14 Şubat 2016 Pazar

KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ VE FELSEFESİ ÜSTÜNE

MUAVİYE İSLAM TARİH ANLAYIŞI VE KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ

Yaşadığımız coğrafyada Kızılbaş Aleviliği tarihi Türk-islamcı bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. türk-islamcı zihniyetin kökleri osmanlının, emevilerden devraldığı emevi-sünni anlayışına dayalıdır. emevi-sünni anlayışı ise Muhammedî islamı’nın tersine muaviye islamı’nın ideolojik-politik anlayışının ta kendisidir. Yaşadığımız coğrafyada mevcut sistemler Kızılbaş Aleviliği’i tarihine bakışta muaviye islamcı bakışa sahiptir. Kızılbaş Aleviliği tarihine bakış açısında hıristiyan, katolik, ortodoks ve protestan bakış açısı da aynıdır. muaviye islam bakışı ile hıristiyan bakışı birbiriyle örtüşmektedir.

Muaviye islamı da hıristiyan tarih anlayışının her ikisinde de Kızılbaş Aleviliği’ni“ sapkın bir mezhep” olarak tanımlanmaktadır. Muaviye islamının devamı olan türk-islamcı tarih anlayışı Kızılbaş Aleviliği’ni Hacı Bektaş Veli ile başlatmaktadır. Resmi ideolojinin tarihçileri Hacı Bektaş Veli’nin Nakşibendi şeyhi olan sünni Ahmet Yesevi’den el aldığını yazmaktadır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Her şeyden önce Hacı Bektaş Veli ile Ahmet Yesevi aynı dönemde bile değildir, yani çağdaş değiller. Hacı Bektaş Veli Baba İlyas’ın ikinci dereceden halifelerindendir ve esas olarak Baba İshak’tan el almıştır.

Kim ya da kimler tarafından olursa olsun Kızılbaş Aleviliği’ni muaviye islamına bağlayanlarla, Şiiliğe bağlayanlar aynı düşünce sisteminin parçasıdır. Her iki tarafında bu yaklaşımının ardında yatan inkâr, imha, asimilasyon ve sömürgeci mantıktır. Bu mantık sömürgeci güçlerin sömürülen halklar üzerine uyguladığı genel bir politikadır. Kızılbaş Alevileri’nin 12 imamlara olan sevgisi onların muaviye islamı karşısındaki direnişleri ve katliamları kısacası Kızılbaş Alevileri mazlumların yanında yer almasındandır. Kimi kesimlerce 12 imamlara olan sevgi ve saygıyı dinsel bir olgu gibi ele alsa da esas olan onların muaviye islamı karşısında sömürgeci sisteme karşı duruşlarıdır. Kaldı ki islam öncesi Kızılbaş Aleviliği incelendiğinde bu konu daha net görülecektir. Kızılbaş Aleviliği her dönem ve çağda ezilenlerin, sömürülenlerin ve mazlumların yanında yer almıştır.

Ali hareketi çeşitli dönemlerde dönemin muaviye islamına karşı, devrimci hareketlere destek vermiştir. Bu tavrıyla da dönemin devrimci hareketlerinden etkilendiği doğrudur. Ali hareketi Muhammedî islamın bir parçasıdır. emeviler döneminde muaviye islamına karşı Ali hareketi ve dönemin devrimci hareketleri ittifak yapmıştır. Ezilenlerin ve sömürülenlerin yanında yer alan bu ittifak Devrimci Bâtınilerin güçlenmesini sağlamıştır.

Devrimci Bâtınilerin ezilenlerin sömürülenlerin haklarını muaviye islamına karşı savunması ve bunun için mücadelesi egemen tarih anlayışı tarafından küçümsenmesi, günümüze kadar devam eden muaviye islam devlet anlayışının sınıfsal bir tutumudur. Egemen sömürgeci anlayışın ezilenlerin tarihinde Devrimci Batini direnişlerinin bu denli yok sayılmasının arkasında muaviye islamı devlet ideolojisinin inkârcı tavrıdır.

muaviye islam döneminde ortaya çıkan bu inkâr ve imha tutumu bizans döneminde de hıristiyan ortodoks tutumda da aynı karşılığı bulmuştur. Keza bu tutum günümüz Türk-islam merkezi zihniyette ve onun tüm fraksiyonlarında da devam etmektedir. Özellikle bizans döneminde Kızılbaş Aleviliği tarihinde bu yolda kahramanca savaşmış olan Kızılbaş Alevi komutanlarından Hüseyin Gazi’yi, Battal Gazi’yi, Tahtacı Sergius’u ve Pir Silvanius’u anmadan geçemeyiz. Kızılbaş Alevi tarihi açık ve nettir sağa sola çekmeden nerede kimlere karşı ne için mücadele ettikleri de onları inkâr ve imha edenlerin resmi tarihlerinde de ortadır bu gerçekleri görmezden gelmek Kızılbaş Alevi tarihini değiştirmez.

Kızılbaş Aleviliği tarihinin kökleri ortak yaşam, ortak mülkiyet toplum biçimine kadar eski ve köklüdür. Kızılbaş Aleviliği düşünce sistemi doğrudan insan iradesiyle her dönem kendisini yenileyerek sınıfsız bir toplumun gerçekleşmesi yolunda ortak yaşamı ve ortak mülkiyeti savunan bir tarihe sahiptir.

Türk-islam tarih anlayışının tersine selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde bizans’a karşı olan 1071’lerde yerleşik olan Kızılbaş Alevileri ile ittifak yaptı. Gerçi bu ittifak daha sonra ortak mülkiyeti, ortak yaşamı, ezilenlerin yanında yer alan Kızılbaş Alevilerine karşı bizans ve hıristiyan selçukluların ortak saldırısını engellemedi. İstanbul haçlı ordusu tarafından işgal edildiği dönemde selçuklular roma kilisesiyle ittifak kurarak Kızılbaş Aleviliği hareketlerinden olan Babai Hareketine karşı saldırıda bulundu. Bu muaviye islam zihniyetinin devamı olan selçuklularla hristiyanların ittifakının altında yatan her ikisinin de ortak düşmanı saydığı Babai Hareketinin sınıfsal niteliğinden dolayıdır. Mülk ortaklığını, sınırsız, sınıfsız bir toplumu savunan Babai Hareketi hem hristiyanları hem de muaviye islamcılarını ittifaka sürüklemiştir. Bu türden ittifaklar Kızılbaş Alevilerine karşı her dönem oldu olmakta da.

Resmi ideolojinin türk-islamcı tarihçileri her ne kadar ısrarla Kızılbaş Alevilerinin göçebe olduğunu iddia etseler de bizans döneminde bile yerleşik toplum olarak yaşmaktadır Kızılbaş Alevileri. Özellikle bizans ve Selçuklu kaynaklarına bakınız bu tarihsel gerçeklik açık ve nettir. Asıl ona karşı imha amaçlı saldırgan tavır sergileyenler göçebedir.

Genel olarak tarihin çeşitli dönemlerine bakıldığın çok net bir farklılık vardır ve bu farklılık içinde Kızılbaş Alevilerinin toplumsal duruşu ve düşünce sisteminin tarih boyunca diğer sistemlerle arasındaki fark çok net görülmektedir. Batı ve doğu köleci toplum sisteminde özellikle egemen sınıfların, sınıf ve tabakaları cinsiyetçilik üzerinden köleci bir düşünce sistemini yeniden yaratmıştır, feodal toplum döneminde sınıf ve tabakaların özellikle dinin baskısı altına aldığı, devamla birlikte özellikle kana, soya, toprağa bağlılık esasından hareketle mevcut devlete bağlılığın esası kendini ulus devletler olarak yeniden yapılandırmıştır. Oysa Kızılbaş Aleviliği tam da tüm bu düşünce sistemleri karşısında daima egemen sınıflı, iktidar temelli ulus devletlerine karşı direnen bir tarihe sahiptir. Kızılbaş Alevi tarihinin en belirleyici unsurları, kana, soya, toprağa, ulusa, sömürüye, sınıra, sınıfa, devlete, iktidara, dayalı olan her türlü sistemi reddeden reddetmekle kalmayıp ona karşı mücadele eden bir direniş tarihi bütünüdür.

KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ TEORİSİ VE PRATİĞİ

Kızılbaş Aleviliği’nin teorisi ele alındığında en belirgin ilkesi insanın insanı ve doğayı sömürmediği bir sistemdir. Bu sistem insanın insanla, insanın doğayla olan ilişkisinde paylaşımın, üretimin, sevginin, kardeşliğin, ortak mülkiyetin, ortak yaşamın esas alındığı temeline dayalıdır.

Günümüzde Aleviliği farklı farklı tanımlamaya çalışan zihniyetler mevcuttur. Bu yaklaşımların çoğu Türk-islam düşünce sisteminin ürünüdür. Özellikle bu mücadeleye önderlik etmiş olan Batini Hareketi içinde yetişmiş olanlarla yetişmemiş olanlar karıştırılmaktadır, bu karıştırma elbette boşuna değildir, bu yaklaşımın arkasında yatan Kızılbaş Aleviliği’nin islamın bir mezhebi olduğu iddiasıdır. Bir diğer yaklaşım ise Kızılbaş Aleviliği’ni dine bağlayarak tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak gören ilahiyat yani teolojik yaklaşımdır. Bu tutum ise esasında Kızılbaş Aleviliği’ni dinsel bir düşünce sistemi iddiasıyla onun toplumcu ideolojik sistemini bertaraf etmeyi amaçlamaktadır. Kapitalist toplum içinde şekillenen milliyetçilik yaklaşımlarıyla da ilişkilendirilmeye çalışılmıştır Kızılbaş Aleviliği. Buradaki esas Kızılbaş Aleviliği tek ya da birkaç ulusa bağlayarak onun bütünsellikçe yaklaşımını dağıtmak, parçalamaktır. Oysa Kızılbaş Aleviliğinin teorisi ve pratiği yetmiş iki milletin kardeşliği temeline dayalıdır. Tek başına herhangi bir ulusa indirgemek onu basitleştirmek onu parçalamaktır. Kızılbaş Aleviliği tarihi, teorisi ve pratiği bu türden ulusal ayrımcılıkları her zaman elinin tersiyle kaldırıp atmıştır. Devletçi, iktidarcı, sınıf ve cinsiyet ayrımcı düşüncelerin karşısında duran Kızılbaş Aleviliği özünde komüncüdür. Kızılbaş Aleviliği komünar toplum biçimi esas almaktadır. Bunu sosyal, kültürel, felsefi, politik olarak her zaman her çağda savuna gelmiştir Kızılbaş Aleviliği. Bu yaklaşımın en temel ortak paydası Kızılbaş Aleviliği’nin sınıflı toplum biçimlerini ve ilişkilerini reddetmeleridir. Burjuva sınıfının kapitalist sisteminin reddi son dönemdeki en temel yaklaşımıdır. Kızılbaş Alevileri’nin katliamları, isyanları, ayaklanmaları özellikle bu sistem karşısındaki direnişlerinden kaynaklanmaktadır. Kızılbaş Alevileri’nin egemenler tarafından dayatılan din, mezhep, inanç, ritüeller vs sebeplerden kaynaklı saldırılara uğramamaktadır bu saldırı ve katliamlar özünde bu sınıfsız, devletsiz, iktidarsız toplum mücadelesidir. Kızılbaş Aleviliği’nde üretim tarzı komünal üretim tarzıdır. Bu üretim tarzı insanın insanı ve doğayı sömürüsünün ortadan kaldırıldığı bir tarzdır. Bu üretim tarzı sınıfsız bir toplum esasına dayalıdır. Buradan hareketle Kızılbaş Aleviliği sınıflı toplum ilişkileri ve biçimine karşı çıkışın ta kendisidir.

Kızılbaş Aleviliği insan ve doğa üzerindeki her türlü egemenliğe, hegemonyaya, sömürüye, ayrımcılığa karşıdır. Sınıf, cinsiyet, yaş, makam, mevki, her türlü ayrımcılığa karşıdır. Bunları insanın parçalanması olarak kabul eder. İnsanın parçalanmasını ise her türlü savaş, katliam, imha, yok oluş olarak kabul eder. Bu nedenledir ki Kızılbaş Aleviliği sınıf-ırk-milliyet-cinsiyet-yaş ayrımına karşı çıkışın ta kendisidir. Yöneten ve yönetilen ayrımına dayanan her türlü hiyerarşiye karşı çıkışın da ta kendisidir Kızılbaş Aleviliği.

Kızılbaş Aleviliğini islamın mezheplerinden saymak ya da tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak kabul etmek tamamıyla ilahiyatçı bir yaklaşımdır ki bu anlayışı Kızılbaş Alevileri kendi teori ve pratikleriyle reddedip bertaraf edebilir. Kızılbaş Aleviliği ne ilahiyat ne de mistik bir dinsel anlayış olarak kabul edilemez bunun bu şekilde savunulması Kızılbaş Aleviliği’nin sınıfsal-kültürel-felsefi özgün düşünce sistemini yok etme eğilimidir.

Kızılbaş Aleviliği insanın insan üzerindeki egemenliğine karşı çıkışın bir ürünü olarak cinsiyet ve yaş ayrımına karşıdır. Bu ayrım insanın parçalanma biçimcilerinden bir tanesidir. Parçalanma sınıflı toplum biçimi ve ilişkilerinin yeniden üretildiği bir toplumsal yapılanma için uygun koşullar yaratmaktadır. Bu nedenle Kızılbaş Aleviliği aynı zamanda ırk-milliyet-din ayrımına karşı çıkışın kendisidir. Yöneten yönetilen ayrımına dayanan işbölümüne karşı çıkışın ise ta kendisidir.

Kızılbaş Aleviliği gerek islamın mezhebi gerekse de tek tanrılı dinlerin kaynağı olarak gören teolojik yaklaşım doğrudan Kızılbaş Alevilerinin kendi görüşleri tarafından bertaraf edilebilir. Kızılbaş Aleviliği teoloji veya mistik bir teoloji diyenler Kızılbaş Aleviliğini sadece sınıfsal-egemen-kültürel ve dinsel kalıplar içinde algılayan ve okuyan bir yaklaşıma sahiptirler.

KIZILBAŞ ALEVİLİĞİ VE MATERYALİZM

Kızılbaş Aleviliği’nin felsefesinin anlaşılmasının yolu ezilen sınıfların üretim içindeki yeri ve üretim tarzının tarihsel ve toplumsal olarak durduğu yere bakılarak daha doğru anlaşılacaktır.

Kızılbaş Aleviliği insanın insana ve doğa bağlı olduğu evrensel insani değerler bütünüdür. İnsanı ve doğayı sevmek ona saygı onun sömürüsüne karşı duruş temel ilkelerindendir. Üretim tarzındaki ortaklaşma anlayışı insanın insanı ve doğayı sömürüsünün reddine dayanır. Var olanların birliğini öne çıkaran bir düşünce sistemidir. Derisi yüzülen Devrimci Seyid Nesimi’nin “insanın özü ruh değil maddedir. Ruh maddenin bir niteliği, anlamı durumundadır,” deyişinde Kızılbaş Aleviliğinin materyalist düşünce sistemiyle olan ilkesel bağı daha açık görülmektedir. Nesimi ilerleyen aşamada tanrıtanımazlığını açıkça ortaya koymuştur.

Doğada ve evrende hiçbir şeyin akıllı tasarım sonucu gerçekleşmedi, her şeyi bilen, her şeye hükmeden bir mükemmellik söz konusu değildir. Batini Devrimci Komüncüler dönemin felsefe okullarından mutezile okulundan daha ileri giden bir materyalist felsefe okulu olmuştur. Devrimci Bâtıniler tam olarak materyalizmi savunmuşlardır.

Şeyh Bedreddin de Devrimci Batini felsefesi gibi materyalizmi savunmuştur. Bu yaklaşımıyla Kızılbaş Alevi direnişi içinde yer almıştır. Bu aşamada ilk geleneksel felsefe yaklaşımı “vahdet-i vücut” (varlık birliği) esasına Beyazid-i Bistami ve Hallacı Mansur savunmuştur.

Özelikle Hallacı Mansur’un görüşüdür ki bu görüş de din kuralları söz konusu değildir. Dini düşüncelerde özellikle insanla tanrı ayrı ayrı varlıklardır, daima tanrı yaratan insan yaratılandır aynı düşünce sisteminde. Oysa Kızılbaş Aleviliği’nde böyle bir sistem söz konusu değildir. Hallacı Mansur’un görüşleri incelendiğinde vahdet-i mevcut esastır. Bu anlayış doğrudan ezilenlerin mücadelesini sömürüye karşı savaşımı esas alan ideolojik bir sistemdir. Kızılbaş Aleviliği’nin temel düşünce sistemini etkileyen Hallacı Mansur’un felsefesi de bu sistemin esaslarına dayalıdır. Kızılbaş Alevi düşünce sistemi zulme, zalime karşı birleştirici bir rol oynamaktadır. Tarih boyunca bizanstan, emeviler, abbasiler, selçuklular osmanlıların ve son olarak cumhuriyetçi, devletçi, iktidarcı, sınıf temelli sistemleri karşısındaki Kızılbaş Alevi mücadele tarihi Kızılbaş Alevi teorisinin pratiğidir.

Kızılbaş Alevi yorumunun sosyal, siyasal, kültürel, felsefi yaklaşımı insanın insanı ve doğayı sömürüsünü reddeden ezilenlerin ideolojisidir.

Tüm bu yaklaşımlar Kızılbaş Aleviliği’ni hem muaviye islamından hem de şii veya şia yaklaşımlarıyla arasındaki temel farklardır.

Kızılbaş Aleviliği materyalist ve toplumcu bir felsefeye sahiptir.

En temel ilkeleri tüm insanlığın kardeşliği ve tüm malların eşit paylaşımıdır.

Canlı cansız tüm evren, doğa ve insanlık maddesel ve zorunlu bir oluşumdur.

Evrende ne yaratan ne de yaratılan yoktur.

Tüm bu ilkeler Kızılbaş Alevi felsefesinin canlı cansız tüm evren insanın bilincinden bağımsız olarak varolduğunu savunan materyalist bir düşünce sistemiyle örtüşmektedir.

Kızılbaş Aleviliği kapitalist sistem içinde tüm diğer sınıflar içinde kendi duruşunu hissettirmeye devam ediyor. Sosyal, kültürel, tarihsel, politik olarak da üretici güçlerin tarihsel bir güç konumuna getirecektir. Bu da insanlığın kurtuluşunu sağlayacak toplumsal bir gerçekliktir.

Evet, Hallacı Mansur, Seyid Nesimi, Pir Sultan, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemaller, Alişerler, Seyit Rızalar ve diğerler Kızılbaş Alevi önderleri yaşıyor!

HASAN HÜSEYİN BEYDİL

07.12.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder