27 Mart 2016 Pazar

KIZILBAŞ ALEVİ SOYKIRIMI
SİVAS KATLİAMI
1

“Türkiye’nin tarihinde öyle kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki o günler başka türlü yaşansa biz farklı bir ülkede yaşıyor olurduk. Bazen bir seçim, bir suikast, bir kaza ya da felaket hepimizin hafızasına kazınmış kimi zaman şans bazen dirayet çoğu zaman cesaretle aşılmıştır. “ C. Dündar “0” gün adlı belgeselinin giriş konuşmasında bunları söylüyor.

Trt’yle başlayıp daha sonra burjuva televizyonlarında programlar burjuva basınında yazılar yazarak günümüze kadar gelmiş ve yoluna devam etmektedir. Neredeyse bir kere burnun kanadığını duymadım, neredeyse bir kere gazı yedikten sonra nefes alamadığını da görmedim, neredeyse bir kere tazyikli su yediğini de ne gördüm, ne de duydum!

Gerçi şimdi bunları duyan işbirlikçi sözde sol çevreler “iyi de ne yapalım burnumu kanasaydı, gaz mı yeseydi, tazyikli su mu yeseydi” dediklerini duyuyorum. Elbette hiçbiri olmasın, hiç birini yemesin! Gazı, copu, suyu yiyen herkes solcu mu o da ayrı! Hadi diyelim ki solcu yukarıdaki giriş konuşmasında dikkat edilirse bu cümleleri kuran kişi adeta Fransa’da, İngiltere’de ya da abd’de yaşıyor olsa gerek! Gerçi bu ülkelerde yaşayıp da yaşadığımız coğrafyayı pek kişiden daha iyi anlayanlar mevcuttur. Yukarıdaki giriş cümlesine dikkat edilirse, her şey o kadar olağan, sıradan, basit bir yöntemle işliyor ki aslında her şey apaçık orta.

“…öyle kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki…” öncelikle bu kritik ve dönüm kavramlarına dikkat edilirse daha başlangıç da pek çok şey daha net ortaya çıkacaktır. Herhangi bir dönemi açmak, kapamak ya da mevcut sistemi yenilemek, yeniden yapılandırmak, ona taze kan taşımak adına çeşitli ülkelerde adı reform olan pek çok uygulama hayata geçirilir. Din, devlet, rejim, sistem, bürokrasi vs alanlarında çeşitli değişim ve dönüşüm niteliği taşıyan kısa vadeli ve çok da zahmete değer olmayan doğrudan tepeden inmeci bir mantıkla devlet eliyle yapılan düzenlemelere reform adı verilir. Örneğin fesin kullanılması ya da şapkanın kullanılması! Nedense bu coğrafyada bu düzenlemeler özellikle, soykırımlarla, katliamlarla, darbelerle vs yapılmaktadır. Dolayısıyla o dönemdeki sürecin devamını da ortaya çıkacak olan yeni, yenilenmiş sistem içindeki düzenlemeler bir soykırım, bir katliam, bir darbe vs gerekliydi ki Sivas Katliamı’nda bunlardan biridir.

Öncelikle bu katliamın herhangi bir kritik gün ya da dönüm noktası olduğu tarzında bir yaklaşım doğru değil. Belki bir açıdan katliama uğrayan ya da onların şahsında katledilmek istenen düşüncelere yönelik kritik bir gün ya da dönüm nokrası olabilir. Ancak katliamı gerçekleştiren, göz yumanlar, seyirci kalanlar vs için çokta kritik bir gün ya da dönüm noktası olacak bir gün değildir.

Mevcut sistemde “devlette esas devletin devamlılığıdır” mantığı içinde bu gibi kavramlarla devlet ilgilenmez. Devleti kavrayamamak, anlayamamak, devletle iç içe olmak pek çok kavramı yanlış kullanmak ve pek çok şeyi de boşa konuşmaktır. Devlet kendi işleyiş sistematiği içinde gerektiğinde kendisinin varoluş koşullarını devam ettirebilmek ve daha da güçlendirmek adına çok sıradan, çok basit bir uygulamayla soykırımda yapar, katliamda yapar, darbede yapar. Kaldı ki bu coğrafya herhangi bir ülkeye benzemediği gibi herhangi bir ülkeye uygulanan en basit, en sıradan en küçük burjuva demokratik devlet algısı içerisinde hiçbir uluslararası yaptırıma bile muhatap olmaz. Herhangi bir uluslararası kuruluş kalkıp da bu coğrafya “sen devlet olarak soykırım yaptın, sen devlet olarak katliam yaptın, sen devlet olarak darbe yaptın” demez (emperyalist devletlerin Ermeni soykırımı yasası vs lafazanlığı hariç), hatta hatta üstüne üstlük “çok iyi, yaptın, bu sayede huzur, güven ortamı oluştu bizde rahat rahat mallarımızı satar olduk”, “ne de olsa bizim çocuklar yaptı”, “bu komünistlere de bunu yapmak gerekirdi”, “devlete karşı yapılan hiçbir şey cezasız kalmaz”, hatta hatta bu soykırım, katliam ve darbe benzeri uygulamalar sonrasında önceki, görevi başındaki ya da daha sonra göreve gelenler pek çok uluslararası adı verilen oysa hepsi aynı merkezin üyesi olan devlet, kuruluş, dernek vs tarafından karşılanır, ziyaret edilir, ödüller verilir. Dolayısıyla bahsi geçen kritik günler ya da dönüm noktaları esasında hem uluslararası hem de ulusal anlamda bir planın, programın, stratejinin, taktiğin bir ürünüdür.

“…öyle kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki o günler başka türlü yaşansa biz farklı bir ülkede yaşıyor olurduk. …”  devam edelim, ne diyor bunlar bunlar olmasaymış her şey farklı olurmuş. Evet, adeta bir diziden ya da bir sinema filminden bahsedercesine erkek şunu yapsaydı kadında bunu yapardı böylece de birbirine kavuşur evlenirlerdi, hatta o gün bir dakika geç gelmeseydi ya da merdivenden çıkardan biri sağına biri de soluna dönüp baksaydı birbirlerini görürlerdi vs vs böylece de film mutlu sonla biterdi. Böyle bir şey yok hatta olamazda. Öyle olmasaymış böyle olurmuş. Öncelikle şunu bilmekte fayda var önceden planlanmış, programlanmış, her türlü teorik, pratik, güvenlik, emniyet, sözlü, yazılı, görsel her türlü araç gereç önceden hazırlanmış ise hele hele de yıllardır bir soykırım, katliam ve darbe tecrübesi olan bir devlet ve o devletin hem militer, hem de paramiliter güçleri de buna hazır ve deneyimliyse, öyle olmuyor maalesef öyle olmasaydı böyle olurdu yok şöyle olurdu olmuyor. Sömürgeci de olsa işbirlikçi de olsa, emperyalistte olsa, kapitalistte olsa, her koşulda “devlette esas devamlılıktır” bu devamlılığı sağlayan koşullardan bir kaçı da işte bu “…kritik günler… Dönüm noktaları ”dır. Hem Sivas Katliamı öncesinde hem de sonrasındaki tüm uygulamalar, deneyimler, tecrübeler açık açık göstermektedir ki ortada kritik bir gün ya da dönüm noktası yok esas olan devletin soykırım, katliam, darbe strateji ve taktik planlaması adına yaptıklarıdır. Çok uzağa gitmeye gerek yok Sivas öncesinde Maraş ve Çorum (ayrıca diğer katliamlar) katliamları, Sivas sonrası, Gazi, Hrant, Roboski vs katliamları açık ve net ortada durmaktadır. Dikkat edilirse devlet durdurak vermeksizin çeşitli zaman aralıklarında bunları hep yapıyor.

Neden? Neden? Neden? Evet, neden yapıyor, çünkü onun varlık nedeni bu soykırımlar, katliamlar ve darbelerdir. Genelde dikkat edilirse çoğunlukla bu katliamları belirli kesimler üzerinde yapıyor ve adım adım o kesimleri imha ediyor, asimile ediyor, bastırıyor, yaşama hakkı tanımıyor.

Sivas Katliamı günümüz koşullarını o dönemde hazırlayan önemli bir katliamdır. Bu katliam için devletin en üst kademelerinden, militer güçlerinden paramiliter güçlerine kadar düzenli, disiplinli, sabırlı, sonuç alan bir üslupla çalışılmıştır. Bu katliamı ve öncesindekileri ya da sonrasındakileri herhangi bir sıradan olay gibi, bir anlık bir çılgınlık gibi, birkaç güruhun, kalabalığın ya da halkın çeşitli kesimlerinin plansız programsız bir ara gelerek yaptığına inanmak mevcut sistemin devlet anlayışını ve o devlet anlayışının faşizme dayalı bir devlet anlayışı olduğunun inkârıdır. Faşizm böyle bir şeydir, her türlü bürokratik, militer, paramiliter güçlerini organize ederek doğrudan imhaya yönelmektir.

Sivas Katliamı gibi olayları sadece gündelik hayatta olağan olaylar gibi görmek, okumak, anlamak kapitalist soytarılığın, kapitalizm tarafından akıl ve ruh hastası haline dönüşmüş olmanın göstergesidir. Hastalık öylesine nüfus eder ki ilerleyen zamanda katliamı anmak, protesto etmek zamanla adeta anmak ve protesto etmekten çıkar çok başka yönlere gider. Esasında katliamı gerçekleştirenlerle zamanla katliamı sıradanlaştıran, onu gündemden çıkaran, protestoların ve hak arayışlarının adeta takvimsel bir siyasal mücadele dönüşmesini sağlayanlarla aynı devletin unsurları olurlar! Kısacası katliamı yapanlar da katliamın içini boşaltanlar aynı saflardadır.

Bin dokuz yüz doksan üç iki bin on iki, geçen zaman aralı adeta şu an ki yazıldığı gibi aynı tarihin farklı rakamlarıdır. Oysa durum hiç de öyle değildir. Katliam olur, önce bir suskunluk, sonra küçük küçük anmalar, sonra küçük küçük protestolar, sonra yavaş yavaş kitleselleşmeler, sonra üst üste anmalar ve protestolar, salonlar, alanlar dolar dolar taşar, sonra bir de bakılmış ki ölen ölmüştür, kalanlar ise çoktan hayatın normal koşullarına uyum sağlamıştır tıpkı sahne sanatlarında olduğu gibi “show devam eder” mantığıyla adeta hiçbir şey olmamış gibi hayat devam eder.

Özel mülkiyet ve tüketim toplumu bataklığı içinde her şey sadece bir serzeniş, ağıt, anma olarak kalmıştır. Zamanla sadece çok küçük birkaç grubun anma ve protestosu haline gelir. Meşhur deyişle “marjinalleşir ve unutulur gider”. Buna kim ve kimler hizmet eder bizzat bu anmaları, protestoları düzenleyenler ya da içinde yer alanların bir kısmı! İşte o bir kısım adeta bu anma ve protestoları öyle bir hale sokar ki o katliamı yapanlardan daha büyük bir katliama sebep olurlar, işte bu katliam faşizm karşında mücadelenin devamlılığının kesintiye uğramasıdır.
Hemen dönüp Sivas Katliamı sonrasına bakalım, tabi kimler bakacak dersiniz elbette ki katliama az çok yakın olanlar. Peki diğerleri yani esas ezici çoğunluk onların değil Sivas Katliamı hatta hatta utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan herhangi bir yerde herhangi bir “Sivaslıyım” diyenle karşılaştıklarında adeta dalgasını geçercesine “yananlardan mısın, yakanlardan mısın” diye soru sormaya kadar giden bir toplumsal akıl ve ruh hastalığına kadar gider.

Çok gerilere gitmeden yaşadığımız coğrafya da Sivas Katliamı olduğu günden günümüze kadar pek çok kereler çok yoğun bir şekilde hem burjuva basınında hem de sosyalist basında yer bulmuştur, pek çok defa katliamla ilgili defalarca belgeseller, röportajlar vs yapılmıştır. Hatta hatta katliamdan kurtulanlar ya da katliam üstüne akıl fikir o mübarek düşünceleriyle! Toplumu aydınlatan önemli şahsiyetler pek çok kurumun başına geçmekle kalmamış, kimisi milletvekili ya da adayı olmuştur ya da farklı farklı özel konumlar elde etmişlerdir.

Sokağa çıkalım ya da herkes kendi apartmanındaki komşularına, tabi komşuysanız soralım bakalım Çorum Katliamı’nı, Maraş Katliamı’nın duymuşlar mı, kaç kişi duymuş ya da biliyor, hadi bu sorudan vazgeçelim belki komşularınız arasında yaşı tutmayanlar vardır kimbilir! Peki, yine soralım, sokaktakilere, apartman komşularınıza, okul ya da iş arkadaşlarınıza Gazi Katliamı’nı kaç kişi biliyor. Hadi diyelim ki bunların hiç birini bilen birilerini bulamadık hatta hiç birinin yaşının tutmadığını varsayalım. Hrant’ın katledilişi ya da Roboski Katliamı’nı soralım ne cevap alacağız, deneyelim isterseniz. Büyük bir çoğunluk kapitalizmin özel mülkiyet, tüketim, iş ve işini kaybetmeme, işsizlik vs nedenlerden dolayı çoktan akıl ve ruh hastası olmuş durumunda. Bu arada bu katliamları bilip bilmemenin kültürle, yaşla, eğitimle, diplomayla, cinsiyetle, ulusal kimlikle, vs çok fazla bir ilgisi yok. Duyarsız, unutkan, bilinçsiz, çaresiz, ilgisiz bırakılmış, daha doğrusu mevcut sistem tarafından o hale sokulmuş toplumun geniş kesimler. Elbette bu hale sokulmanın temelinde yatan ana sebep kapitalist sistemin devamı adına insanın insanı ve doğayı sömürmesini sağlamaktır. Sözde yarı aydın, daha bilgili, daha ilgili olduğu varsayılan üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu halen bu coğrafyada bu katliamların yaşandığını bilmemektedir, toplumun diğer kesimlerini hele bir düşünün.

“ …Bazen bir seçim, bir suikast, bir kaza ya da felaket hepimizin hafızasına kazınmış kimi zaman şans bazen dirayet çoğu zaman cesaretle aşılmıştır. “ evet, seçim oldu, suikastta oldu, kaza da oldu, felakette oldu ama nedense bunlar olurken ve sonrasında o şans dediğiniz her ne ise hep burjuva medyasına, burjuva basınına, burjuva partilerine, burjuva meclislerine, burjuva militer ve paramiliter güçlerine güldü halende gülmekte.

Sivas Katliamı’nda sonra yapıldığı iddia edilen sözde post modern darbenin de diğer pek çok kritik gün ve dönüm noktası sayılacak pek çok olay gerçekleşmişse de bunların hiç biri emperyalizmin bu coğrafyadaki ve bu coğrafyadan hareketle dünya genelinde özellikle de Mezopotamya’da, Arap ülkelerinde, Kafkaslarda, oluşturmaya çalıştığı emperyalist hattı güçlendirmekten başka bir şey değildir.

Olayları ve olayların neden sonuç ilişkilerini tek bir parametreyle ele almak sadece onun esas özünü, temelini, inkârdır. Dolayısıyla emperyalist ekonomik politik strateji ve taktikleri çözümlerken salt enerji kaynakları için, bürokrasi adına, falan iktidar ya da hükümet adına yaptı diyerek tekil bir düşünceyle bu tür sorunlar ele alınamaz.

Sivas Katliamı mevcut sistemin son on yıldır devam eden bürokratik, parlamentere, militer, paramiliter güçlerinin güçlenmesi, iktidar olması ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin emperyalizme verdiği sözlerin tutulmasını sağlama noktasında mevcut sistemin “devlette esas devamlılıktır” ilkesine uygun bir şekilde planlı, programlı yapılmıştır.

Evet, birkaç gün sonra Sivas Katliamı davası zaman aşımına uğrayacak belki de! Hatta belkidesi de kalmadı. Kaldı ki bu mevcut sistem açısından olağan bir durum esasında olağan olmayan halen mevcut sistemden medet umanların varlığı ve bu medeti umanların da halen sözde sol, sosyalizm vs adına varlıklarını sürdürüyor olmasıdır. Çorum Katliamı’nın, Maraş Katliamı’nın, Gazi Katliamı’nın, Hrant’ın katilinin, Roboski Katliamı’nın neden ve sonuçları açık ve net önümüzde durmakta iken hele hele Sivas Katliamı’nın paramiliter, militer, bürokratik, parlamenter üyeleri halen mevcut sistemde cirit atarken, keyfe keder yaşarken, her geçen gün malına mal, mülküne mülk, makamına makam, mevkisine mevki katarken e ne var, Sivas Katliamı davası zaman aşımına uğramasın mı diyeceğiz, elbette diyeceğiz, hem de en gür sesimizle, hem de en güçlü halde, hem de en kitlesel şekilde davanın zaman aşımına uğramamasını sağlamalıyız! Ancak bu gerçekleşse de asla Sivas Katliamı’nın hesabı sorulmayacak, neden mi, çünkü Çorum’un, Maraş’ın, Gazi’nin, Hrant’ın, Roboski ’nin, hatta hatta Dersim’in, Ağrı’nın, Zilan’ın, Koçgiri ’nin, Bahçelievler’inin, Taksim bir mayısın, Newrozların, Sekiz Martların, Denizlerin, Mahirlerin, İboların, Mazlumların, Kemallerin, yüzbinlerce maden işçisinin, pek çok sözde iş kazasının, doğal afetler sonrası gerçekleşen katliamların vs katillerinden bırakın hesap sorulması hepsinin makamları, mevkileri, malları, mülkleri katlanarak artmıştır katliam sorumlularının. Daha dün Maraş’ta görevli olan en sıradan memur bile bu ülkede defalarca bakanlık yapmışken ki binlerce böyle örnek var iken ve Sivas Katliamıyla da ilişkisi olan pek çok kişinin milletvekili ya da bakan olduğu gerçeği sabitken zaman aşımı olmasın, evet, olmasın!

Sivas Katliamı davasının yapılacağı gün tüm arkadaşların, dostların, yoldaşların orada olması belki çok şeyi değiştirmeyecek ancak o dayanışmayı, birlikteliği, paylaşımı, dik duruşu hem katliamı yapanlara hem de katliamda canlarını kaybeden –ki esasında hepimiziz- gösterelim. Orada en güçlü, en katılımcı, en disiplinli, en kitlesel birlikteliğimizi bir kez daha faşizme karşı mücadelede tüm devrimci, demokrat, yurtsever güçlerin katılmasını sağlamalıyız. Bunun için her koşulda çalışmalarımızı daha da yoğunlaştırmalıyız.

Arkadaşlar, dostlar, yoldaşlar! Her nereden nasıl bakarsak bakalım çürümenin her alana yayıldığı bir toplumda devrim koşulları gerçekleşmiştir, önemli olan o devrime inanmak ve o devrimin gerçekleşmesi için gece gündüz direnmeliyiz, mücadele etmeliyiz. İşte o zaman, zaman aşımı kimin için işliyormuş hep birlikte görebiliriz!

“Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.” KARL MARX


HASAN HÜSEYİN BEYDİL 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder