27 Mart 2016 Pazar

BURJUVAZİ KATLİAM YAPARKEN CİNSİYET AYRIMI YAPMAZ

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü neden “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak neden kutlanmakta, anılmakta, eylemlere dönüştürülmekte? Bu soruyu kendimize sormadan bu güne dair konuşmak, yorum yapmak, eylem yapmak hangi sınıfa, hangi cinsiyete, hangi halka hizmet etmektedir? Örneğin bu tarih herhangi bir tarih midir? Yani birilerinin canı istedi, keyfi diye mi böyle gerektirdi ve “hadi 8 Mart’ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak mı kutlayalım” dedi? 8 Mart’ta kime ne oldu, hangi sınıfa yönelik ne yapıldı da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanılmaktadır? Bu sorular çoğaltılabilir, bu gibi sorulara cevap olması açısından doğrudan tarihsel sürece bir bakalım.

Öncelikle 1857 yılının abd ’sine gidelim. Bu ülkenin saraylarına, kalelerine, villalarına, köşklerine, askeri, sivil bürokrasisinin bulunduğu yerlere, fabrikatörlerinin, sermayedarlarının, senatörlerinin, kısacası ne kadar elit, seçkin, yüksek sınıftan olanların yani kısacası burjuvazinin ve onun yöneticilerinin, bürokratlarının vs olduğu yerlere değil newyork şehrinde 40.000 dokuma İŞÇİ ’sinin daha iyi çalışma koşullarında -ki bu insanca demektir- çalışmayı istemek amacıyla tekstil fabrikasında greve başladı. Dikkat! Özellikle bu cümleye dikkat! 40.000 dokuma İŞÇİ ’si neymiş İŞÇİ! Yani öncelikle 1857’nin 8 Mart’ında grev yapanlar İŞÇİ’ler. Ne için yapıyorlar bu grevi daha iyi çalışma koşullarında çalışmak için. Demek ki grevi gerçekleştirenler ne burjuvazi, ne aristokrasi, ne onların işbirlikçileri, ne askeri ve sivil bürokratları değil. Kimmiş İŞÇİ’ler! Burası umarım anlaşılmıştır.

Şimdi duyuyorum bu kısmı yazarken kapılardan, pencerelerden, bacalardan bas bas bağıranları, ne diyorlar “işçide nedir, işçi kimdir, işçi yardakçısı, işçi yalakası, işçi şovenisti, işçi putperesti, işçi popülisti…” gerisini herkes biliyordur umarım. Kim peki bu kapılara, pencerelere, bacalara dayanıp bas bas bağıranlar, elbette ki işbirlikçi sözde sol çevreler. Neden? Çünkü asla ama asla duymak istemedikleri bir kelimedir, kavramdır, sınıftır İŞÇİ’ler! Kesinlikle tahammül edemezler İŞÇİ kelimesine, bilirler ki İŞÇİ demek burjuvaziye olan hizmetlerinde, kulluklarında, biat edişlerinde karşı bir ileri adım atmadır, doğru olandır, gerçek olandır. İşbirlikçi sol çevreler burjuvaziyle olan bağlılıklarını önce konuşmalarında, literatürlerinde, siyasetlerinde İŞÇİ kelimesini, kavramını, sınıfını çıkararak yaparlar. Devam edelim.

1857’nin 8 Mart’ında bu 40.000 işçi elbette greve başlayınca burjuvazi ve emniyet güçleri boş duramazdı. Onların görevi burjuvazinin çıkar ve menfaatini tehlikeye sokacak her türlü eylemde burjuvaziyi ve onun özel mülkiyetini korumak, kollamaktır. Emniyet güçleri grevin yapıldığı fabrikaya gelerek adeta ava çıkarcasına doğrudan avlarını avlamak ve etkisiz hale getirmek adına tüm gücünü, araç gereçlerini kullanarak işçileri önce adeta bir avı yakalarcasına onların insan olup olmadığına bakmaksızın –ki burjuvazi ve onun emniyet güçleri için İŞÇİ’ler insan değil sadece ve sadece çalışması gereken kölelerdir ve burjuvazi istediği zaman bu köleleri cezalandırabilirdi, katledebilirdi, çünkü burjuvazi İŞÇİ’ler üzerinde her türlü hakka sahip olduğunu iddia etmektedir- fabrikada bulunan işçilere önce saldırdılar, bu saldırı karşısında İŞÇİ’ler fabrikaya girince emniyet güçleri fabrikaya İŞÇİ’leri hapsetti, her yeri kilitledi. Evet, artık burjuvazi ve onun emniyet güçleri İŞÇi’leri avlamıştı ve onları istediği gibi cezalandırabilirdi.

Cezalandırmak! Kim kimi, neden cezalandırılıyor? Dikkat! Burjuvazi İŞÇİ’lerin daha iyi koşullarda çalışma talebine karşı grev yapmasına karşılık onları esir aldıktan sonra dilediğini yapabilirdi! Neden mi? Neden olacak İŞÇİ’ler sadece ve sadece burjuvazinin vereceği kararlar doğrultusunda hareket etmeliydi burjuvaziye göre. Ama 1857’nin 8 Mart’ında böyle olmadı. İŞÇİ’ler bu şekilde kıstırıldılar, esir alındılar, tutsak edildiler. Gidebilecekleri hiçbir yer yoktu, kaçabilecekleri, saklanabilecekleri hiçbir yer yoktu. Ardından bu şekilde İŞÇİ’lerin kilit altına alınması yeterli değildi. Ne yapılabilirdi, ne yapmalıydı burjuvazi ve onun emniyet güçleri? Derhal görüşmeler yapıldı, kararlar alındı ve ardından burjuvazi çoktan mahkemesini hemen oracıkta kurdu, iddianameyi okudu ve idam kararını verdi. Evet, ne oldu şaşırdınız mı, idam kararını verdi, hemen oracıkta. Pardon, ne olacaktı, farklı bir şey mi bekliyordunuz, anladım, önce burjuvazi basın açıklaması yapacaktı, ardından paneller, sempozyumlar, sonra bir iki cılız eylemler, ardından tüm ülkeden gelenlerle ancak üç beş bin kişiyi geçemeyen mitingler yapacaktı ve ardından bu İŞÇİLERLE yüzleşecekti, hesaplaşacaktı, müzakere de bulunacaktı, sonrada sorunu barışçıl bir şekilde çözecekti değil mi! Evet, kesinlikle bu böyle olmalıydı, doğrusu da buydu, insana yakışanda bu şekilde sorunları çözmektir. Ancak karşınızdaki burjuvaziyse ondan ve onu emniyet güçlerinden ve işbirlikçilerden hiç kimse asla insanlık beklemesin. Burjuvazinin yüzleşmesi olmaz, burjuvazinin hesaplaşması olmaz, burjuvazinin müzakeresi olmaz, burjuvazinin uzlaşması olmaz, burjuvazinin barışı olmaz. Burjuvazi asla ve asla kendi egemenliğinden, mülkiyetinden, sermayesinden, devletinden, iktidarından taviz, ödün vermez, geri adım atmaz. Tabi bunu bekleyen bunun böyle olacağını düşünenler olacaktır, tıpkı günümüzde olduğu gibi. Ancak bu ihtimal dâhilin de olabilecek bir uygulama değildir. Evet, biraz önünü açar, biraz sözde özgürlükten, eşitlikten dem vurur, az çok görüşeceğini, müzakere edeceğini söyler, barıştan kardeşlikten bahseder ama asla mevcut sisteminin varlığını tehlikeye sokacak hiçbir şeye göz yummaz. Mevcut sisteminin en küçük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını hissettiği anda en ağır acıları, işkenceleri, katliamları insanlara yaşatır. Tıpkı 1857’nin 8 Mart’ın da New York’ta 40.000 işçinin grevinde fabrikaya hapsettiği işçileri hemen oracıkta kurduğu burjuva mahkemesinde yargılayıp grev yapan tüm işçileri yakma kararını aldı ve emniyet güçleri de derhal bu kararı uygulamaya koydu. 40.000 işçinin bulunduğu fabrikada çıkan yangın her yeri sardığında İŞÇİLERİN kaçacak, saklanacak, gidebilecekleri hiçbir yer yoktu. Yangın fabrikanın her yerini sardı. Tabi ki bu yangın sadece bir cezalandırmanın karşılığı değildi, aynı zamanda olur da bir ya da birkaç İŞÇİ emniyet güçlerinin kurduğu barikattan kaçmaya yeltenirse diye de mahkeme kararından çok önce alınmış bir tedbirdi bu yangın. Alevler fabrikanın ve İŞÇİLERİN bulunduğu her yeri iyiden iyiye sardığın dışarıda burjuvazi ve emniyet güçleri çoktan kutlamalara, zafer naralarına başlamışlardı. Bu yangın sonunda bilindiği kadarıyla tabi bu sayısının gerçek sayısını bilmek nerdeyse John Kennedy’nin katilini bilmek kadar gizli elbette değil. Kennedy’nin katilini bugün yarın öğreniriz, ama orada kaç İŞÇİNİN yanarak öldüğünü bilmemiz çokta kolay değil. Bilinen sayı 129 İŞÇİ öldürüldü. Evet, 129 İŞÇİ yakılar öldürüldü. Bu arada “öldü” ile “öldürüldü” arasında en az bir milyon km varken hala birçok çevre “öldürüldü” yerine “öldü” diyorsalar buna da şaşırmayalım çünkü bu bir kanıksamadır, yâdsımadır, inkârdır, içini boşaltmadır. Tarihin hangi ülkesine, hangi halkına bakarsak bakalım bu yakma işi oldukça sömürgeci güçler ve günümüzde burjuvazi açısından tutmuştur. Bu yakma işi öyle sıradan bir anlayışın ürünü değildir. Ortaçağ Avrupası’na gidilirse bu yakmanın köklerinin dönemin hristiyan din anlayışının engizisyon mahkemelerinin ürünü olduğu görülecektir yoğun bir şekilde. Onlardan önce de Roma’da Spartaküs ve yoldaşlarına uygulanmıştır. Asya toplumlarında da özellikle muaviye islam anlayışının ürünü olarak yakma şeklinde günümüze kadar gelen bir cezalandırma biçimi vardır. Esasında Sivas Katliamı ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu anlamda paraleldir. Her ikisi de cezalandırma yöntemi ve ideolojisi açısından birbirine benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla her iki eylemliğin anma, kutlama, protesto etme şeklindeki eylemliklerin yeniden düşünülerek hatta birleştirilerek kutlanması olabilir. Elbette buna yine yakılarak cezalandırılana sözde hayata dönüş operasyonunda ölenlerde eklenebilir. Elbette buna Diyarbakır zindanlarında esir edilen ve faşizme karşı mücadeleyi bedenlerini ateşe vererek mücadelenin en imkânsız koşullarda bile nasıl gerçekleştirileceğini gösteren Mazlum ve dörtlerde eklenebilir. Bu yanma ve yakılma türündeki cezalandırma ya da mücadele biçimlerini yeniden değerlendirip, yeniden düşünüp, yeniden yeni bir perspektifle ele alıp ortak mücadele alanları oluşturma açısından dikkatle incelemeliyiz. Bu yanma ve yakılmanın hem coğrafyamız açısından hem de dünya açısından daha büyük bir enternasyonal eylemliğin birleştiriciliği açısından ele almalıyız. Yanma ve yakılmanın tüm üretici güçleri ve halkların burjuvazi karşısında ya da tarih boyunca insanın insanı ve doğayı sömüren sistem ve ideolojilerine karşı bir birlikteliğin harcı olabilir.

Şimdi İŞÇİLER daha iyi çalışma koşulları istemiyle gerçekleştirdikleri 1857’nin 8 Mart’ındaki grev sonrasında burjuvazinin emniyet güçleri aracılığıyla 129 İŞÇİ yakılarak öldürüldü pek çoğu da yaralanarak tutuklandı ve o gün burjuvazi kendince zaferini kutladı. Aradan yıllar sonra yani 1910’un 26-27 Ağustos’unda Sosyalist Clara Zetkin yoldaş Kopenhag’da yapılan 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) 1857’nin 8 Mart’ında tekstil fabrikasında grev yapan ve burjuvazinin cezalandırması ile katledilen işçi yani emekçi kadınlar anısına 8 Mart’ın DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ olarak anılması önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Şimdi dikkat! Kim önermiş, hangi ideolojiye sahip biri önermiş, nerede önermiş 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü? Sanayici ve işadamları derneğinde, büyük kulüpte, loncalarda, odalar ve borsalar birliğinde, genç işadamları derneğinde, burjuva partilerinde, burjuvazinin ve işbirlikçilerin balosunda, kokteylinde, mi? Elbette hayır. Nerede 2. Enternasyonal’de neresi burası burası sosyalistlerin birlik, mücadele, dayanışma, tartışma vs yaptığı bir yer ve o yerin neresinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda. Neresiymiş dünyanın çeşitli ülkelerinden bira raya gelen sosyalistlerin enternasyonalinin sosyalist kadınlar konferansında. Buraları okurken bu ne kadar tekrar diyenlere cevap; burada değil bin değil yüz bin kez tekrarlasak da halen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün İŞÇİLERE yapılan katliam sonrasında sosyalistlerin yaptığı enternasyonalde sosyalistlerin aldığı ortak kararla anılmaya başlamadığını bilmeyen, unutan, inkâr eden ve bu günü burjuvaziye altın tepside sunan binlerce işbirlikçi olduğu içindir bu tekrar. Gelecek yıl belik daha çok tekrar etmeyiz umarım. Bu dünyaya sığırcık olarak gelip sığır olarak gitmek isteyenler şunu bir kez daha iyi anlasın 8 Mart sadece kadınlar günü değildir, 8 Mart işçi sınıfını yakarak katleden burjuvaziye karşı ve o gün ölenleri ve onların mücadelesinin mücadeleleri olduğumuzu bir kere daha ortaya koyma günüdür. Yoksa çiçekle, böcekle, şunla bunlar sağa sola çekerek 8 Mart’ın içini kimsenin boşalmaya gücü yetmez! Devam edelim 1921’e kadar esasında bu tarih tam olarak belirlenmemişti, daha çok ilkbaharda anmalar oluyordu. 1921’de ise Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart olarak kesin tarih belirlendi. 1921 Moskova neresi? 1917 ‘de Lenin yoldaş önderliğinde gerçekleştirilmiş olan sosyalist devrimin yaşandığı Sovyetler Birliği’nin başkenti. Neresiymiş, sosyalist bir devletin başkenti. Demek ki emperyalist kapitalist faşist bir ülkenin başkentinde değil sosyalist bir ülkenin başkentinde de 8 Mart tarihi kesinleştirilmiş. Şimdi burjuvazi ve burjuva kadınları şimdi 8 Mart’ın neresindeler? Evet, bu kadar hararetle kadınlar günü, kadınlar günü diyenler ya da içini boşaltmaya çalışanlar, katliamın üstünü kapatıp bugünü adeta bir karnaval, festival vs havasına sokanlar nerede? Katledilenler İŞÇİ kadınlar, öneriyi sunan ve onaylayanlar sosyalist kadınlar, daha sonra gün ve ayı kesin olarak saptayanlar sosyalist bir ülkede sosyalist kadınlar. Peki, burjuva kadınlarına ne oluyor, sözde kadın haklarını savunduğunu iddia eden çevrelere ne oluyor, işbirlikçi sözde sol çevrelere ne oluyor, liberal, statükocu, ırkçı şoven faşist kadınlara ne oluyor, gerici yobaz kadınlara ne oluyor da 8 Mart’ı anıyorlar ya da anma eylemlerine katılıyorlar, neden? Çok basit bu sorunu cevabı. Clara yoldaşın önerisi ve onunla birlikte bu kararı alan ve Moskova’daki tam olarak günü saptayıp onaylayan sosyalist kadınların bu emekleri, bu çabaları, bu savunuları, bu uygulamaları onlar için önemli değil, değerli değil, hatta dikkate bile alınacak bir anma bile değildir. Ne zamana kadar birleşmiş milletler genel kurulu 1977’nin 16 Aralık’ın da 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul edinceye kadar. 1977’den günümüze kadar evet birçok ülkede 8 Mart anılmakta, ancak bu anmaların büyük çoğunluğu bugünün bir burjuvazinin işçi sınıfını katlettiği gün olduğu ve orada katledilenlerin 129’un kadın işçi olduğu gerçeğini hafızalardan silmek, unutturmak ve sıradan anneler günü, sevgiler günü gibi bir gün haline getirmeye çalışmaktadır. Neden? burjuvazi nerede bir rantiye görürse oraya raptiye olurda ondan! Burjuvazi ne zaman ki bir şeyler bir yerlerde yaygınlaşıyor, ilerliyor derhal oraya nüfus eder ve orayı kendine benzetir. Bu sadece 8 Mart’la da kalmaz bu pek çok alanda, mücadelede böyledir. Baktı ki silahla, topla tüfekle olmuyor derhal oraya bir mikrop, bir virüs gibi ya doğrudan kendisi ya da işbirlikçi sözde sol çevreler aracılığıyla sızar ve oranın içini boşaltmaya çalışır.

8 Mart’a ilişkin değerlendirmeleri, yorumları, eylemleri vs düşünürken, yaparken, 1857’de ve halen pek çok kapitalist ülkede katledilen üretici güçleri ve halkları düşünmeden sadece bugünü kadın günü olarak anmak burjuvazinin ve işbirlikçi sözde sol çevrelerin hem kadını, hem işçileri, hem burjuvazinin katliamcı yüzünü inkârdır.

Kapitalist bir sistemin kendisine karşı tehdit olarak gördüğü üretici güçler ve halkların kadın olması ya da erkek olması hatta hatta çocuk ya da yaşlı olması burjuvazinin katliamcı sistemi açısından hiçbir şeyi değiştirmez. Burjuvazi kendi devletinin, iktidarının, sermayesinin tehdit altında odluğunu anladığı ya da gördüğü anda derhal askeri güçlerini emniyet güçlerini harekete geçirir ve insanın insana yapabileceği en şiddetli katliamı hiç gözlerini kırpmadan gerçekleştirirler. Katliamı gerçekleştiren aldıkları emir “kadın demeden, çocuk demeden, erkek demeden, yaşlı demeden imha edin” şeklindedir. Kısacası burjuvazi katliam yaparken cinsiyet ayrımı yapmaz.


HASAN HÜSEYİN BEYDİL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder