MÜCADELE ETMEK YA DA ETMEMEK
Mücadele etmek, ediyor olmak,
etmeye devam etmek, evet, bunların hepsi uzaktan bakınca “davulun sesi hoş
geliyor” misali devam eden yaşadığımız coğrafyadaki pek çok sendika gerçekten
mücadele mi etti, ediyor mu, etmekte mi, bu soruları cevaplamadan yaşanılanları
gerçekten bir mücadele sayabilir miyiz?
Sendikalar üyelerinin
çalıştıkları iş kollarında emeklerinin alınterlerinin karşılığını istiyorlar,
peki veren var mı? Elbette hayır. Peki, verecekler mi, elbette hayır. Neden mi,
sorunun cevabı çok basit emek-sermaye arasındaki çelişki devam ettikçe bu
mümkün değil. Sadece sendikalıların değil hiçbir üretici gücün emeğinin,
alınterinin karşılığını kapitalizm devam ettiği sürece alması mümkün değildir.
Her ne kadar iyi niyet temennisi açısından emeğin ve alınterinin karşılığı
istenilse de bu karşılık kapitalizm devam ettiği sürece verilmeyecektir. Neden
mi, sorunun cevabı çok basit kapitalizm emeğin ve alınterinin sömürerek
varlığını devam ettirir ve emeğin ve alınterinin karşılığını vermek demek
sermaye birikimi yapmak demektir ki bu kapitalizmin iflası demektir.
Sendikalar demokratik
kurallara, normlara, yasalara uygun bir sendika yasası isterken,
kapitalistlerde vermemeye devam eder. Neden mi, sorunun cevabı çok basit
kapitalist için demokratik sendika yasası demek üretici güçlerin grev
yapmadığı, yaptığında işten attığı, sendikalı olunduğunda, işten attığı vs
şeklindeki bir demokratik sendika demektir. Yani kapitalizmin demokratik
sendika anlayışı açık ve nettir. Peki, sendikaların demokratik sendika isteği
açık ve net midir, elbette hayır. Sendikalar demokratik sendikadan
dilediklerinde grev yapmak, dilediklerinde iş bırakmak, yavaşlatmak, tüm iş
kollarında sendikalı olmak ve daha pek çok sistem içi taleplerde bulunmaktan
öte bir şey istememektedir. Demokrasi kavramı kapitalizm açısından muğlak
değildir, burjuvazinin çıkarlarını ve menfaatlerini koruyup kollayan açık net
bir demokrasi anlayışıdır. Oysa sendikaların demokrasi talebi üretici güçlerin
demokrasi olan bilimsel sosyalizm açık ve net değildir ve muğlaktır.
Sendikaların demokrasi talebi kapitalistlerin vereceği kadardır ve ötesini
talep edemez, etmiyor da.
Sendikalar çalışanların en
etkin şekilde sosyal güvenliğini, iş güvenliğini ve iş güvencesini savunurken,
kapitalizm her geçen gün daha fazla bu güvenlikleri, güvenceleri savsaklamakta,
değiştirmekte, bozmakta, kendi lehine yasalarla daha fazla kısıtlamaktadır.
Neden mi sorunun cevabı çok basit, bu güvenlik ve güvenceleri sağlaması demek
onun sermayesinden, karından feragat etmesi demektir, emek ve alınteri
üzerinden sömürerek elde ettiği geliri bu tür taleplere ayırması demek daha az
kar etmesi demektir ki kardan ödün vermek sermayenin ve gelirin azalması
demektir. Üretici güçlerin sosyal güvenliği üzerinde oynanan alaverenin
dalaverenin hepsi sadece birer yasallık adı altında laf kalabalığıdır, hiçbir
düzenleme, hiçbir dönemde bunu sağlamamıştır, sağlamayacaktır da, iş güvenliğinin
ve iç güvencesinin sağlanması kapitalist sistemde mümkün olmaz, çünkü bu
üretici güçlerin elinin güçlenmesini, birliğinin, dayanışmasının gücü artırır
ki bu durum daha rahat grev ve daha güçlü mücadele demektir burjuvaziye karşı.
İşçilerin, memurların geniş
kapsamlı grevli toplu sözleşmesi adına yasal düzenleme talebi sadece
burjuvazinin kapitalizmin devamını dokunmayacak şekilde olacaktır, tersine bir
durum daha fazla güçlenen, birleşen deneyim kazanan üretici güçleri karşısına
alması demektir. Üretici güçleri karşısına almak yerine onların grev ve toplu
sözleşme benzeri taleplerini her geçen gün daha çok kırpar, keser, sınırlar,
kimi zaman bunu vatan savunması, savaş, kriz, istikrar vs. gibi nedenlerle de
daha da pekiştirir.
Tüm iş kollarında üretenlerin
çalışma koşullarının üretici güçler lehine düzeltilmesi daha iyi koşullarda
çalışma koşullarını yaratsa da verimliliği artırsa da bu burjuvazinin daha çok
kar etmesine, daha çok sermaye biriktirmesine sebep olmaktan öteye gitmez.
Kaldı ki çalışma koşulların düzeltilmesi demek, yeni masraflar, yatırımlar,
yani yeni giderler demektir, gider demek karı azaltmak demektir ki bu
burjuvazinin sermaye birikimi yapmasını ve yeni sömürü alanları oluşturmasını
engeller, dolayısıyla çalışma koşullarının düzeltilmesine yönelik taleplerde
sadece sözde kalacaktır.
Mesleki ve özlük hakları, tüm
üretenlere ücretsiz sağlık ve sosyal hizmet gibi talepler ekstra gider demektir
ki gider burjuvazi için karabasan demektir, burjuvazi için kardan gidecek her
kuruş rüyaların kaçması demektir. Hele ki ücretsizlik kavramı bu kavram
kapitalizmde asla mümkün değildir. Zaman zaman çeşitli alanlarda her ne kadar
adı ücretsiz olan mal ve hizmetler var ise de bunlar asla ücretsiz değildir,
her bir malın ve hizmetin bedeli bir başka emek ve alınteri sömürüsüyle elde
edildiğinden birilerine bir malı ya da hizmeti ücretsiz vermek demek diğer
üretenlerin daha çok sömürülmesi olacaktır, kaldı ki ücretsiz verildiği iddia
edilen hangi mal ve hizmet vergilerle, ücret kesintileriyle, yine mal ve
hizmetlere yapılan zamlarla dönemler içinde fazlasıyla geri alınır. Kapitalizm
için ücretsizlik diye bir uygulama sadece sözdedir, çünkü her ne şekilde olursa
olsun her türlü mal ve hizmetin mutlaka bir emek ve alınteri sömürüsü dayanağı
vardır.
Kapitalizmden talep edilen
barış ve demokrasi meselesi başlı başına temel bir çelişkidir ki kapitalizm
için barış uzaktır ve kapitalizm burjuvazi dışında kimseyle asla barışmaz,
savaş onun varoluş temelidir, savaşsız bir kapitalizm düşünülemez, çünkü savaş
her ne kadar pek çok mal ve can zararı ya da kaybına sebep olsa da bu
burjuvaziyi hele hele emperyalist burjuvaziyi olumsuz yönde etkilemez tam
tersine bu her zaman daha fazla fayda elde etmesini sağlar. Savaş demek yeni
Pazar, yeni tüketim, yeni sömürge demektir. Savaş kendi içinde tıkanan
kapitalizme her defasında hayat öpücüğü olmuştur. Savaş kapitalizm daha da
güçlenerek yeni bir düzen, yeniden dirilişi demektir. Barış kapitalizmin
bünyesine uygun değildir. Demokrasi ise kapitalizmde sadece burjuvazi için geçerlidir
ve asla bundan kimsenin yararlanmasına izin vermez. Kapitalizmin demokrasisi
her zaman üretici güçlere karşı diktatörlük olarak yansımıştır ki bu yansımanın
yönü ve şekli kapitalizm varlığını sürdüğü sürece asla değişmez.
Cinsiyet ayrımcılığı kapitalizm
açısından asla değişmez, çünkü özellikle kadın kapitalizmin sömürü araçlarının
en temel unsurlarındandır. Kadın kapitalizmden sadece sömürülen bir üretici güç
değildir, aynı zamanda tüketimi pohpohlayan, besleyen, yaşatanda bir
cinsiyettir. Kapitalizm kadını sınırsız sömürür, kadını sömürmek birebir
toplumu topyekûn daha rahat sömürmek demektir. Toplum kadın üzerinde en yoğun
ve saldırgan şekilde sömürülür kapitalizmde, sadece sözde kadına yönelik üretim
hem kadının üreten hem de tüketen olarak sömürülmesiyle sağlanır. Kapitalizmde
din gibi, milliyetçilik gibi sömürü araçları ne kadar etkiliyse kadında o kadar
etkiler toplum üzerinde. Kadının üretimdeki ve tüketimdeki dizginleri
burjuvazinin elinde olduğu sürece o toplum asla özgürleşemez ve eşit olamaz.
Kadını sadece metalaştırmaz metayı da kadın üzerinden en iyi şekilde pazarlayan
yine kapitalizmdir. Kadın içinde bulunduğu sömürü çarklarını kırmadığı sürece
kadın insan sayılmaz, kadının esasında kapitalizmde cinsiyeti yokturdur, neden
mi çünkü kapitalizm onu insanlıktan çıkarır ve sadece en yoğun, en şiddetli
sömürülen üretici güç haline getirir, yani kadın kölenin de kölesidir aynı
zamanda kapitalizmde. Kadının özgürleşmesi ve eşitlenmesi ancak kadının insan
olduğunun kabul edilmesiyle olabilir, kapitalizmde asla kadın insan olmamıştır,
olamazda, olamayacakta, kadının duygusuzlaştıran, düşüncesizleştiren,
beceriksizleştiren, insanlaştırmayan kapitalizmdir. Sözde ya da uygulamada her
ne kadar kadın hayatın bir parçası gibi görünse de kadın hayatın içinde olan
ama hayatın kendisi olmayandır. Kapitalizm hayatın içindeki kadına sadece
üretmeyi, tüketmeyi, sömürülmeyi, insandışı bir varlık olmayı verir, böylece
onu en kolay sömürülen haline getirir.
Çevre ve ekolojik denge
kapitalizm için asla hiçbir şey ifade etmez. Burjuvazi insanı ve doğayı
parçalamadan, yakıp, dökmeden, ormanları, denizleri, ırmakları, göller,
dağları, ovaları dileğince, hesapsızca, sömürür ki bu onun için hiç bir şey
ifade etmez. Çevre ve ekolojinin bozulması, yağmalanması, yıkılması, bir daha
yenilenemez hale gelmesi burjuvazi için hiçbir şey ifade etmez. Nasıl ki insanı
sömürürken o insanın ölümü, kalımı, sağlığı, yaşam koşulları ne kadar önemsiz
ve değersizse çevre ve ekolojide o kadar değersizdir. Doğanın sömürülmesi ve
katliamı insanın sömürü ve katliamına paralel işler kapitalizmde. Bu katliamlar
ve sömürülerin tek amacı daha çok kar daha çok sermayedir. İnsanlığın
insanlıktan çıkması, çevrenin ve ekolojik dengenin bozulması, kolay kolay bir
daha yenilenemeyecek hale gelmesi burjuvazinin çıkarlarına en uygun haldir.
İnsan ve doğa burjuvazi için sadece birer kar ve sermaye aracıdır, burjuvazi
için insan ve doğanın kaybı ve yıkımı asla önemli değildir. Nitekim
kapitalizmin sonu ya insanlığın ve doğanın sonudur ya da Bilimsel Sosyalizmdir
dememiştir boşu boşuna Karl Marks.
Özgür bir toplum, emeğin ve
alınterinin karşılığı, insanın insanlaşmasını sağlayacak eşitlik ve demokrasi
ancak bilimsel sosyalist bir sitemde yani insanın insanı ve doğayı sömürmediği
bir toplum gerçekleşebilir. Unutulan ve gözden kaçan en önemli sorun özgürlük,
demokrasi, eşitlik, barış, dayanışma, birlik, kapitalist sisteme ait kavramlar
değildir. Kapitalizmin varoluşunun başından günümüze kadar en küçük, en basit
bir tarih incelemesiyle görülecektir ki kapitalizm bu kavramlarla ilgilenmez,
ilgilense de bu kavramlar yani özgürlük, demokrasi, eşitlik, barış, dayanışma,
birlik gibi her zaman sermaye birikimine, kara, ranta, faize yenik düşmüştür.
Çünkü kapitalizm için önemli olan sermayedir ve onun her zaman artmasıdır.
Kapitalizme umut bağlayan
sendikalar sadece kapitalizmin devamı adına sebep olurlar. Kapitalizmden medet
umanlar sadece burjuvazinin kölesi olmaya devam ederler. Kapitalizmden bir
şeyler almayı, bir şeyler elde etmeyi düşünmek burjuvazinin yediği yemeğe ortak
olmak demektir, burjuvazinin üretici güçlerle değil ortak olmak yerine daha
fazla onu köleleştirmek gibi bir derdi vardır. Burjuvazi kapitalist devlet
aygıtını kullanarak üretici güçler üzerinde sadece korku, baskı, şiddet,
sömürü, katliam yaratır ki bunu da zorla yapar. Zor kapitalizmin devlet aygıtı
üzerinde yarattığı her türlü burjuva yasallığıdır. Bu yasallık her türlü
koşulda tüm kurumlarıyla sadece üretici güçleri kuşatmaktır. Bu kuşatma kendini
darbelerle, karşı devrimlerle, vergilerle, düşük ücretlerle, işsizlikle,
savaşlarla, sözde ekonomik krizlerle, kendisini ve varlığını üretici güçlere
dayatır.
Evet, üretici güçler sessiz
kalmamalıdır. Kapitalist sistemde burjuvaziye ve onun devlet aygıtına sessiz
kalmak daha fazla köleliktir, sömürüdür, baskıdır, şiddettir. Sessiz kalan
üretici güçler sadece burjuvazinin ona dayattığı sömürüyü daha fazla
artırmasına sebep olur.
Üretici güçleri kurtaracak
olan tek yol kapitalizm karşısında onu tüm kurumlarıyla yerle bir edip, yerine
üretici güçlerin insanlaşmasını sağlayacak olan devrimle ve bilimsel
sosyalizmle mümkündür. Kapitalizmi yıkmayan ve yerine bilimsel sosyalizmi inşa
etmeyen üretici güçler kapitalizmin yok edeceği insanlık ve doğaya ve bu
katliama, bu sömürüye seyirci kalmasından dolayı daha fazla köleleşmesi
olacaktır.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder