16 Şubat 2016 Salı

SENDİKALARIN EYLEM YÖNTEMLERİ VE SONUÇSUZLUĞUN SONUCU ÜSTÜNE

“ Dünyada ilk defa görülen eylem türlerine imza atarak "Öğle Tatilinde İş Bırakma Eylemi" düzenleyen memur-sen, Ramazan ayında açlık grevi ve gece 23.00 ve 07.00 arasında uyuma eylemlerine hazırlanıyor. “

Öncelikle memur-sen bir sendika değildir, bir “kurumdur”! Bundan ne kastettiğimi memur-sen’i sendika sananlar anlamaz, ama memur-sen’in kendisi çok iyi anlar. Sendika başka bir şeydir, kurum başka bir şeydir. Dolayısıyla sendika olmayan bir “kurum”dan herhangi bir şekilde muhalif eylem beklemek doğru değildir, kaldı ki eylem de yapsa, eylem kararı da alsa, unutulmamalıdır ki mevcut sistemin sınırları dışına çıkamayan, çıkmakta istemeyen, mevcut sistemin esasın meşruiyeti için varlıklarını devam ettiren pek çok “kurum”dan sadece bir tanesi olan memur-sen’in eylem yapmasını, eylem kararı almasını beklemeyin ve bu tür söylemleri de eylem sınıflandırmasına sokmayın.

memur-sen eylem yapıyor hem de çok güzel eylemler yapıyor! bakınız Suriye’deki sözde muhalifleri destekleme eylemi yapıyor, “hadi bir an evvel boşaltın Suriye’yi abim amerika’dan gelecek” diyen ev sahipleri gibi kapıya yakın olan Diyarbakır’da kimlerle hangi platformu oluşturmuşlar asıl siz ona bakınız!

Öğle tatilinde iş bırakma eylemi de olsa, ramazanda açlık grevi de olsa, 23.00,07:00’de uyuma eylemi de olsa “eylem eylemdir” denilip eylemden sayılmaz bunlar, işin esprisi ya da karikatürü yapılacak mizah türünde olsun memur-sen’le Suriye’nin işgali arasındaki ilişki nedir bunu önce inceleyelim, memur-sen’i kimlerle hangi platformda gördüğünüzde memur-sen’in eylemlerini ciddiye alırsınız! Örneğin Diyarbakır’da yapılan Suriyeli sözde muhaliflerle dayanışma eyleminde hangi dernek, parti, sendikalarla birlikte bu eylemi gerçekleştirmişlerdir, bakınız !!! Ondan sonra bu dalga geçtiğiniz, tiye aldığınız, basite aldığınız sendikanın ki değil “kurum”un eylem biçimlerini ondan sonra irdeleyiniz!

Ayrıca bundan sonra bu tarz eylemlere de her türlü çevre hazırlıklı olsun görülecektir ki bu tür eylemler daha artacaktır. Öyle kelli felli sol, demokrat bilmem neyim diyen sendikalarda bu tür eylemler yaptığında bugünleri sakın mumla aramayınız.

Memlekette hatırlarsanız ilk çiçekli, böcekli eylemler başladığında nasılda alay edilirdi, nasılda “bu nedir eylem mi yapıyorlar, soytarılık mı” denirdi, “eylem alanını panayır yerine çevirdiler bunlar da, düdükleriyle, renkli renkli çiçekli böcekli kıyafetleriyle, hoplamaları, zıplamalarıyla vs” kızılır, dalga geçilir, bıyık altından da gülünürdü, “yakışır mı bize bu tür şeyler” denirdi, ne oldu beyler, bayanlar, ey ahali! Ne oldu, geldik mi günümüze, oldu mu şimdi tüm eylemler, çiçekli, böcekli, oldu mu şimdi bütün eylemler hoplamalı zıplamalı, e! nerede kaldı o bıyık altından gülmeler… nerede kaldı “bu soytarılarda nereden çıktı” demeler, herkes her eylemde neredeyse bu tür komiklikler, şaklabanlıklar vs bekler oldu, hele hele de burjuva medyası, basını şak şak diye boy boy sanki eylem alanında başka kimse yokmuş gibi nerede palyaço, nerede yüzü gözü boyalı, nerede elinde çiçek böcek olan birileri varsa, koşa koşa eylemin ana gündemi, amacı vs sanki onların söyleyecekleri iki, üç cümleymiş gibi olmuyor mu… Tabi gazlı, coplu, sulu, boyalı sonuçlandığında o soytarıların, palyaçoların nedense haberleri üçüncü habere düşüyor o da üzücü bir durum tabi ki!

Kısacası memur-sen ezanda okusa, oruçta tutsa, öğlenleyin de eylem yapsa, gecede uyusa, açlık greviyle orucu bir yapsa vs vs  “eylem eylemdir” denerek değerlendirilmez, ayrıca da hiç merak etmeyin ezan okunurken eskiden bilen bilir, biz üniversite öğrendik önceden ne gördük ne de biliriz, bacak bacak üstüne atanlar bacaklarını indirir, ya da konuşanlar susardı genelde bunu da “ülkücüler, islamcılar”! yapardı ki kendince bir anlamı, önemi varda yapıyorlardı, ancak bizi çok fazla ilgilendirmezdi, bizi ilgilendirmemesi de onları da ilgilendirmezdi. Gel zaman git zaman şimdilerde kimi çevrelerde ezanla duruyor, ezanla hareket ediyor, ezanla yatıyor, ezanla kalkıyor! memur-sen daha çok bu memlekette ramazanda açlık grevi, geceleri de uyku eylemi, öğle tatillerinde de iş bırakma eylemi yapar ve bekleyin görün pek çok sendika, kurum, dernek, partide o yoldan eylem biçimlerini o yönde şekillendirmeye başlarlarsa hiç şaşırmayın. Sevk alarak, rapor alarak, izin alarak yapılan grevden, eylemin kerameti ne oldu ki memur-sen’in eylemi ne olsun !!! Arada çok da fazla bir fark yok uyanın uyanın ne sanıyorsunuz birisi dini argümanlı eylem yapıyor diye diğeri sevkleri raporla eylem yapıyor diye arada çok mu büyük fark diye düşünüyorsunuz, bir kere değil on kere daha düşünün bakalım hangisi daha ilerici, hangisi daha gerici eylem… Hangisi gerçekten emek sorunu çözecek, hangisi çözmeyecek, bir değil bin kere düşünün yıllardır yutturulan sözde işbirlikçi eylemlerden ne farkı var memur-sen’in eyleminin ya da diğer eylemlerin memur-sen’in eyleminden ne farkı var… Bugüne kadar yapılan eylemlerin hangisinden ne sonuç elde edildi de bundan sonra memur-sen’in eyleminden ne sonuç elde edilecek demeyin, çok şey elde edilecek, işbirlikçi sendikalara azda olsa içinde muhalif unsurlar taşıyorlarsa onlarda işbirlikçi olacaklar, nasıl mı çok kolay “dinde baskı olmaz!” da ondan.

Unutulmasın ki, faşizm her zaman emperyalistler, kapitalistler eliyle yapılmaz, onların yerli işbirlikçileriyle de yapılır. Ki o işbirlikçiler her zaman çeşitli milliyetçi, dinci, sermayedar, cemaat, tarikat vs olmaz. Ki bunlar artık modası geçmiş işbirlikçilerdir. Bu türden artık olanla işbirlikçiden sayılmıyor bile. Onlar artık öylesine içselleştirildi, öylesine mevcut sistem içine kadrolar düzeyinde yerleştirilip, özel mülkiyet sahibi yapıldılar ki artık onların işbirlikçiliği değil onların sistemin bizzat ana parçaları haline geldiler. Esas işbirliği hemen burnumuzun dibinde, hemen kapımızı açar açmaz, telefonumuzu açar açmaz, sokağa çıkar çıkmaz, herhangi bir muhalif eylemlilikte sözde sol adına, demokrasi adına, hemen yanı başımızdakiler öylesine bir işbirlikçilik içindedirler ki, eskilerin değimiyle bu ne revizyonizme, ne oportünizme, ne reformizme sığmakta adeta mevcut sistemin yasası, ana ya da baba yasası, kolluk güçleri, o kadar her şeyden eminler ki, o kadar rahatlar ki en küçük bir rahatsızlık yaşamaksızın önceden her şeyden bilgileri olduğundan hiç oturdukları yerden istiflerini bile bozmuyorlar. Hatta millet gazın, copun, suyun altında kalsın, sürüklensin, dayak yesin umurlarında bile değil, nasıl olsa biliyorlar, kim ne zaman bu eylemi bitirecek, kim ne zaman bu eylem sonrasında kimler alınacak, hepsi ama hepsi önceden biliniyor. Kimse sanmasın ki on dakika sürmesi gereken bir eylem on bir dakika sürer, kimse sanmasın ki şu güzergâhtan gidilirken başka bir güzergâhtan gidilir, her şey önceden konuşulur, pazarlığı yapılır, her şey tıpkı bir müsamere tarzında yapılır olur biter, evli evine köylü köyüne gider, fotoğraflarda çekilir, anılarda tazelenir, sonra, sonra mı yeni eylemlere, yeni mitinglere bakılır.

Eylem ve miting yapmak neredeyse bir bağımlılık halindedir artık toplumumuzda. Yakındır merak etmeyin ramazanda açlık grevi, öğle tatilinde iş bırakma, geceleri de uyuma eylemi o da yerini alır hiç merak etmeyin.

Neden mi böyle, bu bir tıkanmışlık, bu bir takıntı, bu bir saplantı, bu bir ayıbı kapama, bu bir kaçış, bu bir pasifleştirme, bu milyon tane şey de söylesek esasında kim ne derse desin ölümcül bir hastalıklı bir durumdur esasında. Bu hastalık tamamen devrimden kaçışın, devrimci mücadeleden, devrimci savaşımdan kaçışın sadece yollarından biridir. Bu şekilde üretici güçlerin, halkların muhalefet, gazı alınır, özellikle de işbirlikçi sol çevrelerin üzerinde yapılan ve az da olsa devrimci özelliği olan yapıları da pasifize eder ve oradan yavaş yavaş sistemin bizzat resmi kurumu niteliğindeki dernek, sendika, partilerle ittifaklar yapılarak eylem çağrıları yapılmaya çalışılır.

Tabi uzaktan davulun sessi hoş geldiğinden kimselerde bu tür el altından yapılan ittifakları görmez, duymaz, müdahalede edemez böylelikle!

Acaba bugün sol olduğu düşünülen sendikaların kaçının şubelerinin başkanları ya da yönetim kurulu üyeleri soldan yana bir şeyler bilmektedir, sendika dediğimizde sola dair bir şeyler anlaşılacakken artık, sendika denince meşru, sistem içi, sistemden dışarı çıkamayan ve sistem dışında taleplerde bulunmayan kurumlar akla gelmekte. Oysa sendika bu kadar basit bir kurum değil. Sendika üretici güçlerin ve halkların herhangi bir sosyalist parti içerisinde örgütlenmemesi, örgütlense bile frenlenmesi için yapılandırılmış olan kurumlardır. Memlekette neden sınıf bilinci gelişmiyor deniliyor, memlekette bunca sol, sosyalist, komünist parti var deniliyor ama sınıftan uzak deniliyor, e! güzel bir ülkede neredeyse bu partilerin bile sahip olmadığı bütçelere, partilerin bile sahip olmadığı, özel mülkiyete sahip olan sendikalar sendika olamaz. Bugün bu coğrafyada kaç sendikanın kaç tane kooperatifi var, bu kooperatiflerin kaçının hatta hepsinin arsa ve konut edindirme kooperatifi olduğunu bilen var mı, özel mülkiyet bataklığına saplanmış olan bir sınıf nasıl işçi sınıfı olacak ve nasıl kendi sınıf mücadelesini verecek, bu da ayrıca sorulması gereken bir soru. Bugün özellikle sendikaların pek çoğu neredeyse bir holding bütçesine sahiptir, mal varlıklarını listelemeye kalksak herhalde pek çok küçük, orta ölçekli sanayicinin malından daha çoktur. Yazlıklar, kışlıklar, devre mülkler, yurtiçi yurtdışı otellerde konaklamalar, ne için bunlar, iş ve işçi güvenliği, sağlığı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, rehabilitasyon, toplantı, eğitim, konferans, sendikal mücadele amaçlı çalışmalar evet, say say bitmez, tüm bu bütçeler, tüm bu oteller, devre mülkeler, yazlıklar, araziler hepsi ama hepsi gece gündüz sendikal mücadele için öyle mi!

Bugün sendika ağası diyelim, baron ya da baronesleri diyelim bulundukları bölgede bir sendika gibi çalışmaktan çok bir işletme, bir mafya, bir parti gibi çalışmaktadır kimileri. Sendika pek çok işi çevirmenin en önemli aracı haline gelmiştir. Hele arada birde eylemdi, mitingdi, grevdi oh! Değmeyin keyfine nasıl mücadele ettik nasıl direndik naraları gırla gider. Tabi sendikalara kolay kolay kimse dil uzatmaz çünkü kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez! Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan asla vazgeçilmez! Sendikalar neredeyse pek çok örgütün, partinin de aynı zamanda belli oranlarda maddi dayanaklarıdır, oralardan destekler alınır, yardımlar alınır, salonları kullanılır, dergiler, gazeteler abonelik yapılır, konserler, etkinlikler, eylem ve miting tertip komiteliği onlara verilir arkalarına da takıldın mı değmeyin keyfime! Sen benim sırtımı kaşı ben de seninkini!

Sendika kendi iş kollarındaki işçiler sendikalı olmak ister mi istemez mi hiç ama hiç merak etmez, gidip de kimsenin kapısını çalmaz, vay sen sendikalı niye değilsin, memleket ilo sözleşmesine imza atmış mı atmamış mı umurlarında değildir, işçiler işten çıkarılmış, iş katliamı yaşamışlar mı, aylarca maaşlarını almışlar mı almamışlar mı, vs çokta baron ve baroneslerin umurunda değildir. Nasıl olsa kongre delegeleri ellerinin altında tespih tanesidir, diledikleri anda diledikleri yönetimi getirirler, dilediklerini başkan seçerler, sonrada adı kongre yaptık, seçim yaptık olur, hatta buna demokrasi diyenlerde çıkar. Bu sadece sendikalarda mıdır, elbette hayır dernek, parti fark etmez, seçimler, kongreler, adaylar, seçilecekler önceden üç kişinin dudağının arasında belirlenir ve şaşmaz o kişiler seçilir, seçilenlerde genelde arka oda da ki üç kişinin has “adam”ıdır. Vay efendim sen bizim kurumumuza, dil uzattın, vay efendim sendikamıza, partimize dil uzattın diyenler, iyi bilmeli ki yazın yedikleri hurmalar kışın bir yerlerini tırmalarsa sakın bu da nereden çıktı demesinler!

Sendika, dernek, parti vs pek çok kurumun için işlemiş olan artık açık alenileşmiş olan işbirlikçiler aracılığıyla yapılan, yürütülen eylem, mitingler, toplantılar, etkinlikler sadece ve sadece mevcut sistemin izin verdiği ölçüde ve sınırlarda sözde muhaliflik adına, sözde hak arayışı adına gerçekleştirilmektedir, ayrıca tüm bu faaliyetler sadece ve sadece memlekette sözde demokrasi, özgürlük, eşitlik olduğunun göstergesidir, ne diyor egemen güçler “sistemimiz işliyor, kurumlarımız işliyor, bakın işte demokraside var, her türlü eylemde serbest, her türlü mitingde serbest, yüzlercesi hatta binlercesi yapılıyor, hangi partinin, hangi iktidar döneminde, hangi hükümet döneminde bu kadar çok miting, eylem vs yapıldı, kaç kişinin burnu kanadı, bakınız eski 1 mayıslara, eski nevrozlara, eski grevlere, bakınız, bir sürü insan ölürdü, bir sürü insan yakalanırdı, oysa şimdilerde, her şey serbest, çiçekler, kelebekler, kuşlar, şarkılar, türküler, ne güzel lay loylam, daha ne olsun memlekette ne istersiniz, bundan daha ileri de demokrasi mi var, vardı da biz mi getirmedik, almadık, yaptırmadık…” demiyor mu, derken de alay etmiyor mu…

Mevcut sistem içinde hangi dernek, parti, sendika vs olursa olsun hangisinde olduğumuz ya da olacağımız önemli değil ama avrupa birliğinin yaşadığımız coğrafya da istediği sosyal demokrat bir parti, anlayış, eylemlilik, muhalefet talebini memlekette iktidarıyla muhalefetiyle gerçekleştirilmeye çalışılıyor mu çalışılmıyor mu otur bir bakınız. Sayfa kaç mı sayfa numarasına gerek yok herkes burnunun ucuna baksın yeter!

 İşbirlikçi sözde sol, anlayışlar derneklerden, sendikalardan, partilerden kazınmadığı sürece insanın insanı ve doğayı sömürmesi devam edecektir, kırk bin parça bölünmüş ki bu bölünmüşte esasında yapaydır, çünkü var olan pek çok muhalif yapı sadece 5-10 kişiden oluşuyor, sanıldığının aksine kurumsal kişilikler, kimlikler sadece bir yada iki kişinin dudağına bakmaktadır ki bunun adı despotizmdir, demokrasi değildir. Mevcut sistem tarafından örülen ve bu duvarda tuğla olan işbirlikçi sözde sol çevreler, kişilikler yıkılmadığı sürece devrim ve sosyalizm mücadelesinde en önemli engellerden birine bodoslama çarpmış oluruz. İşbirlikçi sözde solla mücadele burjuvaziyle olan mücadeleye eşdeğerdir.

HASAN HÜSEYİN BEYDİL
21.05.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder