KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELEDE, TEMELİ
ÜRETİCİ GÜÇLERE DAYANMAYAN HİÇ BİR YAPI AYAKTA DURAMAZ
Kışların
yoğun geçtiği ülkelerde çatılar oldukça uzun ve büyük olur, neden, çünkü evler
yoğun kar ve yağmura karşı daha korunaklı olsun diye.
Yine
de temel olmadan, temeli sağlam olmadan, iyi etüt edilmeden çatı ne kadar uzun
ya da büyük olursa olsun hiçbir yağış sistemine dayanıklı olmaz.
Ayrıca
son on yıllarda gerçekleşen depremler ve sonucunda meydana gelen can ve mal
kaybı zemin etütleri hem şart olmuştur hem de daha da önem kazanmıştır.
Tabi
ki zemin etüdü de işin bilimsel, gerçekçi, güvenilir şartlarına uygun yapılırsa
doğru bir etüt yapılmış olur.
Zemin
etütleri genel de elektrik prospeksiyon, sismik, elektromanyetik vs gibi
yöntemlerle yapılmakta biz de daha çok ilk ikisi kullanılsa da ikinci yöntem
başlangıçta ihmal edilmiştir ki bu hem bilimsellik hem de güvenilirlik açısında
çok önem arz eder.
Ayrıca
daha düne kadar ve hatta pek çok yer de halen bu kesin ve doğru yöntemler
kullanılmak yerine dört beş noktada yapılan mekanik sondajla zemin etüdü
yapılmaktaydı. Kaldı ki mekanik sondaj yıllardır yapılmakta ve sonuçları
gerçekleşen depremlerdeki kayıplarla karşılaştırıldığında ne kadar güvenli
sonuçlar alınıp alınmadığı görülecektir.
Evet,
günümüzde ne kadar sismik yöntemle zemin etütleri tam anlamıyla yapılmasa da
imzayı atan projeyi ruhsatı kapıyor ve iş bitiriyor.
Uzun
uzun burada jeofizik yazmayı düşünmüyorum elbette.
Ayrıca
bu işin ekonomik boyutuna ve maliyetlerin normal de ne kadar az olmasına rağmen
kimlerin nerede, nasıl rantlar, karlar elde ettiğine de girmeyeceğim.
Çatı,
temel derken mühendislik sorunlarına da girdik ama aslında her iki sorun
arasında da özü itibariyle diyalektik bir bağ var. Bu da ayrı bir çalışmam
olacak zaten.
Her
ne yapılırsa yapılsın, her nerede yapılırsa yapılsın, kim ya da kimler
tarafından yapılırsa yapılsın, konu, olay, yer, mekân, vs ne olursa olsun zemin
doğru, bilimsel, güvenilir, sağlıklı, bir şekilde ele alınıp, incelenmeden,
analizi, sentezi yapılmadan “kervan yolda düzelir” deyip yola çıkıldığı sürece
daha çok çatıdan evin göbeğine göbeğine su da sızar, duvarlar çatlar, zamanla
evin halini ilk depremde –darbede- seyredin!
Dolaysıyla
çatıya çıkmadan zemini doğru düzgün etüt etmeden kurulacak küçük bir
“kanaryaları koruma derneği” bile daha başlangıçtan kaybetmek demektir. Tabi
daha baştan bu sonucu bilenler özellikle bu tür yöntemlerle bu işlere
başlıyorsa orasını kim bilebilir.
Çatı
öncelikle temel bir sorundur. Birlik, blok, cephe uzantılarının bir yerde
toplanıp çoğalıp birikmesi ve sonuçta daha merkezi hale gelmesi sorunun diğer
bir adına çatı denilse de bu yaklaşım özünde çatıdan çok “temel” olarak konulsa
daha gelişkin olabilir. Temeli oluşmadan çatıyı kurmak ne kadar dayanıklı ne
kadar uzun vadeli kılabilir ki. Dolayısıyla çatı yerine öncelik temel olmalı.
Henüz ilkeler, plan, program, tüzük, bileşenler, üzerine tartışmalar
netleşmemişken bodoslama çatı kurmanın daha başlamadan ilk yağışla çöküş
anlamına gelecektir bu durum.
Tabi
bu daha çok ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, emek-sermaye, burjuvazi-işçi
sınıfı, sermaye güçleri-üretici güçler arasındaki çelişkilerden çözüme doğru
yönelmek isteyenlere yönelik bir yaklaşımdır. Bu tür kaygıları olmayanların çatı
meselesine bakış üstüne olan bu yazıyı dikkate almasına gerek yok.
Her
ne kadar güçlü dayanakları var gibi dursa da hem ülke hem de dünya deneyimleri pek
çok dönemde liberallerle, çeşitli dini gruplarla, yapılan birlik çalışmaları
her zaman liberallerin ve dini grupların çıkarına olmuştur. Bunu anlamak çok az
bir tarih bilgisi ile çözülecektir. Fransız ihtilali incelenmeli. Paris Komün
sonrası incelenmeli, Rusya’dan bund’cular incelenmeli, Çin’de Tibet rahipleri
incelenmeli, ikinci emperyalist savaş döneminde hem katolik devletlerin hem de Almanya
dışındaki yahudiler incelenmeli, savaş sonrası yahudiler incelenmeli, İngiltere’de
katolik protestan parti çekişmesi ve bunun abd ayağındaki durumu incelenmeli
yeterli mi yetmiyorsa Gandi ve müslüman-budist ilişkileri incelenmeleri. Daha
geniş kapsamda ise ilk kez söylüyorum nato güçleri hristiyan, müslüman, yahudi’dir.
Ve ortaktırlar. Ne kadar kavgalı, tartışmalı dursa da en sıradan bir
lejyonerle, nato askeriyle, vs çok kısa bir sohbette “ne işiniz var Afganistan’da
Pakistan’da ne işiniz var Kırgızistan’da üs kuruyorsunuz, ne işiniz var güney Çin
kıyılarına yerleşiyorsunuz” diye sorun alacağınız cevap “1,5 milyar Çin, 1 milyar da hindistan hepsi
budist ya da çok tanrılı dinlere inanıyor bunların yayılmasını önlemeye
çalışıyoruz diye cevap verirler”. Evet, bu kadar basit sıradan bir argümanla
kafaları yıkanmaktadır. Oysa durumun aslı bu mudur elbette değil.
Liberaller
ve çeşitli dini gruplar, solcular Fransız ihtilalinde bir araya geldiler sonucu
uzun uzun anlatmaya gerek yok. Burjuvazinin iktidarı arkasından da on yıllar
sürecek olan Napolyon sülalesi krallığı geldi.
Liberaller
ve çeşitli dini gruplar, solcular Sovyet Devrimi öncesi bir ara aynı trende
buluştular sonuç Bolşevikler Devrime giderken liberaller ve dindarlar çarın
beyaz ordusuyla Bolşeviklere savaş açtı.
Liberaller
ve çeşitli dini gruplar, solcular bir araya geldi abd’e de, ab’li yeniden
sömürgeci, istilacı, işgalci olmaya başladı tabi ki solcularını da
liberalleştirerek.
Öncelikle
liberalizmin Sosyalistlerle buluşmasını düşünmek bile işin felsefesine,
ideolojisine aykırıdır. Bir yanında kapitalizm üretim ilişkilerini savunlar
diğer yanında kapitalizmi ortadan kaldırıp üretime, paylaşıma, kardeşliğe,
eşitliğe, özgürlüğe dayalı bir sistem kurmaya çalışan Sosyalistler olacak, ne
için mevcut sistemi koruyup kollamak için mi, ne için mevcut sistemi ayakta
tutmak için!
Bu
sistemi bu kadar çok yaşatmak isteyen vardı da bunlar ne diye yıllardır
çırpınıp durdular… Gidip bir düzen partisine üye olup orada siyaset yapsalardı
daha iyi olmaz mıydı, elbette iyi olurdu.
Bu
liberaller ve çeşitli dini gruplar işbirliği ya da birlikteliği yakın gelecekte
bu coğrafyada elde edilen pek çok kazanımın, tarihe karışmasına neden olmazsa
hiç şaşırmayın. Her ikisi de öğütücü, yok edici asit özellikleriyle bütün
hünerlerini sözde sahte hoş görünme, kibarlık, nezaket, tolerans gibi klasik
davranış biçimleriyle, sözde özgürlükçü, bireyden yana, demokrat, hassas,
anlayışlı, maneviyata düşkünlük tezleriyle gösterse de bunların her yanı her
şeyleri sadece sermaye güçlerine hizmet etmektedir.
Liberallerle,
ve çeşitli dini gruplarla yola çıkılarak elde edilen tek bir mevzi var mı çıkıp
bunu söyleyecek tek bir kişi var mı, elbette yok. Özal’ın dört eğilim anlayışı
gibi bu eğilim sadece yok etmeye yarayacaktır. Nitekim Özal’da bu sonuç elde
edilmiştir. “Yok, biz de deneyelim, yaşayalım” diyorsanız buyurun “Halep orada arşın
burada”.
Neredeymiş
hangi liberal ya da ve çeşitli dini gruplar;
Hangisi
aç, yoksul, işsiz, evsiz, barksız, yurtsuz,
Hangisi
işkenceden geçirilip sakat kalmış ya da ölmüş,
Hangisi
asılmış,
Hangisi
yakılmış,
Hangisi
sürgün edilmiş,
Hangisi
katledilmiş,
Hangisi
inkâr edilmiş,
Hangisi
imha edilmiş,
Hangisi
kaç hücre cezası almış,
Hangisi
ölüm oruçlarında ölmüş,
Hangisinin
köyü kasabası boşaltılmış,
Hangisinin
inancı ya da düşüncesi yasaklanmış,
Hangisi
anadilinde konuşamıyor,
Hangisi
kaç greve, eyleme, katılmış,
Hangisine
dışkı yedirilmiş,
Hangisi
kendini yakmış,
Hangisi
daha çocuk yaşlarda katledilmiş,
daha
sayalım mı bu kadar yeterli her halde.
Bu
burjuva demokratlıkları, sosyal demokratlık, halk demokratlığı vs diye kimseye
yutturmayın. Burjuva partileri orada burjuva devleti de orada gidersiniz biat
edersiniz hemen sizi kabul ederler buyurun “Halep orda arşın burada”.
Kendine
sol, sosyalist diyenlerin burjuva demokratların tuzağına düşeceklerini
sanmıyorum ama yine de ideolojik politik köklerinden koptularsa yakındır
bekleyin görün yakında yüzde 49 liberal yüzde 49 dindar yüzde 2 de sol olan
-olursa öp başına koy- temeli olmayan
çatı olursa! Hiç şaşırmayın.
İnancını
yitirmiş olanın yolu olmaz.
İnancını
yitirmiş olanın çizgisi olmaz.
İnancını
yitirmiş olanın aydınlığı olmaz.
İnancını
yitirmiş olanın çıkışı olmaz.
O
inanç Bilimsel Sosyalizm değilse ve onu da üretici güçler temelinde örgütlenme
gibi bir derdi olmayan hiçbir sosyalist hareket sistemin uşaklığından
kurtulamaz.
Sosyalizm
hiç kimsenin tekelinde asla olmadı olamazda. Günümüze kadar yaşanan
deneyimlerin yön değiştirmesi de doğaldır. Henüz köklerini tam olarak
yerleştirmemiş iki dünya emperyalizm savaşının kayıplarını görmezden gelip dar
eleştiriler yapmaya benzemez. Bugüne kadar her nerede olursa olsun isterse tek
bir kasabada ya da köyde isterse üç gün bile olsa emperyalizme karşı,
kapitalizme karşı, faşizme karşı üretici güçlerin zaferiyle sonuçlanmış
sosyalizmin bayrağını dikenlere selam olsun. Üç üç saat bile olsa burjuvaziye
karşı elde edilen tüm çatışmalara, barikatlara, ayaklanmalara, savaşlara,
mücadelelere, zaferlere selam olsun.
Kimse
kimseye aba altından sopa göstermesin. Ezenler sömürenler karşısında “atarı”
olan çıkar meydana aslanlar gibi üç gün de olsa üretici güçlerin bayrağını
yükseltir.
Liberallerin,
ve çeşitli dini gruplar ne nasihatlarına, ne düşüncelerine, ne kendini
beğenmişliklerine, ne servetlerine, ne yalanlarına, ne ajanlıklarına, ne
işbirliklerine solun sosyalistlerin ihtiyacı olamaz.
Bu
ittifak geçmişteki ajanların, muhbirlerin, işbirlikçilerin, itirafçıların,
teslimiyetçilerin vereceği zarardan daha büyük olacaktır. Bu zarar yüzyıl
geriye gidecek olan bir sürecin kapısını açacaktır. Tarih ortada. Günümüz
ortada. Liberaller ve çeşitli dini gruplar onca ihalenin, onca rantın
peşindeyken seninle ne için bir araya gelsin ki.
Kaldı
ki hadi diyelim her konu da anlaşıldı liberaller ve çeşitli dini gruplar peki
ekonomik sistem ne olacak, sınıfsal farklılık ne olacak, üretim araçları kimin
elinde olacak buyurun sol ve sosyalistler kurulması düşünülen ittifakta
birilerinin kapitalist birilerinin, kendi dinine göre ekonomik sistemi
dayatması durumunda sizler nerede olacaksınız, üretici güçler dediğinizde, işçi
sınıfı dediğinizde hatta en kutsal değer emek dediğinizde en kutsal değer
paradır, özel teşebbüstür, rekabettir, sermayedir diyen liberalle, en kutsal
değer Allah’tır, peygamberdir, ayettir, kitaptır, dindir diyene ne diyeceksiniz.
Hele hele feministim diyenler metres hayatını meşru sayan liberallerle, dört
kadınla evlenmeyi meşru görenlerle neyi paylaşmayı düşünüyorsunuz, ormanları
kesip, nehirleri kurutan, gölleri bitiren, her yere neredeyse en küçük ırmağın
üstüne bile “hes” yapmak isteyenlerden habire ihale almaya çalışan
liberallerle, nerede birlikte oturmayı düşünüyorsun çevreciler, nükleer
karşıtçılar, hes karşıtları, lezbiyenlerin, gaylerin, homoseksüellerin ve daha
pek çoğunun cinsel tercihlerini savunanlar kadını bile erkeğin kaburga
kemiğinden yaratıldığına inanan çeşitli dini gruplar ne yapmayı düşünüyor,
yüzyıllardır katliama uğrayan ve bunların altında imzası olan jakoben,
jironden, napolyoncu fark etmez bunların torunları olan liberallerle ne yapmayı
düşünüyorsun. Daha dün Koçgiri ’de, Dersim’de, Ağrı’da, Maraş’ta, Çorum’da,
Diyarbakır’da, Sivas’ta, Gazi’de daha pek çok yerde çoluk çocuk, kadın, yaşlı,
genç demeden katledenlerin zihniyetinden olan liberallerle ve çeşitli dini
gruplar hangi çatıya çıkmayı düşünüyorsun.
Birlik,
blok, cephe kurulacaksa emek-sermaye, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen,
burjuvazi-işçi sınıfı, sermaye güçleri-üretici güçler çelişkisini ortadan
kaldırmak isteyen insanlaşma yolu olan Bilimsel Sosyalizm ilkeleri
doğrultusunda olmalıdır. Bunun ilkeleri de açık ve nettir. Sağa sola duvara
kafayı gözü vurmaya gerek yok.
Adında
sosyalizm, komünizm, demokrasi, eşitlik, özgürlük, işçi, devrimci, emek,
kardeşlik, barış, vs kelimeleri taşıyanlar öncelikle bu sözlerin köklerinin
nereden geldiğine yeniden bakması çok önemli. Bu sözler insanın insanı ve
doğayı sömürmemesi, ezmemesi, katletmemesi, inkâr etmemesi, imha etmemesi,
adına söylenmiştir. Herkes kendi bulunduğu yerin adındaki kelimeleri bir daha
düşünsün ve sonrada ya bu kelimeleri çıkarıp liberallerle ve çeşitli dini
gruplarla ittifak yapsın ya da bu tür kavramların hakkı neyse onu verecek
işlere soyunsun.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
-02.09.2011