27 Mart 2016 Pazar

MÜCADELE ETMEK YA DA ETMEMEK

Mücadele etmek, ediyor olmak, etmeye devam etmek, evet, bunların hepsi uzaktan bakınca “davulun sesi hoş geliyor” misali devam eden yaşadığımız coğrafyadaki pek çok sendika gerçekten mücadele mi etti, ediyor mu, etmekte mi, bu soruları cevaplamadan yaşanılanları gerçekten bir mücadele sayabilir miyiz?

Sendikalar üyelerinin çalıştıkları iş kollarında emeklerinin alınterlerinin karşılığını istiyorlar, peki veren var mı? Elbette hayır. Peki, verecekler mi, elbette hayır. Neden mi, sorunun cevabı çok basit emek-sermaye arasındaki çelişki devam ettikçe bu mümkün değil. Sadece sendikalıların değil hiçbir üretici gücün emeğinin, alınterinin karşılığını kapitalizm devam ettiği sürece alması mümkün değildir. Her ne kadar iyi niyet temennisi açısından emeğin ve alınterinin karşılığı istenilse de bu karşılık kapitalizm devam ettiği sürece verilmeyecektir. Neden mi, sorunun cevabı çok basit kapitalizm emeğin ve alınterinin sömürerek varlığını devam ettirir ve emeğin ve alınterinin karşılığını vermek demek sermaye birikimi yapmak demektir ki bu kapitalizmin iflası demektir.

Sendikalar demokratik kurallara, normlara, yasalara uygun bir sendika yasası isterken, kapitalistlerde vermemeye devam eder. Neden mi, sorunun cevabı çok basit kapitalist için demokratik sendika yasası demek üretici güçlerin grev yapmadığı, yaptığında işten attığı, sendikalı olunduğunda, işten attığı vs şeklindeki bir demokratik sendika demektir. Yani kapitalizmin demokratik sendika anlayışı açık ve nettir. Peki, sendikaların demokratik sendika isteği açık ve net midir, elbette hayır. Sendikalar demokratik sendikadan dilediklerinde grev yapmak, dilediklerinde iş bırakmak, yavaşlatmak, tüm iş kollarında sendikalı olmak ve daha pek çok sistem içi taleplerde bulunmaktan öte bir şey istememektedir. Demokrasi kavramı kapitalizm açısından muğlak değildir, burjuvazinin çıkarlarını ve menfaatlerini koruyup kollayan açık net bir demokrasi anlayışıdır. Oysa sendikaların demokrasi talebi üretici güçlerin demokrasi olan bilimsel sosyalizm açık ve net değildir ve muğlaktır. Sendikaların demokrasi talebi kapitalistlerin vereceği kadardır ve ötesini talep edemez, etmiyor da.

Sendikalar çalışanların en etkin şekilde sosyal güvenliğini, iş güvenliğini ve iş güvencesini savunurken, kapitalizm her geçen gün daha fazla bu güvenlikleri, güvenceleri savsaklamakta, değiştirmekte, bozmakta, kendi lehine yasalarla daha fazla kısıtlamaktadır. Neden mi sorunun cevabı çok basit, bu güvenlik ve güvenceleri sağlaması demek onun sermayesinden, karından feragat etmesi demektir, emek ve alınteri üzerinden sömürerek elde ettiği geliri bu tür taleplere ayırması demek daha az kar etmesi demektir ki kardan ödün vermek sermayenin ve gelirin azalması demektir. Üretici güçlerin sosyal güvenliği üzerinde oynanan alaverenin dalaverenin hepsi sadece birer yasallık adı altında laf kalabalığıdır, hiçbir düzenleme, hiçbir dönemde bunu sağlamamıştır, sağlamayacaktır da, iş güvenliğinin ve iç güvencesinin sağlanması kapitalist sistemde mümkün olmaz, çünkü bu üretici güçlerin elinin güçlenmesini, birliğinin, dayanışmasının gücü artırır ki bu durum daha rahat grev ve daha güçlü mücadele demektir burjuvaziye karşı.

İşçilerin, memurların geniş kapsamlı grevli toplu sözleşmesi adına yasal düzenleme talebi sadece burjuvazinin kapitalizmin devamını dokunmayacak şekilde olacaktır, tersine bir durum daha fazla güçlenen, birleşen deneyim kazanan üretici güçleri karşısına alması demektir. Üretici güçleri karşısına almak yerine onların grev ve toplu sözleşme benzeri taleplerini her geçen gün daha çok kırpar, keser, sınırlar, kimi zaman bunu vatan savunması, savaş, kriz, istikrar vs. gibi nedenlerle de daha da pekiştirir.

Tüm iş kollarında üretenlerin çalışma koşullarının üretici güçler lehine düzeltilmesi daha iyi koşullarda çalışma koşullarını yaratsa da verimliliği artırsa da bu burjuvazinin daha çok kar etmesine, daha çok sermaye biriktirmesine sebep olmaktan öteye gitmez. Kaldı ki çalışma koşulların düzeltilmesi demek, yeni masraflar, yatırımlar, yani yeni giderler demektir, gider demek karı azaltmak demektir ki bu burjuvazinin sermaye birikimi yapmasını ve yeni sömürü alanları oluşturmasını engeller, dolayısıyla çalışma koşullarının düzeltilmesine yönelik taleplerde sadece sözde kalacaktır.

Mesleki ve özlük hakları, tüm üretenlere ücretsiz sağlık ve sosyal hizmet gibi talepler ekstra gider demektir ki gider burjuvazi için karabasan demektir, burjuvazi için kardan gidecek her kuruş rüyaların kaçması demektir. Hele ki ücretsizlik kavramı bu kavram kapitalizmde asla mümkün değildir. Zaman zaman çeşitli alanlarda her ne kadar adı ücretsiz olan mal ve hizmetler var ise de bunlar asla ücretsiz değildir, her bir malın ve hizmetin bedeli bir başka emek ve alınteri sömürüsüyle elde edildiğinden birilerine bir malı ya da hizmeti ücretsiz vermek demek diğer üretenlerin daha çok sömürülmesi olacaktır, kaldı ki ücretsiz verildiği iddia edilen hangi mal ve hizmet vergilerle, ücret kesintileriyle, yine mal ve hizmetlere yapılan zamlarla dönemler içinde fazlasıyla geri alınır. Kapitalizm için ücretsizlik diye bir uygulama sadece sözdedir, çünkü her ne şekilde olursa olsun her türlü mal ve hizmetin mutlaka bir emek ve alınteri sömürüsü dayanağı vardır.

Kapitalizmden talep edilen barış ve demokrasi meselesi başlı başına temel bir çelişkidir ki kapitalizm için barış uzaktır ve kapitalizm burjuvazi dışında kimseyle asla barışmaz, savaş onun varoluş temelidir, savaşsız bir kapitalizm düşünülemez, çünkü savaş her ne kadar pek çok mal ve can zararı ya da kaybına sebep olsa da bu burjuvaziyi hele hele emperyalist burjuvaziyi olumsuz yönde etkilemez tam tersine bu her zaman daha fazla fayda elde etmesini sağlar. Savaş demek yeni Pazar, yeni tüketim, yeni sömürge demektir. Savaş kendi içinde tıkanan kapitalizme her defasında hayat öpücüğü olmuştur. Savaş kapitalizm daha da güçlenerek yeni bir düzen, yeniden dirilişi demektir. Barış kapitalizmin bünyesine uygun değildir. Demokrasi ise kapitalizmde sadece burjuvazi için geçerlidir ve asla bundan kimsenin yararlanmasına izin vermez. Kapitalizmin demokrasisi her zaman üretici güçlere karşı diktatörlük olarak yansımıştır ki bu yansımanın yönü ve şekli kapitalizm varlığını sürdüğü sürece asla değişmez.

Cinsiyet ayrımcılığı kapitalizm açısından asla değişmez, çünkü özellikle kadın kapitalizmin sömürü araçlarının en temel unsurlarındandır. Kadın kapitalizmden sadece sömürülen bir üretici güç değildir, aynı zamanda tüketimi pohpohlayan, besleyen, yaşatanda bir cinsiyettir. Kapitalizm kadını sınırsız sömürür, kadını sömürmek birebir toplumu topyekûn daha rahat sömürmek demektir. Toplum kadın üzerinde en yoğun ve saldırgan şekilde sömürülür kapitalizmde, sadece sözde kadına yönelik üretim hem kadının üreten hem de tüketen olarak sömürülmesiyle sağlanır. Kapitalizmde din gibi, milliyetçilik gibi sömürü araçları ne kadar etkiliyse kadında o kadar etkiler toplum üzerinde. Kadının üretimdeki ve tüketimdeki dizginleri burjuvazinin elinde olduğu sürece o toplum asla özgürleşemez ve eşit olamaz. Kadını sadece metalaştırmaz metayı da kadın üzerinden en iyi şekilde pazarlayan yine kapitalizmdir. Kadın içinde bulunduğu sömürü çarklarını kırmadığı sürece kadın insan sayılmaz, kadının esasında kapitalizmde cinsiyeti yokturdur, neden mi çünkü kapitalizm onu insanlıktan çıkarır ve sadece en yoğun, en şiddetli sömürülen üretici güç haline getirir, yani kadın kölenin de kölesidir aynı zamanda kapitalizmde. Kadının özgürleşmesi ve eşitlenmesi ancak kadının insan olduğunun kabul edilmesiyle olabilir, kapitalizmde asla kadın insan olmamıştır, olamazda, olamayacakta, kadının duygusuzlaştıran, düşüncesizleştiren, beceriksizleştiren, insanlaştırmayan kapitalizmdir. Sözde ya da uygulamada her ne kadar kadın hayatın bir parçası gibi görünse de kadın hayatın içinde olan ama hayatın kendisi olmayandır. Kapitalizm hayatın içindeki kadına sadece üretmeyi, tüketmeyi, sömürülmeyi, insandışı bir varlık olmayı verir, böylece onu en kolay sömürülen haline getirir.

Çevre ve ekolojik denge kapitalizm için asla hiçbir şey ifade etmez. Burjuvazi insanı ve doğayı parçalamadan, yakıp, dökmeden, ormanları, denizleri, ırmakları, göller, dağları, ovaları dileğince, hesapsızca, sömürür ki bu onun için hiç bir şey ifade etmez. Çevre ve ekolojinin bozulması, yağmalanması, yıkılması, bir daha yenilenemez hale gelmesi burjuvazi için hiçbir şey ifade etmez. Nasıl ki insanı sömürürken o insanın ölümü, kalımı, sağlığı, yaşam koşulları ne kadar önemsiz ve değersizse çevre ve ekolojide o kadar değersizdir. Doğanın sömürülmesi ve katliamı insanın sömürü ve katliamına paralel işler kapitalizmde. Bu katliamlar ve sömürülerin tek amacı daha çok kar daha çok sermayedir. İnsanlığın insanlıktan çıkması, çevrenin ve ekolojik dengenin bozulması, kolay kolay bir daha yenilenemeyecek hale gelmesi burjuvazinin çıkarlarına en uygun haldir. İnsan ve doğa burjuvazi için sadece birer kar ve sermaye aracıdır, burjuvazi için insan ve doğanın kaybı ve yıkımı asla önemli değildir. Nitekim kapitalizmin sonu ya insanlığın ve doğanın sonudur ya da Bilimsel Sosyalizmdir dememiştir boşu boşuna Karl Marks.

Özgür bir toplum, emeğin ve alınterinin karşılığı, insanın insanlaşmasını sağlayacak eşitlik ve demokrasi ancak bilimsel sosyalist bir sitemde yani insanın insanı ve doğayı sömürmediği bir toplum gerçekleşebilir. Unutulan ve gözden kaçan en önemli sorun özgürlük, demokrasi, eşitlik, barış, dayanışma, birlik, kapitalist sisteme ait kavramlar değildir. Kapitalizmin varoluşunun başından günümüze kadar en küçük, en basit bir tarih incelemesiyle görülecektir ki kapitalizm bu kavramlarla ilgilenmez, ilgilense de bu kavramlar yani özgürlük, demokrasi, eşitlik, barış, dayanışma, birlik gibi her zaman sermaye birikimine, kara, ranta, faize yenik düşmüştür. Çünkü kapitalizm için önemli olan sermayedir ve onun her zaman artmasıdır.

Kapitalizme umut bağlayan sendikalar sadece kapitalizmin devamı adına sebep olurlar. Kapitalizmden medet umanlar sadece burjuvazinin kölesi olmaya devam ederler. Kapitalizmden bir şeyler almayı, bir şeyler elde etmeyi düşünmek burjuvazinin yediği yemeğe ortak olmak demektir, burjuvazinin üretici güçlerle değil ortak olmak yerine daha fazla onu köleleştirmek gibi bir derdi vardır. Burjuvazi kapitalist devlet aygıtını kullanarak üretici güçler üzerinde sadece korku, baskı, şiddet, sömürü, katliam yaratır ki bunu da zorla yapar. Zor kapitalizmin devlet aygıtı üzerinde yarattığı her türlü burjuva yasallığıdır. Bu yasallık her türlü koşulda tüm kurumlarıyla sadece üretici güçleri kuşatmaktır. Bu kuşatma kendini darbelerle, karşı devrimlerle, vergilerle, düşük ücretlerle, işsizlikle, savaşlarla, sözde ekonomik krizlerle, kendisini ve varlığını üretici güçlere dayatır.

Evet, üretici güçler sessiz kalmamalıdır. Kapitalist sistemde burjuvaziye ve onun devlet aygıtına sessiz kalmak daha fazla köleliktir, sömürüdür, baskıdır, şiddettir. Sessiz kalan üretici güçler sadece burjuvazinin ona dayattığı sömürüyü daha fazla artırmasına sebep olur.

Üretici güçleri kurtaracak olan tek yol kapitalizm karşısında onu tüm kurumlarıyla yerle bir edip, yerine üretici güçlerin insanlaşmasını sağlayacak olan devrimle ve bilimsel sosyalizmle mümkündür. Kapitalizmi yıkmayan ve yerine bilimsel sosyalizmi inşa etmeyen üretici güçler kapitalizmin yok edeceği insanlık ve doğaya ve bu katliama, bu sömürüye seyirci kalmasından dolayı daha fazla köleleşmesi olacaktır.


HASAN HÜSEYİN BEYDİL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder