KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ VE
FELSEFESİ ÜSTÜNE
MUAVİYE
İSLAM TARİH ANLAYIŞI VE KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ
Yaşadığımız coğrafyada
Kızılbaş Aleviliği tarihi Türk-islamcı bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.
türk-islamcı zihniyetin kökleri osmanlının, emevilerden devraldığı emevi-sünni
anlayışına dayalıdır. emevi-sünni anlayışı ise Muhammedî islamı’nın tersine
muaviye islamı’nın ideolojik-politik anlayışının ta kendisidir. Yaşadığımız
coğrafyada mevcut sistemler Kızılbaş Aleviliği’i tarihine bakışta muaviye islamcı
bakışa sahiptir. Kızılbaş Aleviliği tarihine bakış açısında hıristiyan,
katolik, ortodoks ve protestan bakış açısı da aynıdır. muaviye islam bakışı ile
hıristiyan bakışı birbiriyle örtüşmektedir.
Muaviye islamı da hıristiyan
tarih anlayışının her ikisinde de Kızılbaş Aleviliği’ni“ sapkın bir mezhep”
olarak tanımlanmaktadır. Muaviye islamının devamı olan türk-islamcı tarih
anlayışı Kızılbaş Aleviliği’ni Hacı Bektaş Veli ile başlatmaktadır. Resmi
ideolojinin tarihçileri Hacı Bektaş Veli’nin Nakşibendi şeyhi olan sünni Ahmet
Yesevi’den el aldığını yazmaktadır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Her şeyden
önce Hacı Bektaş Veli ile Ahmet Yesevi aynı dönemde bile değildir, yani çağdaş
değiller. Hacı Bektaş Veli Baba İlyas’ın ikinci dereceden halifelerindendir ve
esas olarak Baba İshak’tan el almıştır.
Kim ya da kimler tarafından
olursa olsun Kızılbaş Aleviliği’ni muaviye islamına bağlayanlarla, Şiiliğe
bağlayanlar aynı düşünce sisteminin parçasıdır. Her iki tarafında bu
yaklaşımının ardında yatan inkâr, imha, asimilasyon ve sömürgeci mantıktır. Bu
mantık sömürgeci güçlerin sömürülen halklar üzerine uyguladığı genel bir
politikadır. Kızılbaş Alevileri’nin 12 imamlara olan sevgisi onların muaviye
islamı karşısındaki direnişleri ve katliamları kısacası Kızılbaş Alevileri mazlumların
yanında yer almasındandır. Kimi kesimlerce 12 imamlara olan sevgi ve saygıyı
dinsel bir olgu gibi ele alsa da esas olan onların muaviye islamı karşısında
sömürgeci sisteme karşı duruşlarıdır. Kaldı ki islam öncesi Kızılbaş Aleviliği
incelendiğinde bu konu daha net görülecektir. Kızılbaş Aleviliği her dönem ve
çağda ezilenlerin, sömürülenlerin ve mazlumların yanında yer almıştır.
Ali hareketi çeşitli
dönemlerde dönemin muaviye islamına karşı, devrimci hareketlere destek
vermiştir. Bu tavrıyla da dönemin devrimci hareketlerinden etkilendiği
doğrudur. Ali hareketi Muhammedî islamın bir parçasıdır. emeviler döneminde
muaviye islamına karşı Ali hareketi ve dönemin devrimci hareketleri ittifak
yapmıştır. Ezilenlerin ve sömürülenlerin yanında yer alan bu ittifak Devrimci Bâtınilerin
güçlenmesini sağlamıştır.
Devrimci Bâtınilerin
ezilenlerin sömürülenlerin haklarını muaviye islamına karşı savunması ve bunun
için mücadelesi egemen tarih anlayışı tarafından küçümsenmesi, günümüze kadar
devam eden muaviye islam devlet anlayışının sınıfsal bir tutumudur. Egemen
sömürgeci anlayışın ezilenlerin tarihinde Devrimci Batini direnişlerinin bu
denli yok sayılmasının arkasında muaviye islamı devlet ideolojisinin inkârcı
tavrıdır.
muaviye islam döneminde ortaya
çıkan bu inkâr ve imha tutumu bizans döneminde de hıristiyan ortodoks tutumda
da aynı karşılığı bulmuştur. Keza bu tutum günümüz Türk-islam merkezi
zihniyette ve onun tüm fraksiyonlarında da devam etmektedir. Özellikle bizans
döneminde Kızılbaş Aleviliği tarihinde bu yolda kahramanca savaşmış olan
Kızılbaş Alevi komutanlarından Hüseyin Gazi’yi, Battal Gazi’yi, Tahtacı
Sergius’u ve Pir Silvanius’u anmadan geçemeyiz. Kızılbaş Alevi tarihi açık ve
nettir sağa sola çekmeden nerede kimlere karşı ne için mücadele ettikleri de
onları inkâr ve imha edenlerin resmi tarihlerinde de ortadır bu gerçekleri
görmezden gelmek Kızılbaş Alevi tarihini değiştirmez.
Kızılbaş Aleviliği tarihinin
kökleri ortak yaşam, ortak mülkiyet toplum biçimine kadar eski ve köklüdür.
Kızılbaş Aleviliği düşünce sistemi doğrudan insan iradesiyle her dönem
kendisini yenileyerek sınıfsız bir toplumun gerçekleşmesi yolunda ortak yaşamı
ve ortak mülkiyeti savunan bir tarihe sahiptir.
Türk-islam tarih anlayışının
tersine selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde bizans’a karşı olan 1071’lerde
yerleşik olan Kızılbaş Alevileri ile ittifak yaptı. Gerçi bu ittifak daha sonra
ortak mülkiyeti, ortak yaşamı, ezilenlerin yanında yer alan Kızılbaş
Alevilerine karşı bizans ve hıristiyan selçukluların ortak saldırısını engellemedi.
İstanbul haçlı ordusu tarafından işgal edildiği dönemde selçuklular roma kilisesiyle
ittifak kurarak Kızılbaş Aleviliği hareketlerinden olan Babai Hareketine karşı
saldırıda bulundu. Bu muaviye islam zihniyetinin devamı olan selçuklularla
hristiyanların ittifakının altında yatan her ikisinin de ortak düşmanı saydığı
Babai Hareketinin sınıfsal niteliğinden dolayıdır. Mülk ortaklığını, sınırsız,
sınıfsız bir toplumu savunan Babai Hareketi hem hristiyanları hem de muaviye
islamcılarını ittifaka sürüklemiştir. Bu türden ittifaklar Kızılbaş Alevilerine
karşı her dönem oldu olmakta da.
Resmi ideolojinin türk-islamcı
tarihçileri her ne kadar ısrarla Kızılbaş Alevilerinin göçebe olduğunu iddia
etseler de bizans döneminde bile yerleşik toplum olarak yaşmaktadır Kızılbaş
Alevileri. Özellikle bizans ve Selçuklu kaynaklarına bakınız bu tarihsel
gerçeklik açık ve nettir. Asıl ona karşı imha amaçlı saldırgan tavır sergileyenler
göçebedir.
Genel olarak tarihin çeşitli
dönemlerine bakıldığın çok net bir farklılık vardır ve bu farklılık içinde
Kızılbaş Alevilerinin toplumsal duruşu ve düşünce sisteminin tarih boyunca
diğer sistemlerle arasındaki fark çok net görülmektedir. Batı ve doğu köleci toplum
sisteminde özellikle egemen sınıfların, sınıf ve tabakaları cinsiyetçilik
üzerinden köleci bir düşünce sistemini yeniden yaratmıştır, feodal toplum
döneminde sınıf ve tabakaların özellikle dinin baskısı altına aldığı, devamla
birlikte özellikle kana, soya, toprağa bağlılık esasından hareketle mevcut
devlete bağlılığın esası kendini ulus devletler olarak yeniden
yapılandırmıştır. Oysa Kızılbaş Aleviliği tam da tüm bu düşünce sistemleri
karşısında daima egemen sınıflı, iktidar temelli ulus devletlerine karşı
direnen bir tarihe sahiptir. Kızılbaş Alevi tarihinin en belirleyici unsurları,
kana, soya, toprağa, ulusa, sömürüye, sınıra, sınıfa, devlete, iktidara, dayalı
olan her türlü sistemi reddeden reddetmekle kalmayıp ona karşı mücadele eden
bir direniş tarihi bütünüdür.
KIZILBAŞ
ALEVİLİĞİ TEORİSİ VE PRATİĞİ
Kızılbaş Aleviliği’nin teorisi
ele alındığında en belirgin ilkesi insanın insanı ve doğayı sömürmediği bir
sistemdir. Bu sistem insanın insanla, insanın doğayla olan ilişkisinde
paylaşımın, üretimin, sevginin, kardeşliğin, ortak mülkiyetin, ortak yaşamın
esas alındığı temeline dayalıdır.
Günümüzde Aleviliği farklı
farklı tanımlamaya çalışan zihniyetler mevcuttur. Bu yaklaşımların çoğu Türk-islam
düşünce sisteminin ürünüdür. Özellikle bu mücadeleye önderlik etmiş olan Batini
Hareketi içinde yetişmiş olanlarla yetişmemiş olanlar karıştırılmaktadır, bu
karıştırma elbette boşuna değildir, bu yaklaşımın arkasında yatan Kızılbaş
Aleviliği’nin islamın bir mezhebi olduğu iddiasıdır. Bir diğer yaklaşım ise Kızılbaş
Aleviliği’ni dine bağlayarak tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak gören ilahiyat
yani teolojik yaklaşımdır. Bu tutum ise esasında Kızılbaş Aleviliği’ni dinsel
bir düşünce sistemi iddiasıyla onun toplumcu ideolojik sistemini bertaraf
etmeyi amaçlamaktadır. Kapitalist toplum içinde şekillenen milliyetçilik
yaklaşımlarıyla da ilişkilendirilmeye çalışılmıştır Kızılbaş Aleviliği.
Buradaki esas Kızılbaş Aleviliği tek ya da birkaç ulusa bağlayarak onun bütünsellikçe
yaklaşımını dağıtmak, parçalamaktır. Oysa Kızılbaş Aleviliğinin teorisi ve
pratiği yetmiş iki milletin kardeşliği temeline dayalıdır. Tek başına herhangi
bir ulusa indirgemek onu basitleştirmek onu parçalamaktır. Kızılbaş Aleviliği
tarihi, teorisi ve pratiği bu türden ulusal ayrımcılıkları her zaman elinin
tersiyle kaldırıp atmıştır. Devletçi, iktidarcı, sınıf ve cinsiyet ayrımcı
düşüncelerin karşısında duran Kızılbaş Aleviliği özünde komüncüdür. Kızılbaş
Aleviliği komünar toplum biçimi esas almaktadır. Bunu sosyal, kültürel,
felsefi, politik olarak her zaman her çağda savuna gelmiştir Kızılbaş
Aleviliği. Bu yaklaşımın en temel ortak paydası Kızılbaş Aleviliği’nin sınıflı
toplum biçimlerini ve ilişkilerini reddetmeleridir. Burjuva sınıfının
kapitalist sisteminin reddi son dönemdeki en temel yaklaşımıdır. Kızılbaş
Alevileri’nin katliamları, isyanları, ayaklanmaları özellikle bu sistem
karşısındaki direnişlerinden kaynaklanmaktadır. Kızılbaş Alevileri’nin
egemenler tarafından dayatılan din, mezhep, inanç, ritüeller vs sebeplerden
kaynaklı saldırılara uğramamaktadır bu saldırı ve katliamlar özünde bu
sınıfsız, devletsiz, iktidarsız toplum mücadelesidir. Kızılbaş Aleviliği’nde
üretim tarzı komünal üretim tarzıdır. Bu üretim tarzı insanın insanı ve doğayı
sömürüsünün ortadan kaldırıldığı bir tarzdır. Bu üretim tarzı sınıfsız bir
toplum esasına dayalıdır. Buradan hareketle Kızılbaş Aleviliği sınıflı toplum
ilişkileri ve biçimine karşı çıkışın ta kendisidir.
Kızılbaş Aleviliği insan ve
doğa üzerindeki her türlü egemenliğe, hegemonyaya, sömürüye, ayrımcılığa karşıdır.
Sınıf, cinsiyet, yaş, makam, mevki, her türlü ayrımcılığa karşıdır. Bunları
insanın parçalanması olarak kabul eder. İnsanın parçalanmasını ise her türlü
savaş, katliam, imha, yok oluş olarak kabul eder. Bu nedenledir ki Kızılbaş
Aleviliği sınıf-ırk-milliyet-cinsiyet-yaş ayrımına karşı çıkışın ta kendisidir.
Yöneten ve yönetilen ayrımına dayanan her türlü hiyerarşiye karşı çıkışın da ta
kendisidir Kızılbaş Aleviliği.
Kızılbaş Aleviliğini islamın
mezheplerinden saymak ya da tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak kabul etmek
tamamıyla ilahiyatçı bir yaklaşımdır ki bu anlayışı Kızılbaş Alevileri kendi
teori ve pratikleriyle reddedip bertaraf edebilir. Kızılbaş Aleviliği ne
ilahiyat ne de mistik bir dinsel anlayış olarak kabul edilemez bunun bu şekilde
savunulması Kızılbaş Aleviliği’nin sınıfsal-kültürel-felsefi özgün düşünce
sistemini yok etme eğilimidir.
Kızılbaş Aleviliği insanın
insan üzerindeki egemenliğine karşı çıkışın bir ürünü olarak cinsiyet ve yaş ayrımına
karşıdır. Bu ayrım insanın parçalanma biçimcilerinden bir tanesidir. Parçalanma
sınıflı toplum biçimi ve ilişkilerinin yeniden üretildiği bir toplumsal
yapılanma için uygun koşullar yaratmaktadır. Bu nedenle Kızılbaş Aleviliği aynı
zamanda ırk-milliyet-din ayrımına karşı çıkışın kendisidir. Yöneten yönetilen
ayrımına dayanan işbölümüne karşı çıkışın ise ta kendisidir.
Kızılbaş Aleviliği gerek
islamın mezhebi gerekse de tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak gören teolojik
yaklaşım doğrudan Kızılbaş Alevilerinin kendi görüşleri tarafından bertaraf edilebilir.
Kızılbaş Aleviliği teoloji veya mistik bir teoloji diyenler Kızılbaş
Aleviliğini sadece sınıfsal-egemen-kültürel ve dinsel kalıplar içinde algılayan
ve okuyan bir yaklaşıma sahiptirler.
KIZILBAŞ
ALEVİLİĞİ VE MATERYALİZM
Kızılbaş Aleviliği’nin
felsefesinin anlaşılmasının yolu ezilen sınıfların üretim içindeki yeri ve
üretim tarzının tarihsel ve toplumsal olarak durduğu yere bakılarak daha doğru
anlaşılacaktır.
Kızılbaş Aleviliği insanın
insana ve doğa bağlı olduğu evrensel insani değerler bütünüdür. İnsanı ve
doğayı sevmek ona saygı onun sömürüsüne karşı duruş temel ilkelerindendir.
Üretim tarzındaki ortaklaşma anlayışı insanın insanı ve doğayı sömürüsünün
reddine dayanır. Var olanların birliğini öne çıkaran bir düşünce sistemidir.
Derisi yüzülen Devrimci Seyid Nesimi’nin “insanın özü ruh değil maddedir. Ruh
maddenin bir niteliği, anlamı durumundadır,” deyişinde Kızılbaş Aleviliğinin
materyalist düşünce sistemiyle olan ilkesel bağı daha açık görülmektedir.
Nesimi ilerleyen aşamada tanrıtanımazlığını açıkça ortaya koymuştur.
Doğada ve evrende hiçbir şeyin
akıllı tasarım sonucu gerçekleşmedi, her şeyi bilen, her şeye hükmeden bir
mükemmellik söz konusu değildir. Batini Devrimci Komüncüler dönemin felsefe
okullarından mutezile okulundan daha ileri giden bir materyalist felsefe okulu
olmuştur. Devrimci Bâtıniler tam olarak materyalizmi savunmuşlardır.
Şeyh Bedreddin de Devrimci
Batini felsefesi gibi materyalizmi savunmuştur. Bu yaklaşımıyla Kızılbaş Alevi
direnişi içinde yer almıştır. Bu aşamada ilk geleneksel felsefe yaklaşımı
“vahdet-i vücut” (varlık birliği) esasına Beyazid-i Bistami ve Hallacı Mansur
savunmuştur.
Özelikle Hallacı Mansur’un
görüşüdür ki bu görüş de din kuralları söz konusu değildir. Dini düşüncelerde
özellikle insanla tanrı ayrı ayrı varlıklardır, daima tanrı yaratan insan
yaratılandır aynı düşünce sisteminde. Oysa Kızılbaş Aleviliği’nde böyle bir
sistem söz konusu değildir. Hallacı Mansur’un görüşleri incelendiğinde vahdet-i
mevcut esastır. Bu anlayış doğrudan ezilenlerin mücadelesini sömürüye karşı
savaşımı esas alan ideolojik bir sistemdir. Kızılbaş Aleviliği’nin temel
düşünce sistemini etkileyen Hallacı Mansur’un felsefesi de bu sistemin
esaslarına dayalıdır. Kızılbaş Alevi düşünce sistemi zulme, zalime karşı
birleştirici bir rol oynamaktadır. Tarih boyunca bizanstan, emeviler,
abbasiler, selçuklular osmanlıların ve son olarak cumhuriyetçi, devletçi,
iktidarcı, sınıf temelli sistemleri karşısındaki Kızılbaş Alevi mücadele tarihi
Kızılbaş Alevi teorisinin pratiğidir.
Kızılbaş Alevi yorumunun
sosyal, siyasal, kültürel, felsefi yaklaşımı insanın insanı ve doğayı
sömürüsünü reddeden ezilenlerin ideolojisidir.
Tüm bu yaklaşımlar Kızılbaş
Aleviliği’ni hem muaviye islamından hem de şii veya şia yaklaşımlarıyla
arasındaki temel farklardır.
Kızılbaş Aleviliği materyalist
ve toplumcu bir felsefeye sahiptir.
En temel ilkeleri tüm
insanlığın kardeşliği ve tüm malların eşit paylaşımıdır.
Canlı cansız tüm evren, doğa
ve insanlık maddesel ve zorunlu bir oluşumdur.
Evrende ne yaratan ne de
yaratılan yoktur.
Tüm bu ilkeler Kızılbaş Alevi
felsefesinin canlı cansız tüm evren insanın bilincinden bağımsız olarak
varolduğunu savunan materyalist bir düşünce sistemiyle örtüşmektedir.
Kızılbaş Aleviliği kapitalist
sistem içinde tüm diğer sınıflar içinde kendi duruşunu hissettirmeye devam
ediyor. Sosyal, kültürel, tarihsel, politik olarak da üretici güçlerin tarihsel
bir güç konumuna getirecektir. Bu da insanlığın kurtuluşunu sağlayacak
toplumsal bir gerçekliktir.
Evet, Hallacı Mansur, Seyid
Nesimi, Pir Sultan, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemaller,
Alişerler, Seyit Rızalar ve diğerler Kızılbaş Alevi önderleri yaşıyor!
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
07.12.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder