27 Mart 2016 Pazar

“BİLİNEN YA DA BİLİNMEYEN” DE OLSA SÖMÜRELEN EMEKTİR

Uzun yıllar “kart, kurt karda yürürken çıkan sesten yola çıkarak dağ Türkleri, Arap ve Farslardan etkilenen Türkler, göçebe Türkler vs.” daha kim bilir emvai çeşit isimle anılan Kürtlere sonunda devlet eliyle geçtiğimiz yıllarda “Kürtçe” olduğu iddia edilen bir televizyon kanalı açıldı.

Kanalın “Kürtçe” kanal olduğunu dışarıdan bakan Kürtçe bilenler söylese de devletin ilgili kurumları “Kürtçe” kanal olduğunu söylüyor mu ona bakmak lazım.

Hadi diyelim ki “Kürtçe” kanal peki “Kürtçe” dediğiniz nedir diye sorulduğunda bu kanalda çalışanlar ve bu kanalı açanlar ne cevap veriyor acaba… Bunu hiç merak etmeye gerek yok açık net bir cevapla “bilinmeyen bir dil” deniyor. Peki devletin vatandaşlarından topladığı vergilerle kurdurduğu ve yayın yaptırdığı bu kanal “bilinmeyen bir dil” de yayın yapıyorsa bu “bilinmeyen dili” anlayanlar kim. Elbette ki bilinmeyen bir halk! Dolayısıyla kimse kimseyi kandırmasın ortada “Kürtçe” bir kanal yok. Sadece devletin eliyle “bilinmeyen bir dil”le bilinmeyen bir halka yayın yapan bir kanal mevcut.

Bu kanalın yasal, anayasal vs. dayanakları nedir bilen var mı diyelim ki var ve orada “Kürtçe” yayın yapma yetkisine ilişkin herhangi bir şey var mı yoksa “bilinmeyen dil” adına mı yasal düzenleme yapılmış. Diyelim ki “Kürtçe” adına yapılmış olsun, peki bu dilde orada çalışanların yaptıkları programları denetleyenler ya da düzenleyenler bu programları “bilinmeyen dil” bilenler mi yapıyorlar yoksa Kürtçe ile mi yapıyorlar. Burada çalışanlara maaşları verilirken bu maaşlar neyin karşılığı olarak veriliyor acaba “Kürtçe” program yaptıkları için mi “bilinmeyen dil”le program yaptıkları için mi. elbette savcının “Kürtçe” savunma yapmak isteyenlere “ bilinmeyen dil”le savunma yapamazsınız demesi ile “bilinmeyen dil”le yayın yapılır arasında ki çelişkiden de vazgeçelim bir an için. Böylesine saçma, sapan, akla mantığa zarar, hatta öylesine anlamsız ve boşu boşuna harcanan enerjiyi mi düşünelim yoksa bu toplumu aptal yerine bile koymayıp deli gömleği giydirircesine yapılan uygulamalara mı yanalım. Savcı hazırladığı iddianamede kendisi “Türkçe” iddianame hazırladığını iddia etse de Kürt örgüt, kurum, yayın organı, dernek vs. isimlerini ya da pardon “bilinmeyen dil” ile kurulmuş olanları nedense iddianamesinde “Kürtçe” yazabiliyor pardon “bilinmeyen dil”le yazabiliyor. Peki savcının iddianamede kullandığı dil “Kürtçe” ise neden “Kürtçe” iddianameye serbestte “Kürtçe” savunmaya izin yok, “bilinmeyen dil”le yazıldıysa “bilinmeyen dil ”de savcının iddia ettiği gibi sanıkların hepsinin “Türkçe” bildiklerini bildiği halde “bilinmeyen dili” bilip bilmediğini nereden biliyor bunu test etmiş midir… İddianamede geçen “Kürtçe” kelimeler, cümleler ya da “bilinmeyen dil”le geçen kelimeler ya da cümleler kim ve ne tarafından anlaşılacaktır, anlaşılacak ise bunların hangi dilden olduğu neden belirtilmiyor, belirtildi de sanıkların bundan haberi yok mu, hadi onların haberi yok avukatlarının da mı haberi yok… Savcının iddianamede “Kürtçe” ya da “bilinmeyen dil”i kullanmak hakkı olduğu kadar savunma makamın da “Kürtçe” ya da “bilinmeyen dil”i kullanma hakkı yok mu?

Uluslararası dil literatüründe “Kürtçe” bir dil olarak tanınmakta ve pek çok ülke de bu dil de pek çok faaliyet yürüten kurum bulunmaktadır. Hatta hatta en güvenilir olması açısında Türk cumhuriyetleri yetkililerine, elçiliklerine sorulabilir. Örneğin Azerbaycan’a, Kırgızistan vs. telefon açılıp bu “bilinmeyen dil”in ne olduğu ne olmadığı yetkililer tarafından öğrenilebilir. Keza müslüman olması açısından İran, Irak, Suriye ve diğer Arap ülkelerine de sorulabilir bu “bilinmeyen dil”. Yok, eğer hiçbir akademik, kurumsal, resmi vs. kurumlar da yeterli değilse internet de google ve facebook yetkililerine de sorulabilir bu “bilinmeyen dil”in ne olduğu sadece ilk yardım acil yardım olsun diye!

Bu arada “Kürtçe” olduğu iddia edilen televizyon mevcut hükümete abd dayatması olarak yaptırılmadı. Şurada anlaşalım abd ne bu ülkeye ne de başka bir ülkeye hiçbir şeyi dayatmaz. Dayatması gereken bir durum söz konusu olursa o ülke ile doğrudan ya da dolaylı bir şekilde savaşır. Peki, mevcut durum nedir, elbette ki abd’nin dayatması değil işbirliğidir “Kürtçe” televizyon. Mevcut hükümet abd ile olan uyum içindeki işbirliğinin sonucudur bunlar. Kaldı ki bu işbirliği sadece televizyon konusunda değil pek çok alandadır. Ayrıca bu işbirliği sadece bu coğrafya içinde geçerli değildir. nato üyesi olmasından ötürü abd bu ülke yetkilileriyle gerektiğinde diz dize siperlerde savaşacak kadar işbirliği içindedir. Dolayısıyla hükümete abd’ye kızmaya darılmaya gerek yok onlar kendi egemenliklerinin devamı adına ortak aldıkları kararları uygulamaktadırlar!

Ayrıca bu “Kürtçe” kanal gibi diğer pek çok uygulamaya tepeden inme demek tarih bilgisinden yoksun olmakla eşdeğerdir. Tarih bize en azından “tanzimat, meşrutiyet ve cumhuriyet” dönemlerinin incelendiği takdirde bu coğrafya da sözde yapılan reform, değişim, dönüşüm, demokrasi adına yapılanların her zaman tepeden inme olduğunu göstermektedir. Buna da şaşırmaya gerek yok.

Sistem aynen süreklilik arz ederek devam etmektedir. Dolayısıyla halkın kendisinin doğrudan yönetime katılma arzusu olmadığı sürece egemen güçler her zaman sözde demokrasilerini, değişimlerini, reformlarını tepeden inme yapmaya devam edecektir. “Halkın bunun tersine bir talebi olmayana kadar” burası önemli. Kendisini halkın yerine koyan çeşitli çevreler sadece ve sadece mevcut düzenin egemen güçlerine hizmet etmekten öte gitmemektedir sözde değişim, reform talepleriyle. Kaldı ki bu talepler ancak devrimle gerçekleşebilir onun dışında hâkim sınıflar sadece kendi çıkarları menfaatleri doğrultusunda yasal anayasal düzenleme yaparlar kimse çok fazla demokrasiye havaslanmasın ya da umutlanmasın.

Demokrasi özgürlük denilen hak öyle mevcut sistem tarafından verilen bir şey değildir ama alınan bir şey olduğu kesindir. Kaldı ki tarih burjuvazinin hiçbir dönem üretici güçlere eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi vs. adına hak verdiğini yazmamıştır. Sadece bir parmak bal çalarak üretici güçlerde bu hakları elde ettikleri gibi bir yalana inandırılmaya çalışılmıştır. Ancak gerçek bunu tam tersidir.

“Mevcut egemenler ya da geçmiş egemenler zaman zaman yasadışı ya da kanunsuz işler yaptı” gibi iddialar asılsızdır öncelikle bunu belirtelim. Hiçbir burjuva hükümeti yasadışı kanunsuz iş yapmaz. Bu arada burjuva devlet sistemi sadece ve sadece burjuvaları koruma, kollama, egemen kılma, her türlü hakka sahip olma vs. üzerinden şekillenmiştir. Burjuvazinin kendi devlet sistemi içerisinde yasadışı kanunsuz davranması denilen şey henüz o yapılan “hırsızlık, gasp, cinayet vs.” her ne ise onunla ilgili yasa kanun hazırlanmamıştır ya da hazır değildir onu da en kısa zamanda yaparlar ve o yeni gerçekleştirdikleri “hırsızlık, gasp, cinayet vs.” her ne ise bir de bakmışsınız ki yasal ve kanunlara uygun hale gelmiş. Bunda da şaşıracak bir şey yok sistem onun olduğu için dilediği gibi kanun, kanunsuzluk vs. yapabilir ancak dışardan bakıldığında ortada hiçbir kanunsuzluk söz konusu değildir, burjuvazinin uygulamalarında. Dolayısıyla da “bilinmeyen dil” de yayın yapan kanalın yayın yapmasını sağlamasında kanunsuz hiçbir şey yoktur. Kaldı ki darbeler, katliamlar, işkenceler, inkâr ve imha politikaları, kayıplar, işsizlik, açlık, yoksulluk ve daha pek çok şey burjuvazi için hiçbir zaman kanunsuz değildir bunların hepsi yasal dayanaklarla gerçekleştirilir.

Kaldı ki her kapitalist devletin gizli ve açık yasa ve anayasaları vardır, hiçbir şekilde açık yasalar ve anayasalar ne kadar reforme edilse de ne kadar insan hak ve özgürlükleri adına düzenlense de her zaman için gizli yasa ve anayasa devrededir ve diledikleri zaman bunu uygulamaya koyarlar. Bunun en bariz örneğini İngiltere’de metro patlaması, abd’de 11 eylül patlaması, çatlaması sonrası mevcut yasa ve anayasanın nasıl devreden çıkarıldığını yerine adı gizli olan ama gerçek anayasa ve yasalar sadece ülke sınırlarında değil tüm dünyada uygulamaya konuldu. Keza bu coğrafyada da her darbe sonrası benzer durumlar yaşanmıştır. Her seferinde bu gizli, yasa ve anayasalar devreye sokulduğunda ne hikmetse bunu özgürlük ve demokrasi adına yaptıklarını savunmuşlardır.

Ekonomik koşullar kullanılarak “uluslar” denetim altına alınmaz. Ekonomik koşulların her hangi bir ülke de, bölge de değişmesi gelişmesi o yerin üretici güçlerinin sömürülmesi içindir. “Yok, efendim falan yer de filan fabrika kuruldu falan yerde filan holding yerleşti” bu oradaki ulusu yönetme, denetleme, adına olduğu kadar esas olan oradaki üretici güçleri sömürmektir. Onların emeğinin daha da rahat sömürülmesi adınadır bütün o yeni yerleşmeler yeni fabrikalar holdingler.

Sömürü bir bütündür. Denetim bir bütündür. İşgal bir bütündür. Bunların birbirleriyle olan ilişkisi de bir bütündür. Sanki farklı elektronlarmış gibi farklı yörüngeler de yol alsalar da esasında aynı atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlardır bunlar.

Sömürü sosyal, kültürel, ekonomik vs. şekli ne olursa olsun bir bütün halinde yerleşir ve bu doğrudan emeğe yönelik bir saldırı ve gasp şeklinde olur. Dini, dili, cinsiyeti, ulusu (detaylı bilgi için bu konuda ımf ve dünya bankasının, borsaların, kapitalist hükümetlerin, sermayenin el kitabına bakılabilir) vs. fark etmez ya az ya da biraz fazla olması sömürünün sadece şiddetini gösterir.

Hangi ülke ya da ulus olursa olsun kendine ait ulus yaratmak gibi bir sorunu yoktur. Esas olan onun sömüreceği emektir. Emek nerede olursa olsun burjuvazi için esas olan sömürülecek olmasıdır.


HASAN HÜSEYİN BEYDİL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder