BURJUVAZİ
KATLİAM YAPARKEN CİNSİYET AYRIMI YAPMAZ
8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü neden “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak neden
kutlanmakta, anılmakta, eylemlere dönüştürülmekte? Bu soruyu kendimize sormadan
bu güne dair konuşmak, yorum yapmak, eylem yapmak hangi sınıfa, hangi
cinsiyete, hangi halka hizmet etmektedir? Örneğin bu tarih herhangi bir tarih
midir? Yani birilerinin canı istedi, keyfi diye mi böyle gerektirdi ve “hadi 8
Mart’ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak mı kutlayalım” dedi? 8 Mart’ta kime ne
oldu, hangi sınıfa yönelik ne yapıldı da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
olarak kutlanılmaktadır? Bu sorular çoğaltılabilir, bu gibi sorulara cevap
olması açısından doğrudan tarihsel sürece bir bakalım.
Öncelikle
1857 yılının abd ’sine gidelim. Bu ülkenin saraylarına, kalelerine,
villalarına, köşklerine, askeri, sivil bürokrasisinin bulunduğu yerlere,
fabrikatörlerinin, sermayedarlarının, senatörlerinin, kısacası ne kadar elit,
seçkin, yüksek sınıftan olanların yani kısacası burjuvazinin ve onun
yöneticilerinin, bürokratlarının vs olduğu yerlere değil newyork şehrinde
40.000 dokuma İŞÇİ ’sinin daha iyi çalışma koşullarında -ki bu insanca
demektir- çalışmayı istemek amacıyla tekstil fabrikasında greve başladı.
Dikkat! Özellikle bu cümleye dikkat! 40.000 dokuma İŞÇİ ’si neymiş İŞÇİ! Yani
öncelikle 1857’nin 8 Mart’ında grev yapanlar İŞÇİ’ler. Ne için yapıyorlar bu
grevi daha iyi çalışma koşullarında çalışmak için. Demek ki grevi
gerçekleştirenler ne burjuvazi, ne aristokrasi, ne onların işbirlikçileri, ne
askeri ve sivil bürokratları değil. Kimmiş İŞÇİ’ler! Burası umarım
anlaşılmıştır.
Şimdi
duyuyorum bu kısmı yazarken kapılardan, pencerelerden, bacalardan bas bas bağıranları,
ne diyorlar “işçide nedir, işçi kimdir, işçi yardakçısı, işçi yalakası, işçi şovenisti,
işçi putperesti, işçi popülisti…” gerisini herkes biliyordur umarım. Kim peki
bu kapılara, pencerelere, bacalara dayanıp bas bas bağıranlar, elbette ki
işbirlikçi sözde sol çevreler. Neden? Çünkü asla ama asla duymak istemedikleri
bir kelimedir, kavramdır, sınıftır İŞÇİ’ler! Kesinlikle tahammül edemezler İŞÇİ
kelimesine, bilirler ki İŞÇİ demek burjuvaziye olan hizmetlerinde,
kulluklarında, biat edişlerinde karşı bir ileri adım atmadır, doğru olandır,
gerçek olandır. İşbirlikçi sol çevreler burjuvaziyle olan bağlılıklarını önce
konuşmalarında, literatürlerinde, siyasetlerinde İŞÇİ kelimesini, kavramını,
sınıfını çıkararak yaparlar. Devam edelim.
1857’nin
8 Mart’ında bu 40.000 işçi elbette greve başlayınca burjuvazi ve emniyet
güçleri boş duramazdı. Onların görevi burjuvazinin çıkar ve menfaatini
tehlikeye sokacak her türlü eylemde burjuvaziyi ve onun özel mülkiyetini
korumak, kollamaktır. Emniyet güçleri grevin yapıldığı fabrikaya gelerek adeta
ava çıkarcasına doğrudan avlarını avlamak ve etkisiz hale getirmek adına tüm
gücünü, araç gereçlerini kullanarak işçileri önce adeta bir avı yakalarcasına
onların insan olup olmadığına bakmaksızın –ki burjuvazi ve onun emniyet güçleri
için İŞÇİ’ler insan değil sadece ve sadece çalışması gereken kölelerdir ve
burjuvazi istediği zaman bu köleleri cezalandırabilirdi, katledebilirdi, çünkü
burjuvazi İŞÇİ’ler üzerinde her türlü hakka sahip olduğunu iddia etmektedir-
fabrikada bulunan işçilere önce saldırdılar, bu saldırı karşısında İŞÇİ’ler
fabrikaya girince emniyet güçleri fabrikaya İŞÇİ’leri hapsetti, her yeri
kilitledi. Evet, artık burjuvazi ve onun emniyet güçleri İŞÇi’leri avlamıştı ve
onları istediği gibi cezalandırabilirdi.
Cezalandırmak!
Kim kimi, neden cezalandırılıyor? Dikkat! Burjuvazi İŞÇİ’lerin daha iyi
koşullarda çalışma talebine karşı grev yapmasına karşılık onları esir aldıktan
sonra dilediğini yapabilirdi! Neden mi? Neden olacak İŞÇİ’ler sadece ve sadece
burjuvazinin vereceği kararlar doğrultusunda hareket etmeliydi burjuvaziye
göre. Ama 1857’nin 8 Mart’ında böyle olmadı. İŞÇİ’ler bu şekilde kıstırıldılar,
esir alındılar, tutsak edildiler. Gidebilecekleri hiçbir yer yoktu,
kaçabilecekleri, saklanabilecekleri hiçbir yer yoktu. Ardından bu şekilde İŞÇİ’lerin
kilit altına alınması yeterli değildi. Ne yapılabilirdi, ne yapmalıydı
burjuvazi ve onun emniyet güçleri? Derhal görüşmeler yapıldı, kararlar alındı
ve ardından burjuvazi çoktan mahkemesini hemen oracıkta kurdu, iddianameyi
okudu ve idam kararını verdi. Evet, ne oldu şaşırdınız mı, idam kararını verdi,
hemen oracıkta. Pardon, ne olacaktı, farklı bir şey mi bekliyordunuz, anladım,
önce burjuvazi basın açıklaması yapacaktı, ardından paneller, sempozyumlar,
sonra bir iki cılız eylemler, ardından tüm ülkeden gelenlerle ancak üç beş bin
kişiyi geçemeyen mitingler yapacaktı ve ardından bu İŞÇİLERLE yüzleşecekti,
hesaplaşacaktı, müzakere de bulunacaktı, sonrada sorunu barışçıl bir şekilde
çözecekti değil mi! Evet, kesinlikle bu böyle olmalıydı, doğrusu da buydu,
insana yakışanda bu şekilde sorunları çözmektir. Ancak karşınızdaki
burjuvaziyse ondan ve onu emniyet güçlerinden ve işbirlikçilerden hiç kimse
asla insanlık beklemesin. Burjuvazinin yüzleşmesi olmaz, burjuvazinin hesaplaşması
olmaz, burjuvazinin müzakeresi olmaz, burjuvazinin uzlaşması olmaz,
burjuvazinin barışı olmaz. Burjuvazi asla ve asla kendi egemenliğinden,
mülkiyetinden, sermayesinden, devletinden, iktidarından taviz, ödün vermez,
geri adım atmaz. Tabi bunu bekleyen bunun böyle olacağını düşünenler olacaktır,
tıpkı günümüzde olduğu gibi. Ancak bu ihtimal dâhilin de olabilecek bir
uygulama değildir. Evet, biraz önünü açar, biraz sözde özgürlükten, eşitlikten
dem vurur, az çok görüşeceğini, müzakere edeceğini söyler, barıştan
kardeşlikten bahseder ama asla mevcut sisteminin varlığını tehlikeye sokacak
hiçbir şeye göz yummaz. Mevcut sisteminin en küçük bir tehlikeyle karşı karşıya
kaldığını hissettiği anda en ağır acıları, işkenceleri, katliamları insanlara
yaşatır. Tıpkı 1857’nin 8 Mart’ın da New York’ta 40.000 işçinin grevinde
fabrikaya hapsettiği işçileri hemen oracıkta kurduğu burjuva mahkemesinde
yargılayıp grev yapan tüm işçileri yakma kararını aldı ve emniyet güçleri de
derhal bu kararı uygulamaya koydu. 40.000 işçinin bulunduğu fabrikada çıkan
yangın her yeri sardığında İŞÇİLERİN kaçacak, saklanacak, gidebilecekleri
hiçbir yer yoktu. Yangın fabrikanın her yerini sardı. Tabi ki bu yangın sadece
bir cezalandırmanın karşılığı değildi, aynı zamanda olur da bir ya da birkaç
İŞÇİ emniyet güçlerinin kurduğu barikattan kaçmaya yeltenirse diye de mahkeme
kararından çok önce alınmış bir tedbirdi bu yangın. Alevler fabrikanın ve
İŞÇİLERİN bulunduğu her yeri iyiden iyiye sardığın dışarıda burjuvazi ve
emniyet güçleri çoktan kutlamalara, zafer naralarına başlamışlardı. Bu yangın
sonunda bilindiği kadarıyla tabi bu sayısının gerçek sayısını bilmek nerdeyse
John Kennedy’nin katilini bilmek kadar gizli elbette değil. Kennedy’nin
katilini bugün yarın öğreniriz, ama orada kaç İŞÇİNİN yanarak öldüğünü bilmemiz
çokta kolay değil. Bilinen sayı 129 İŞÇİ öldürüldü. Evet, 129 İŞÇİ yakılar
öldürüldü. Bu arada “öldü” ile “öldürüldü” arasında en az bir milyon km varken
hala birçok çevre “öldürüldü” yerine “öldü” diyorsalar buna da şaşırmayalım
çünkü bu bir kanıksamadır, yâdsımadır, inkârdır, içini boşaltmadır. Tarihin
hangi ülkesine, hangi halkına bakarsak bakalım bu yakma işi oldukça sömürgeci
güçler ve günümüzde burjuvazi açısından tutmuştur. Bu yakma işi öyle sıradan
bir anlayışın ürünü değildir. Ortaçağ Avrupası’na gidilirse bu yakmanın
köklerinin dönemin hristiyan din anlayışının engizisyon mahkemelerinin ürünü
olduğu görülecektir yoğun bir şekilde. Onlardan önce de Roma’da Spartaküs ve
yoldaşlarına uygulanmıştır. Asya toplumlarında da özellikle muaviye islam
anlayışının ürünü olarak yakma şeklinde günümüze kadar gelen bir cezalandırma
biçimi vardır. Esasında Sivas Katliamı ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu
anlamda paraleldir. Her ikisi de cezalandırma yöntemi ve ideolojisi açısından
birbirine benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla her iki eylemliğin anma,
kutlama, protesto etme şeklindeki eylemliklerin yeniden düşünülerek hatta birleştirilerek
kutlanması olabilir. Elbette buna yine yakılarak cezalandırılana sözde hayata
dönüş operasyonunda ölenlerde eklenebilir. Elbette buna Diyarbakır
zindanlarında esir edilen ve faşizme karşı mücadeleyi bedenlerini ateşe vererek
mücadelenin en imkânsız koşullarda bile nasıl gerçekleştirileceğini gösteren
Mazlum ve dörtlerde eklenebilir. Bu yanma ve yakılma türündeki cezalandırma ya
da mücadele biçimlerini yeniden değerlendirip, yeniden düşünüp, yeniden yeni
bir perspektifle ele alıp ortak mücadele alanları oluşturma açısından dikkatle
incelemeliyiz. Bu yanma ve yakılmanın hem coğrafyamız açısından hem de dünya
açısından daha büyük bir enternasyonal eylemliğin birleştiriciliği açısından
ele almalıyız. Yanma ve yakılmanın tüm üretici güçleri ve halkların burjuvazi
karşısında ya da tarih boyunca insanın insanı ve doğayı sömüren sistem ve
ideolojilerine karşı bir birlikteliğin harcı olabilir.
Şimdi
İŞÇİLER daha iyi çalışma koşulları istemiyle gerçekleştirdikleri 1857’nin 8
Mart’ındaki grev sonrasında burjuvazinin emniyet güçleri aracılığıyla 129 İŞÇİ
yakılarak öldürüldü pek çoğu da yaralanarak tutuklandı ve o gün burjuvazi
kendince zaferini kutladı. Aradan yıllar sonra yani 1910’un 26-27 Ağustos’unda
Sosyalist Clara Zetkin yoldaş Kopenhag’da yapılan 2. Enternasyonale bağlı
kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) 1857’nin 8
Mart’ında tekstil fabrikasında grev yapan ve burjuvazinin cezalandırması ile
katledilen işçi yani emekçi kadınlar anısına 8 Mart’ın DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR
GÜNÜ olarak anılması önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Şimdi dikkat! Kim
önermiş, hangi ideolojiye sahip biri önermiş, nerede önermiş 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nü? Sanayici ve işadamları derneğinde, büyük kulüpte,
loncalarda, odalar ve borsalar birliğinde, genç işadamları derneğinde, burjuva
partilerinde, burjuvazinin ve işbirlikçilerin balosunda, kokteylinde, mi?
Elbette hayır. Nerede 2. Enternasyonal’de neresi burası burası sosyalistlerin birlik,
mücadele, dayanışma, tartışma vs yaptığı bir yer ve o yerin neresinde
Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda. Neresiymiş dünyanın çeşitli
ülkelerinden bira raya gelen sosyalistlerin enternasyonalinin sosyalist
kadınlar konferansında. Buraları okurken bu ne kadar tekrar diyenlere cevap;
burada değil bin değil yüz bin kez tekrarlasak da halen 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü’nün İŞÇİLERE yapılan katliam sonrasında sosyalistlerin yaptığı
enternasyonalde sosyalistlerin aldığı ortak kararla anılmaya başlamadığını
bilmeyen, unutan, inkâr eden ve bu günü burjuvaziye altın tepside sunan
binlerce işbirlikçi olduğu içindir bu tekrar. Gelecek yıl belik daha çok tekrar
etmeyiz umarım. Bu dünyaya sığırcık olarak gelip sığır olarak gitmek isteyenler
şunu bir kez daha iyi anlasın 8 Mart sadece kadınlar günü değildir, 8 Mart işçi
sınıfını yakarak katleden burjuvaziye karşı ve o gün ölenleri ve onların
mücadelesinin mücadeleleri olduğumuzu bir kere daha ortaya koyma günüdür. Yoksa
çiçekle, böcekle, şunla bunlar sağa sola çekerek 8 Mart’ın içini kimsenin
boşalmaya gücü yetmez! Devam edelim 1921’e kadar esasında bu tarih tam olarak
belirlenmemişti, daha çok ilkbaharda anmalar oluyordu. 1921’de ise Moskova’da
gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart olarak kesin
tarih belirlendi. 1921 Moskova neresi? 1917 ‘de Lenin yoldaş önderliğinde gerçekleştirilmiş
olan sosyalist devrimin yaşandığı Sovyetler Birliği’nin başkenti. Neresiymiş,
sosyalist bir devletin başkenti. Demek ki emperyalist kapitalist faşist bir
ülkenin başkentinde değil sosyalist bir ülkenin başkentinde de 8 Mart tarihi
kesinleştirilmiş. Şimdi burjuvazi ve burjuva kadınları şimdi 8 Mart’ın
neresindeler? Evet, bu kadar hararetle kadınlar günü, kadınlar günü diyenler ya
da içini boşaltmaya çalışanlar, katliamın üstünü kapatıp bugünü adeta bir
karnaval, festival vs havasına sokanlar nerede? Katledilenler İŞÇİ kadınlar, öneriyi
sunan ve onaylayanlar sosyalist kadınlar, daha sonra gün ve ayı kesin olarak
saptayanlar sosyalist bir ülkede sosyalist kadınlar. Peki, burjuva kadınlarına
ne oluyor, sözde kadın haklarını savunduğunu iddia eden çevrelere ne oluyor,
işbirlikçi sözde sol çevrelere ne oluyor, liberal, statükocu, ırkçı şoven
faşist kadınlara ne oluyor, gerici yobaz kadınlara ne oluyor da 8 Mart’ı
anıyorlar ya da anma eylemlerine katılıyorlar, neden? Çok basit bu sorunu
cevabı. Clara yoldaşın önerisi ve onunla birlikte bu kararı alan ve Moskova’daki
tam olarak günü saptayıp onaylayan sosyalist kadınların bu emekleri, bu
çabaları, bu savunuları, bu uygulamaları onlar için önemli değil, değerli değil,
hatta dikkate bile alınacak bir anma bile değildir. Ne zamana kadar birleşmiş
milletler genel kurulu 1977’nin 16 Aralık’ın da 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü”
olarak anılmasını kabul edinceye kadar. 1977’den günümüze kadar evet birçok
ülkede 8 Mart anılmakta, ancak bu anmaların büyük çoğunluğu bugünün bir
burjuvazinin işçi sınıfını katlettiği gün olduğu ve orada katledilenlerin
129’un kadın işçi olduğu gerçeğini hafızalardan silmek, unutturmak ve sıradan
anneler günü, sevgiler günü gibi bir gün haline getirmeye çalışmaktadır. Neden?
burjuvazi nerede bir rantiye görürse oraya raptiye olurda ondan! Burjuvazi ne
zaman ki bir şeyler bir yerlerde yaygınlaşıyor, ilerliyor derhal oraya nüfus
eder ve orayı kendine benzetir. Bu sadece 8 Mart’la da kalmaz bu pek çok
alanda, mücadelede böyledir. Baktı ki silahla, topla tüfekle olmuyor derhal
oraya bir mikrop, bir virüs gibi ya doğrudan kendisi ya da işbirlikçi sözde sol
çevreler aracılığıyla sızar ve oranın içini boşaltmaya çalışır.
8
Mart’a ilişkin değerlendirmeleri, yorumları, eylemleri vs düşünürken, yaparken,
1857’de ve halen pek çok kapitalist ülkede katledilen üretici güçleri ve
halkları düşünmeden sadece bugünü kadın günü olarak anmak burjuvazinin ve
işbirlikçi sözde sol çevrelerin hem kadını, hem işçileri, hem burjuvazinin
katliamcı yüzünü inkârdır.
Kapitalist
bir sistemin kendisine karşı tehdit olarak gördüğü üretici güçler ve halkların
kadın olması ya da erkek olması hatta hatta çocuk ya da yaşlı olması
burjuvazinin katliamcı sistemi açısından hiçbir şeyi değiştirmez. Burjuvazi
kendi devletinin, iktidarının, sermayesinin tehdit altında odluğunu anladığı ya
da gördüğü anda derhal askeri güçlerini emniyet güçlerini harekete geçirir ve
insanın insana yapabileceği en şiddetli katliamı hiç gözlerini kırpmadan
gerçekleştirirler. Katliamı gerçekleştiren aldıkları emir “kadın demeden, çocuk
demeden, erkek demeden, yaşlı demeden imha edin” şeklindedir. Kısacası
burjuvazi katliam yaparken cinsiyet ayrımı yapmaz.
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder