KIZILBAŞ
ALEVİ SOYKIRIMI
SİVAS
KATLİAMI
1
“Türkiye’nin
tarihinde öyle kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki o günler başka türlü
yaşansa biz farklı bir ülkede yaşıyor olurduk. Bazen bir seçim, bir suikast,
bir kaza ya da felaket hepimizin hafızasına kazınmış kimi zaman şans bazen
dirayet çoğu zaman cesaretle aşılmıştır. “ C. Dündar “0” gün adlı belgeselinin
giriş konuşmasında bunları söylüyor.
Trt’yle
başlayıp daha sonra burjuva televizyonlarında programlar burjuva basınında
yazılar yazarak günümüze kadar gelmiş ve yoluna devam etmektedir. Neredeyse bir
kere burnun kanadığını duymadım, neredeyse bir kere gazı yedikten sonra nefes
alamadığını da görmedim, neredeyse bir kere tazyikli su yediğini de ne gördüm,
ne de duydum!
Gerçi
şimdi bunları duyan işbirlikçi sözde sol çevreler “iyi de ne yapalım burnumu
kanasaydı, gaz mı yeseydi, tazyikli su mu yeseydi” dediklerini duyuyorum.
Elbette hiçbiri olmasın, hiç birini yemesin! Gazı, copu, suyu yiyen herkes
solcu mu o da ayrı! Hadi diyelim ki solcu yukarıdaki giriş konuşmasında dikkat
edilirse bu cümleleri kuran kişi adeta Fransa’da, İngiltere’de ya da abd’de
yaşıyor olsa gerek! Gerçi bu ülkelerde yaşayıp da yaşadığımız coğrafyayı pek
kişiden daha iyi anlayanlar mevcuttur. Yukarıdaki giriş cümlesine dikkat
edilirse, her şey o kadar olağan, sıradan, basit bir yöntemle işliyor ki
aslında her şey apaçık orta.
“…öyle
kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki…” öncelikle bu kritik ve dönüm
kavramlarına dikkat edilirse daha başlangıç da pek çok şey daha net ortaya
çıkacaktır. Herhangi bir dönemi açmak, kapamak ya da mevcut sistemi yenilemek,
yeniden yapılandırmak, ona taze kan taşımak adına çeşitli ülkelerde adı reform
olan pek çok uygulama hayata geçirilir. Din, devlet, rejim, sistem, bürokrasi
vs alanlarında çeşitli değişim ve dönüşüm niteliği taşıyan kısa vadeli ve çok
da zahmete değer olmayan doğrudan tepeden inmeci bir mantıkla devlet eliyle
yapılan düzenlemelere reform adı verilir. Örneğin fesin kullanılması ya da
şapkanın kullanılması! Nedense bu coğrafyada bu düzenlemeler özellikle,
soykırımlarla, katliamlarla, darbelerle vs yapılmaktadır. Dolayısıyla o
dönemdeki sürecin devamını da ortaya çıkacak olan yeni, yenilenmiş sistem
içindeki düzenlemeler bir soykırım, bir katliam, bir darbe vs gerekliydi ki
Sivas Katliamı’nda bunlardan biridir.
Öncelikle
bu katliamın herhangi bir kritik gün ya da dönüm noktası olduğu tarzında bir
yaklaşım doğru değil. Belki bir açıdan katliama uğrayan ya da onların şahsında
katledilmek istenen düşüncelere yönelik kritik bir gün ya da dönüm nokrası
olabilir. Ancak katliamı gerçekleştiren, göz yumanlar, seyirci kalanlar vs için
çokta kritik bir gün ya da dönüm noktası olacak bir gün değildir.
Mevcut
sistemde “devlette esas devletin devamlılığıdır” mantığı içinde bu gibi
kavramlarla devlet ilgilenmez. Devleti kavrayamamak, anlayamamak, devletle iç
içe olmak pek çok kavramı yanlış kullanmak ve pek çok şeyi de boşa konuşmaktır.
Devlet kendi işleyiş sistematiği içinde gerektiğinde kendisinin varoluş
koşullarını devam ettirebilmek ve daha da güçlendirmek adına çok sıradan, çok
basit bir uygulamayla soykırımda yapar, katliamda yapar, darbede yapar. Kaldı
ki bu coğrafya herhangi bir ülkeye benzemediği gibi herhangi bir ülkeye
uygulanan en basit, en sıradan en küçük burjuva demokratik devlet algısı içerisinde
hiçbir uluslararası yaptırıma bile muhatap olmaz. Herhangi bir uluslararası
kuruluş kalkıp da bu coğrafya “sen devlet olarak soykırım yaptın, sen devlet
olarak katliam yaptın, sen devlet olarak darbe yaptın” demez (emperyalist
devletlerin Ermeni soykırımı yasası vs lafazanlığı hariç), hatta hatta üstüne
üstlük “çok iyi, yaptın, bu sayede huzur, güven ortamı oluştu bizde rahat rahat
mallarımızı satar olduk”, “ne de olsa bizim çocuklar yaptı”, “bu komünistlere
de bunu yapmak gerekirdi”, “devlete karşı yapılan hiçbir şey cezasız kalmaz”,
hatta hatta bu soykırım, katliam ve darbe benzeri uygulamalar sonrasında
önceki, görevi başındaki ya da daha sonra göreve gelenler pek çok uluslararası
adı verilen oysa hepsi aynı merkezin üyesi olan devlet, kuruluş, dernek vs
tarafından karşılanır, ziyaret edilir, ödüller verilir. Dolayısıyla bahsi geçen
kritik günler ya da dönüm noktaları esasında hem uluslararası hem de ulusal
anlamda bir planın, programın, stratejinin, taktiğin bir ürünüdür.
“…öyle
kritik günler, öyle dönüm noktaları vardır ki o günler başka türlü yaşansa biz
farklı bir ülkede yaşıyor olurduk. …”
devam edelim, ne diyor bunlar bunlar olmasaymış her şey farklı olurmuş.
Evet, adeta bir diziden ya da bir sinema filminden bahsedercesine erkek şunu
yapsaydı kadında bunu yapardı böylece de birbirine kavuşur evlenirlerdi, hatta
o gün bir dakika geç gelmeseydi ya da merdivenden çıkardan biri sağına biri de
soluna dönüp baksaydı birbirlerini görürlerdi vs vs böylece de film mutlu sonla
biterdi. Böyle bir şey yok hatta olamazda. Öyle olmasaymış böyle olurmuş.
Öncelikle şunu bilmekte fayda var önceden planlanmış, programlanmış, her türlü
teorik, pratik, güvenlik, emniyet, sözlü, yazılı, görsel her türlü araç gereç
önceden hazırlanmış ise hele hele de yıllardır bir soykırım, katliam ve darbe
tecrübesi olan bir devlet ve o devletin hem militer, hem de paramiliter güçleri
de buna hazır ve deneyimliyse, öyle olmuyor maalesef öyle olmasaydı böyle
olurdu yok şöyle olurdu olmuyor. Sömürgeci de olsa işbirlikçi de olsa,
emperyalistte olsa, kapitalistte olsa, her koşulda “devlette esas
devamlılıktır” bu devamlılığı sağlayan koşullardan bir kaçı da işte bu “…kritik
günler… Dönüm noktaları ”dır. Hem Sivas Katliamı öncesinde hem de sonrasındaki
tüm uygulamalar, deneyimler, tecrübeler açık açık göstermektedir ki ortada
kritik bir gün ya da dönüm noktası yok esas olan devletin soykırım, katliam,
darbe strateji ve taktik planlaması adına yaptıklarıdır. Çok uzağa gitmeye
gerek yok Sivas öncesinde Maraş ve Çorum (ayrıca diğer katliamlar) katliamları,
Sivas sonrası, Gazi, Hrant, Roboski vs katliamları açık ve net ortada
durmaktadır. Dikkat edilirse devlet durdurak vermeksizin çeşitli zaman
aralıklarında bunları hep yapıyor.
Neden?
Neden? Neden? Evet, neden yapıyor, çünkü onun varlık nedeni bu soykırımlar,
katliamlar ve darbelerdir. Genelde dikkat edilirse çoğunlukla bu katliamları
belirli kesimler üzerinde yapıyor ve adım adım o kesimleri imha ediyor, asimile
ediyor, bastırıyor, yaşama hakkı tanımıyor.
Sivas
Katliamı günümüz koşullarını o dönemde hazırlayan önemli bir katliamdır. Bu
katliam için devletin en üst kademelerinden, militer güçlerinden paramiliter
güçlerine kadar düzenli, disiplinli, sabırlı, sonuç alan bir üslupla
çalışılmıştır. Bu katliamı ve öncesindekileri ya da sonrasındakileri herhangi
bir sıradan olay gibi, bir anlık bir çılgınlık gibi, birkaç güruhun,
kalabalığın ya da halkın çeşitli kesimlerinin plansız programsız bir ara
gelerek yaptığına inanmak mevcut sistemin devlet anlayışını ve o devlet anlayışının
faşizme dayalı bir devlet anlayışı olduğunun inkârıdır. Faşizm böyle bir
şeydir, her türlü bürokratik, militer, paramiliter güçlerini organize ederek
doğrudan imhaya yönelmektir.
Sivas
Katliamı gibi olayları sadece gündelik hayatta olağan olaylar gibi görmek,
okumak, anlamak kapitalist soytarılığın, kapitalizm tarafından akıl ve ruh
hastası haline dönüşmüş olmanın göstergesidir. Hastalık öylesine nüfus eder ki
ilerleyen zamanda katliamı anmak, protesto etmek zamanla adeta anmak ve
protesto etmekten çıkar çok başka yönlere gider. Esasında katliamı
gerçekleştirenlerle zamanla katliamı sıradanlaştıran, onu gündemden çıkaran,
protestoların ve hak arayışlarının adeta takvimsel bir siyasal mücadele
dönüşmesini sağlayanlarla aynı devletin unsurları olurlar! Kısacası katliamı
yapanlar da katliamın içini boşaltanlar aynı saflardadır.
Bin
dokuz yüz doksan üç iki bin on iki, geçen zaman aralı adeta şu an ki yazıldığı
gibi aynı tarihin farklı rakamlarıdır. Oysa durum hiç de öyle değildir. Katliam
olur, önce bir suskunluk, sonra küçük küçük anmalar, sonra küçük küçük
protestolar, sonra yavaş yavaş kitleselleşmeler, sonra üst üste anmalar ve
protestolar, salonlar, alanlar dolar dolar taşar, sonra bir de bakılmış ki ölen
ölmüştür, kalanlar ise çoktan hayatın normal koşullarına uyum sağlamıştır tıpkı
sahne sanatlarında olduğu gibi “show devam eder” mantığıyla adeta hiçbir şey
olmamış gibi hayat devam eder.
Özel
mülkiyet ve tüketim toplumu bataklığı içinde her şey sadece bir serzeniş, ağıt,
anma olarak kalmıştır. Zamanla sadece çok küçük birkaç grubun anma ve
protestosu haline gelir. Meşhur deyişle “marjinalleşir ve unutulur gider”. Buna
kim ve kimler hizmet eder bizzat bu anmaları, protestoları düzenleyenler ya da
içinde yer alanların bir kısmı! İşte o bir kısım adeta bu anma ve protestoları
öyle bir hale sokar ki o katliamı yapanlardan daha büyük bir katliama sebep
olurlar, işte bu katliam faşizm karşında mücadelenin devamlılığının kesintiye
uğramasıdır.
Hemen
dönüp Sivas Katliamı sonrasına bakalım, tabi kimler bakacak dersiniz elbette ki
katliama az çok yakın olanlar. Peki diğerleri yani esas ezici çoğunluk onların
değil Sivas Katliamı hatta hatta utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan herhangi bir
yerde herhangi bir “Sivaslıyım” diyenle karşılaştıklarında adeta dalgasını
geçercesine “yananlardan mısın, yakanlardan mısın” diye soru sormaya kadar
giden bir toplumsal akıl ve ruh hastalığına kadar gider.
Çok
gerilere gitmeden yaşadığımız coğrafya da Sivas Katliamı olduğu günden günümüze
kadar pek çok kereler çok yoğun bir şekilde hem burjuva basınında hem de
sosyalist basında yer bulmuştur, pek çok defa katliamla ilgili defalarca
belgeseller, röportajlar vs yapılmıştır. Hatta hatta katliamdan kurtulanlar ya
da katliam üstüne akıl fikir o mübarek düşünceleriyle! Toplumu aydınlatan
önemli şahsiyetler pek çok kurumun başına geçmekle kalmamış, kimisi
milletvekili ya da adayı olmuştur ya da farklı farklı özel konumlar elde
etmişlerdir.
Sokağa
çıkalım ya da herkes kendi apartmanındaki komşularına, tabi komşuysanız soralım
bakalım Çorum Katliamı’nı, Maraş Katliamı’nın duymuşlar mı, kaç kişi duymuş ya
da biliyor, hadi bu sorudan vazgeçelim belki komşularınız arasında yaşı
tutmayanlar vardır kimbilir! Peki, yine soralım, sokaktakilere, apartman
komşularınıza, okul ya da iş arkadaşlarınıza Gazi Katliamı’nı kaç kişi biliyor.
Hadi diyelim ki bunların hiç birini bilen birilerini bulamadık hatta hiç
birinin yaşının tutmadığını varsayalım. Hrant’ın katledilişi ya da Roboski
Katliamı’nı soralım ne cevap alacağız, deneyelim isterseniz. Büyük bir çoğunluk
kapitalizmin özel mülkiyet, tüketim, iş ve işini kaybetmeme, işsizlik vs
nedenlerden dolayı çoktan akıl ve ruh hastası olmuş durumunda. Bu arada bu
katliamları bilip bilmemenin kültürle, yaşla, eğitimle, diplomayla, cinsiyetle,
ulusal kimlikle, vs çok fazla bir ilgisi yok. Duyarsız, unutkan, bilinçsiz,
çaresiz, ilgisiz bırakılmış, daha doğrusu mevcut sistem tarafından o hale
sokulmuş toplumun geniş kesimler. Elbette bu hale sokulmanın temelinde yatan
ana sebep kapitalist sistemin devamı adına insanın insanı ve doğayı sömürmesini
sağlamaktır. Sözde yarı aydın, daha bilgili, daha ilgili olduğu varsayılan
üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu halen bu coğrafyada bu
katliamların yaşandığını bilmemektedir, toplumun diğer kesimlerini hele bir
düşünün.
“
…Bazen bir seçim, bir suikast, bir kaza ya da felaket hepimizin hafızasına kazınmış
kimi zaman şans bazen dirayet çoğu zaman cesaretle aşılmıştır. “ evet, seçim
oldu, suikastta oldu, kaza da oldu, felakette oldu ama nedense bunlar olurken
ve sonrasında o şans dediğiniz her ne ise hep burjuva medyasına, burjuva
basınına, burjuva partilerine, burjuva meclislerine, burjuva militer ve
paramiliter güçlerine güldü halende gülmekte.
Sivas
Katliamı’nda sonra yapıldığı iddia edilen sözde post modern darbenin de diğer
pek çok kritik gün ve dönüm noktası sayılacak pek çok olay gerçekleşmişse de
bunların hiç biri emperyalizmin bu coğrafyadaki ve bu coğrafyadan hareketle
dünya genelinde özellikle de Mezopotamya’da, Arap ülkelerinde, Kafkaslarda,
oluşturmaya çalıştığı emperyalist hattı güçlendirmekten başka bir şey değildir.
Olayları
ve olayların neden sonuç ilişkilerini tek bir parametreyle ele almak sadece
onun esas özünü, temelini, inkârdır. Dolayısıyla emperyalist ekonomik politik
strateji ve taktikleri çözümlerken salt enerji kaynakları için, bürokrasi
adına, falan iktidar ya da hükümet adına yaptı diyerek tekil bir düşünceyle bu
tür sorunlar ele alınamaz.
Sivas
Katliamı mevcut sistemin son on yıldır devam eden bürokratik, parlamentere,
militer, paramiliter güçlerinin güçlenmesi, iktidar olması ve işbirlikçi
tekelci burjuvazinin emperyalizme verdiği sözlerin tutulmasını sağlama
noktasında mevcut sistemin “devlette esas devamlılıktır” ilkesine uygun bir
şekilde planlı, programlı yapılmıştır.
Evet,
birkaç gün sonra Sivas Katliamı davası zaman aşımına uğrayacak belki de! Hatta
belkidesi de kalmadı. Kaldı ki bu mevcut sistem açısından olağan bir durum
esasında olağan olmayan halen mevcut sistemden medet umanların varlığı ve bu
medeti umanların da halen sözde sol, sosyalizm vs adına varlıklarını sürdürüyor
olmasıdır. Çorum Katliamı’nın, Maraş Katliamı’nın, Gazi Katliamı’nın, Hrant’ın katilinin,
Roboski Katliamı’nın neden ve sonuçları açık ve net önümüzde durmakta iken hele
hele Sivas Katliamı’nın paramiliter, militer, bürokratik, parlamenter üyeleri
halen mevcut sistemde cirit atarken, keyfe keder yaşarken, her geçen gün malına
mal, mülküne mülk, makamına makam, mevkisine mevki katarken e ne var, Sivas
Katliamı davası zaman aşımına uğramasın mı diyeceğiz, elbette diyeceğiz, hem de
en gür sesimizle, hem de en güçlü halde, hem de en kitlesel şekilde davanın
zaman aşımına uğramamasını sağlamalıyız! Ancak bu gerçekleşse de asla Sivas
Katliamı’nın hesabı sorulmayacak, neden mi, çünkü Çorum’un, Maraş’ın, Gazi’nin,
Hrant’ın, Roboski ’nin, hatta hatta Dersim’in, Ağrı’nın, Zilan’ın, Koçgiri ’nin,
Bahçelievler’inin, Taksim bir mayısın, Newrozların, Sekiz Martların,
Denizlerin, Mahirlerin, İboların, Mazlumların, Kemallerin, yüzbinlerce maden
işçisinin, pek çok sözde iş kazasının, doğal afetler sonrası gerçekleşen
katliamların vs katillerinden bırakın hesap sorulması hepsinin makamları,
mevkileri, malları, mülkleri katlanarak artmıştır katliam sorumlularının. Daha
dün Maraş’ta görevli olan en sıradan memur bile bu ülkede defalarca bakanlık
yapmışken ki binlerce böyle örnek var iken ve Sivas Katliamıyla da ilişkisi
olan pek çok kişinin milletvekili ya da bakan olduğu gerçeği sabitken zaman
aşımı olmasın, evet, olmasın!
Sivas
Katliamı davasının yapılacağı gün tüm arkadaşların, dostların, yoldaşların
orada olması belki çok şeyi değiştirmeyecek ancak o dayanışmayı, birlikteliği,
paylaşımı, dik duruşu hem katliamı yapanlara hem de katliamda canlarını
kaybeden –ki esasında hepimiziz- gösterelim. Orada en güçlü, en katılımcı, en
disiplinli, en kitlesel birlikteliğimizi bir kez daha faşizme karşı mücadelede
tüm devrimci, demokrat, yurtsever güçlerin katılmasını sağlamalıyız. Bunun için
her koşulda çalışmalarımızı daha da yoğunlaştırmalıyız.
Arkadaşlar,
dostlar, yoldaşlar! Her nereden nasıl bakarsak bakalım çürümenin her alana
yayıldığı bir toplumda devrim koşulları gerçekleşmiştir, önemli olan o devrime
inanmak ve o devrimin gerçekleşmesi için gece gündüz direnmeliyiz, mücadele
etmeliyiz. İşte o zaman, zaman aşımı kimin için işliyormuş hep birlikte
görebiliriz!
“Yoksulluğu
azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı
artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması
gerekir.” KARL MARX
HASAN
HÜSEYİN BEYDİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder