük, faşizmin
nasıl bir devlet olduğunu güya memleketin nasıl kurtarıldığını uluyarak
anlatmaya çalışan insan sesinden çok silah sesinin çok olduğu kurtçuklarla
birlikte aynı dizileri paylaşan koca koca lafa geldi mi memleketin en büyük
tiyatrocuları envasinin envayi okullarda hocalık yapıp sözde ideal oyunculuk
dersleri verenlerin nasıl mafya babalarının soytarısı olduğunu da gördük.
Olan
yine gerçekten tiyatroya amatör ya da profesyonel olarak oyunculuğundan,
herhangi bir alandaki işçiliğinden dolayı gecesinin gündüzüne katıp sırf dünya
görüşlerinden, sırf kimsenin adamı olmam, kralın soytarı ben değilim diyen
birkaç samimi hayatları kırk kanat sırf tiyatroya adanmışlığıyla gırtlaklarını
patlatanlara olmuştur ki her bir sahnede ya da sahne arkasındaki o tiyatronun
işçilerine selam olsun. Burjuvazinin çanağından beslenen ve kendilerini
tiyatrocu diye belleyenlere de nice muhafaza-kar yöneticiler dilerim.
Daha
düne kadar emekli asker olmaktan gram ileri gidemeyen şimdilerde de üç beş sapır
sapır saçma şahı yavuzu birbirine boca eden birilerinin lafıyla sözüyle mi oldu
sanıyorsunuz bunca yaygaranın, askerden bozma birinin sözde sanatsal ilkeleri
doğrultusunda mı oldubitti sanıyorsunuz, her şey… Birkaç yıl gerileri biraz
daha gerilere gidelim bakalım ne oldu benziniz mi soldu nasıl nerelere liyakat
esasıyla gelmediğiniz mi çıkacak ortaya yoksa e etme bulma dünyası gün ola
harman ola bu işler böyle beyler bayanlar yemeyenin malını yerler misali sizler
keyfe keder, televizyonlarda fink atarken o sırada birileri çoktan Amerikalardan
icazetlerle parkları bahçeleri, okulları, üniversiteleri, sendikaları,
dernekler, vakıfları, kamu kuruluşlarını sadece muhafaza-karlaştırmadırlar,
envayi çeşit yeri çoktan zaptu rap altına aldılar.
Neyse
ki çok şükür yeni tiyatrocularında çoğu dersine iyi çalışmışlar kimse merak
etmesin bu rüzgârda eser biter, kimselerinde umurumda olmaz, iktidarlar ne
diyorsa onu yapan, o takım senin bu takım ben futbolumu oynarım paramı alırım
misali yeni yeni tiyatrocular da yeni yeni sahnelere çıkar oldu nicedir, onun
için muhafaza-kar yöneticiler keyiflerine baksınlar, çokta sokağa aldırmasındalar.
Bu
eylemler, bu mitingler, bu festival, panayır havasından öteye gitmez kimse öyle
Nirvana’ya ulaşacakmışçasına uçmaya kalmasınlar. Sen oynamazsan oynayan bulunur
ey ahali! Memlekette tiyatro okulumu yok, memlekette tiyatoracı mı yok. Çözüm hazır
“fabrikam var, 50 tane de işçim var, otuz sekizi sendikalı olmuş, attım işten,
çağırdım emekli işçileri çalıştırıyorum” diyor patron haberiniz var mı taaa orada
değil başkentin göbeğinde, senin tiyatronun idealine mi bakacak tabi ki
muhafazasına ve karına bakacak.
Tiyatroyu
toplumun aydınlanması, gelişmesi, ufkunu genişlemesi, en küçük sanatsal gıda
alması, insanın insanı ve doğayı sömürüsünü bellettiren her oyuna, her
oyuncuya, her tiyatro emekçisine selam olsun.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
17.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder