“BİLİNEN YA DA BİLİNMEYEN” DE
OLSA SÖMÜRELEN EMEKTİR
Uzun yıllar “kart, kurt karda
yürürken çıkan sesten yola çıkarak dağ Türkleri, Arap ve Farslardan etkilenen
Türkler, göçebe Türkler vs.” daha kim bilir emvai çeşit isimle anılan Kürtlere
sonunda devlet eliyle geçtiğimiz yıllarda “Kürtçe” olduğu iddia edilen bir
televizyon kanalı açıldı.
Kanalın “Kürtçe” kanal
olduğunu dışarıdan bakan Kürtçe bilenler söylese de devletin ilgili kurumları
“Kürtçe” kanal olduğunu söylüyor mu ona bakmak lazım.
Hadi diyelim ki “Kürtçe” kanal
peki “Kürtçe” dediğiniz nedir diye sorulduğunda bu kanalda çalışanlar ve bu
kanalı açanlar ne cevap veriyor acaba… Bunu hiç merak etmeye gerek yok açık net
bir cevapla “bilinmeyen bir dil” deniyor. Peki devletin vatandaşlarından
topladığı vergilerle kurdurduğu ve yayın yaptırdığı bu kanal “bilinmeyen bir
dil” de yayın yapıyorsa bu “bilinmeyen dili” anlayanlar kim. Elbette ki
bilinmeyen bir halk! Dolayısıyla kimse kimseyi kandırmasın ortada “Kürtçe” bir
kanal yok. Sadece devletin eliyle “bilinmeyen bir dil”le bilinmeyen bir halka
yayın yapan bir kanal mevcut.
Bu kanalın yasal, anayasal vs.
dayanakları nedir bilen var mı diyelim ki var ve orada “Kürtçe” yayın yapma
yetkisine ilişkin herhangi bir şey var mı yoksa “bilinmeyen dil” adına mı yasal
düzenleme yapılmış. Diyelim ki “Kürtçe” adına yapılmış olsun, peki bu dilde
orada çalışanların yaptıkları programları denetleyenler ya da düzenleyenler bu
programları “bilinmeyen dil” bilenler mi yapıyorlar yoksa Kürtçe ile mi
yapıyorlar. Burada çalışanlara maaşları verilirken bu maaşlar neyin karşılığı
olarak veriliyor acaba “Kürtçe” program yaptıkları için mi “bilinmeyen dil”le
program yaptıkları için mi. elbette savcının “Kürtçe” savunma yapmak
isteyenlere “ bilinmeyen dil”le savunma yapamazsınız demesi ile “bilinmeyen
dil”le yayın yapılır arasında ki çelişkiden de vazgeçelim bir an için.
Böylesine saçma, sapan, akla mantığa zarar, hatta öylesine anlamsız ve boşu
boşuna harcanan enerjiyi mi düşünelim yoksa bu toplumu aptal yerine bile
koymayıp deli gömleği giydirircesine yapılan uygulamalara mı yanalım. Savcı
hazırladığı iddianamede kendisi “Türkçe” iddianame hazırladığını iddia etse de
Kürt örgüt, kurum, yayın organı, dernek vs. isimlerini ya da pardon “bilinmeyen
dil” ile kurulmuş olanları nedense iddianamesinde “Kürtçe” yazabiliyor pardon
“bilinmeyen dil”le yazabiliyor. Peki savcının iddianamede kullandığı dil
“Kürtçe” ise neden “Kürtçe” iddianameye serbestte “Kürtçe” savunmaya izin yok,
“bilinmeyen dil”le yazıldıysa “bilinmeyen dil ”de savcının iddia ettiği gibi
sanıkların hepsinin “Türkçe” bildiklerini bildiği halde “bilinmeyen dili” bilip
bilmediğini nereden biliyor bunu test etmiş midir… İddianamede geçen “Kürtçe”
kelimeler, cümleler ya da “bilinmeyen dil”le geçen kelimeler ya da cümleler kim
ve ne tarafından anlaşılacaktır, anlaşılacak ise bunların hangi dilden olduğu
neden belirtilmiyor, belirtildi de sanıkların bundan haberi yok mu, hadi
onların haberi yok avukatlarının da mı haberi yok… Savcının iddianamede
“Kürtçe” ya da “bilinmeyen dil”i kullanmak hakkı olduğu kadar savunma makamın
da “Kürtçe” ya da “bilinmeyen dil”i kullanma hakkı yok mu?
Uluslararası dil literatüründe
“Kürtçe” bir dil olarak tanınmakta ve pek çok ülke de bu dil de pek çok
faaliyet yürüten kurum bulunmaktadır. Hatta hatta en güvenilir olması açısında Türk
cumhuriyetleri yetkililerine, elçiliklerine sorulabilir. Örneğin Azerbaycan’a,
Kırgızistan vs. telefon açılıp bu “bilinmeyen dil”in ne olduğu ne olmadığı
yetkililer tarafından öğrenilebilir. Keza müslüman olması açısından İran, Irak,
Suriye ve diğer Arap ülkelerine de sorulabilir bu “bilinmeyen dil”. Yok, eğer
hiçbir akademik, kurumsal, resmi vs. kurumlar da yeterli değilse internet de
google ve facebook yetkililerine de sorulabilir bu “bilinmeyen dil”in ne olduğu
sadece ilk yardım acil yardım olsun diye!
Bu arada “Kürtçe” olduğu iddia
edilen televizyon mevcut hükümete abd dayatması olarak yaptırılmadı. Şurada
anlaşalım abd ne bu ülkeye ne de başka bir ülkeye hiçbir şeyi dayatmaz.
Dayatması gereken bir durum söz konusu olursa o ülke ile doğrudan ya da dolaylı
bir şekilde savaşır. Peki, mevcut durum nedir, elbette ki abd’nin dayatması
değil işbirliğidir “Kürtçe” televizyon. Mevcut hükümet abd ile olan uyum
içindeki işbirliğinin sonucudur bunlar. Kaldı ki bu işbirliği sadece televizyon
konusunda değil pek çok alandadır. Ayrıca bu işbirliği sadece bu coğrafya
içinde geçerli değildir. nato üyesi olmasından ötürü abd bu ülke yetkilileriyle
gerektiğinde diz dize siperlerde savaşacak kadar işbirliği içindedir.
Dolayısıyla hükümete abd’ye kızmaya darılmaya gerek yok onlar kendi
egemenliklerinin devamı adına ortak aldıkları kararları uygulamaktadırlar!
Ayrıca bu “Kürtçe” kanal gibi
diğer pek çok uygulamaya tepeden inme demek tarih bilgisinden yoksun olmakla
eşdeğerdir. Tarih bize en azından “tanzimat, meşrutiyet ve cumhuriyet”
dönemlerinin incelendiği takdirde bu coğrafya da sözde yapılan reform, değişim,
dönüşüm, demokrasi adına yapılanların her zaman tepeden inme olduğunu
göstermektedir. Buna da şaşırmaya gerek yok.
Sistem aynen süreklilik arz
ederek devam etmektedir. Dolayısıyla halkın kendisinin doğrudan yönetime
katılma arzusu olmadığı sürece egemen güçler her zaman sözde demokrasilerini,
değişimlerini, reformlarını tepeden inme yapmaya devam edecektir. “Halkın bunun
tersine bir talebi olmayana kadar” burası önemli. Kendisini halkın yerine koyan
çeşitli çevreler sadece ve sadece mevcut düzenin egemen güçlerine hizmet
etmekten öte gitmemektedir sözde değişim, reform talepleriyle. Kaldı ki bu
talepler ancak devrimle gerçekleşebilir onun dışında hâkim sınıflar sadece
kendi çıkarları menfaatleri doğrultusunda yasal anayasal düzenleme yaparlar
kimse çok fazla demokrasiye havaslanmasın ya da umutlanmasın.
Demokrasi özgürlük denilen hak
öyle mevcut sistem tarafından verilen bir şey değildir ama alınan bir şey
olduğu kesindir. Kaldı ki tarih burjuvazinin hiçbir dönem üretici güçlere
eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi vs. adına hak verdiğini yazmamıştır.
Sadece bir parmak bal çalarak üretici güçlerde bu hakları elde ettikleri gibi
bir yalana inandırılmaya çalışılmıştır. Ancak gerçek bunu tam tersidir.
“Mevcut egemenler ya da geçmiş
egemenler zaman zaman yasadışı ya da kanunsuz işler yaptı” gibi iddialar
asılsızdır öncelikle bunu belirtelim. Hiçbir burjuva hükümeti yasadışı kanunsuz
iş yapmaz. Bu arada burjuva devlet sistemi sadece ve sadece burjuvaları koruma,
kollama, egemen kılma, her türlü hakka sahip olma vs. üzerinden şekillenmiştir.
Burjuvazinin kendi devlet sistemi içerisinde yasadışı kanunsuz davranması
denilen şey henüz o yapılan “hırsızlık, gasp, cinayet vs.” her ne ise onunla
ilgili yasa kanun hazırlanmamıştır ya da hazır değildir onu da en kısa zamanda
yaparlar ve o yeni gerçekleştirdikleri “hırsızlık, gasp, cinayet vs.” her ne
ise bir de bakmışsınız ki yasal ve kanunlara uygun hale gelmiş. Bunda da
şaşıracak bir şey yok sistem onun olduğu için dilediği gibi kanun, kanunsuzluk vs.
yapabilir ancak dışardan bakıldığında ortada hiçbir kanunsuzluk söz konusu
değildir, burjuvazinin uygulamalarında. Dolayısıyla da “bilinmeyen dil” de
yayın yapan kanalın yayın yapmasını sağlamasında kanunsuz hiçbir şey yoktur.
Kaldı ki darbeler, katliamlar, işkenceler, inkâr ve imha politikaları,
kayıplar, işsizlik, açlık, yoksulluk ve daha pek çok şey burjuvazi için hiçbir
zaman kanunsuz değildir bunların hepsi yasal dayanaklarla gerçekleştirilir.
Kaldı ki her kapitalist
devletin gizli ve açık yasa ve anayasaları vardır, hiçbir şekilde açık yasalar
ve anayasalar ne kadar reforme edilse de ne kadar insan hak ve özgürlükleri
adına düzenlense de her zaman için gizli yasa ve anayasa devrededir ve
diledikleri zaman bunu uygulamaya koyarlar. Bunun en bariz örneğini İngiltere’de
metro patlaması, abd’de 11 eylül patlaması, çatlaması sonrası mevcut yasa ve
anayasanın nasıl devreden çıkarıldığını yerine adı gizli olan ama gerçek
anayasa ve yasalar sadece ülke sınırlarında değil tüm dünyada uygulamaya
konuldu. Keza bu coğrafyada da her darbe sonrası benzer durumlar yaşanmıştır.
Her seferinde bu gizli, yasa ve anayasalar devreye sokulduğunda ne hikmetse bunu
özgürlük ve demokrasi adına yaptıklarını savunmuşlardır.
Ekonomik koşullar kullanılarak
“uluslar” denetim altına alınmaz. Ekonomik koşulların her hangi bir ülke de,
bölge de değişmesi gelişmesi o yerin üretici güçlerinin sömürülmesi içindir. “Yok,
efendim falan yer de filan fabrika kuruldu falan yerde filan holding yerleşti”
bu oradaki ulusu yönetme, denetleme, adına olduğu kadar esas olan oradaki
üretici güçleri sömürmektir. Onların emeğinin daha da rahat sömürülmesi
adınadır bütün o yeni yerleşmeler yeni fabrikalar holdingler.
Sömürü bir bütündür. Denetim
bir bütündür. İşgal bir bütündür. Bunların birbirleriyle olan ilişkisi de bir
bütündür. Sanki farklı elektronlarmış gibi farklı yörüngeler de yol alsalar da
esasında aynı atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlardır bunlar.
Sömürü sosyal, kültürel,
ekonomik vs. şekli ne olursa olsun bir bütün halinde yerleşir ve bu doğrudan
emeğe yönelik bir saldırı ve gasp şeklinde olur. Dini, dili, cinsiyeti, ulusu
(detaylı bilgi için bu konuda ımf ve dünya bankasının, borsaların, kapitalist
hükümetlerin, sermayenin el kitabına bakılabilir) vs. fark etmez ya az ya da
biraz fazla olması sömürünün sadece şiddetini gösterir.
Hangi ülke ya da ulus olursa
olsun kendine ait ulus yaratmak gibi bir sorunu yoktur. Esas olan onun
sömüreceği emektir. Emek nerede olursa olsun burjuvazi için esas olan
sömürülecek olmasıdır.
HASAN HÜSEYİN BEYDİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder